Mittwoch, 22. Januar 2014

Hedef belirlemek



Hedef belirlemenin cok iyi oldugu her tarafta söyleniyor. Söylentilere göre belirlenen hedefe ulasmama söz konusu degildir. Oruc tutar gibi bir hedef tutun, sürekli o hedef dogrultusunda calisin, o hedefe ulasmaktan baska careniz yoktur deniliyor. Gercekten de öyle mi? Her tutulan hedef gerceklesiyor mu? Yoksa o hedefin gerceklesmesi icin daha baska seylere de mi ihtiyac var? Baska önemli bir soru ise istenilen seyin gerceklestigi durumda ne olacagidir. Hedefe ulasildiginda gercekten vaad edildigi gibi mutlu mu olunacak?

Gercek anlamda ulasilmak istenilen hedefin gerceklesip gerceklesmiyecegi önceden bilinmiyor. Bu tezi kanitlamak icin bazi kisiler en basarili is adamlarini örnek göstererek bizlerin de onlari örnek alarak ayni seyi gerceklestirebilecegimizi vaad ediyorlar. Gercekten öne sunulan örneklerdeki sahislar cok mu istemislerdir? yoksa baska etkenler de mi yardim etmistir? Bence tek istemenin pek ise yaramiyacagidir.

Bir seyi cok istemekle o sey var edilemez. Ben mesela uzaya ucmayi ne kadar cok istesem de uzaya ucmak icin gerekli malzemem olmadigi sürece ucamam. Uzaya ucmak icin gerekli malzeme füzedir. Pekala bu malzemeyi kisisel baza indirgedigimizde ona nedir? Ona genetik donanim (potansiyel) diyelim, yani istenilen seyi gerceklestirebilmek icin yeterli donanima sahip olmaya donanim diyelim. Istedigimiz seyi gerceklestirmek icin gerekli donanima sahip miyiz?

Hangi donanima sahip oldugumuzu denemeden bilmiyoruz. Ama Einsten’in de söyledigi gibi bir baliktan agaca tirmanmasini beklemek de pek akillica olmaz. Ayni balik kücük bir kavanoza da konabilir. Orada marifetlerinin cok gerisinde hayat sürdürebilir. Marifetinin sinirini zorlamak icin gücüne göre bir göle veya denize atilmasi gerekiyor ki kendi potansiyelinin farkina varabilsin. Kavanoz icerisinde gücünün de sinirli oldugu kanisina varacaktir. Kavanoza alistigi durumda denize acilmaktan korkacaktir, cünkü o caresizligi ögrenmistir bir kere.

Istenilen seyi yerine getirme potansiyeline sahip olunsa bile bu yeterli degildir. Belki istedigimiz seyi gerceklestirme kabiliyetine sahibiz ama cevresel faktörlerin uygun olmadigi bir durumda yine potansiyelimiz bir ise yaramaz. Güzel bir fikrimiz vardir, nasil gercekletirebilecegimizi de biliyoruz ama gerekli maddiyete sahip degiliz. Bu durumda da fikrimizin gerceklesme sansi cok azdir.

Baska bir olgu ise sansli olmaktir. Dogru zamanda dogru yerde olma sansi bize gülmesi gerekiyor ki istedigimiz seyi gerceklestirebilelim. Herseyi hazirladik ama o fikri gerceklestirebilmek icin uygun bir ortamda bulunma sansina sahip degilsek yine istedigimize ulasamiyacagiz demektir. Cogu zaman bi isi basarabilmek icin takim calismasina gerek vardir. Gercekten verimli bir takim olusturabildik mi? Takimin iyi olmasi hem destek acisindan hem de fikirlerin daha da gelismesi acisindan sarttir.

Buraya kadar anlattigim seyler basarili olmak icin gereklidir. Ama istenilen sey gercekten bu mudur? Bunda pek emin degilim. Bunun yaninda bir de kisisel gelisim vardir. Bu istenemez, buna niyet edilir. Belki bilincli edilmez bu niyet ama her insanin icinde onun özledigi bir kisilik vardir. Belkide bunun sadece bir resim olarak icimizde oldugunu söylemek pek de yanlis olmaz, cünkü varligindan genelde haberimiz yoktur. Ne kadar varligindan haberdar olmasak da o kisiligimizi belirleyen ögelerden bir tanesidir. Buna icimizdeki niyet desek pek de yanlis olmaz galiba. Tarzimizi da bu niyete göre buluyoruz demek de yanlis olmaz.



Hedef belirlemekle görüldügü gibi gercek gaye saklaniyor. Hedef belirlemekteki gaye kisisel gelismeyi ölcmektir. Her ne kadar insanlar kisiligini gelistirmek isteseler de herhangi bir gelisme göremedikleri zaman motivasyonlari düsebiliyor. Motivasyonu en doruk noktada tutabilmek icin kücük hedef belirleyip o hedefi basarmakla icimizdeki o gizli kuvvetten dem aliyoruz, belki de daha büyük seyler yapmak icin cesaretimiz daha da artiyor. O halde kendi kendini motive edebilen biri neden böyle sunni mükafatlara gereksinim duysun ki? Neden yapmak istedigi bisey icin mükafat beklesin ki? O niyeti dogrultusunda herhangi bir karsilik beklemeden yoluna devam edecektir. Onun disardan alkislanmaya hic ihtiyaci yoktur, cünkü o kendi kendini motive etmesini biliyor. O ne istedigini de biliyor.
 

Donnerstag, 16. Januar 2014

Dinlemek uzere



Almanlarin en önde gelen komedyenlerinden biri sayilan Loriot haftasonunda evli bir ciftin kahvaltida aralarinda gecen bir konusmayi aktariyor. Adam gazete elinde masanin karsi tarafinda pasalar gibi otururken hanimi Berta ile söyle bir konusmaya sahit oluyoruz:

Adam: Berta!
Kadin: Evet…!
Adam: Yumurta sert.
Kadin: (susuyor)
Adam: Yumurta sert!!!
Kadin: Ben duydum….
Adam: Yumurta ne kadar kaynadi?
Kadin: Cok yumarta sagliga zararli.
Adam: Yumurtanin ne kadar pistigini soruyorum…?
Kadin: Sen devamli dört bucuk dakikalik istiyorsun….
Adam: Biliyorum…
Kadin: Neden soruyorsun ya?
Adam: Cünkü bu yumurta dört bucuk dakika pismis olamaz da ondan!
Kadin: Ben her sabah dört bucuk dakika pisiriyorum.
Adam: Neden yumurtalar bazen az pismis, bazen sert oluyor?
Kadin: Ben bilmiyorum, tavuk degilim!
Adam: Ha, öyleyse yumurtanin iyi oldugunu nasil anliyorsun?
Kadin: Ben dört bucuk dakika sonra sudan cikartiyorum, tanri askina!
Adam: Saate bakarak mi?
Kadin: His ile….bir ev kadini bunu hisseder…
Adam: His ile mi? Hissinde senin ne var?
Kadin: Ben yumurtanin ne zaman az pismis oldugunu hissediyorum.
Adam: Yumurta sert…. Senin hissinde yanlis giden bisey olmali….
Kadin: Benim hissimde bi sorun mu var? Ben bütün gün mutfaktayim, camasir yikiyorum, senin esyalarini düzeltiyorum, evi oturulur hale getiriyorum, cocuklarla bas ediyorum ve sen benim hissimin yanlis oldugunu söylüyorsun!
Adam: Evet ama yumurta hisse göre pisirilirse o zaman tesadüfen dört bucuk dakika piser.
Kadin: Senin icin yumurtanin tesadüfen dört bucuk dakika pismesi ne kadar önemli olabilir ki önemli olan sey dört bucuk dakika pismesi.
Adam: Ben sadece az pismis yumurta istiyorum, tesadüfen az pimis degil. Ne kadar pistigi önemli degil!
Kadin: Öyle mi? Senin icin önemli degil….mutfakta dört bucuk dakika eziyet cekmem senin icin önemli degil!
Adam: Hayir, hayir…
Kadin: Ama yumurtanin dört bucuk dakika pismesi cok önemli….
Adam: Ben de bunu söylüyordum zaten.
Kadin: Biraz önce önemli olmadigini söyledin!
Adam: Ben sadece az pimis yumurta istiyorum…
Kadin: Erkekler gercekten ilkeller!
Adam: (kendi kendine mirildanarak) Ben onu öldürecegim, yarin onu öldürecegim….

Bu konusmada neler yanlis gidiyor? Söylenen seyler gercekten dinleniliyor mu? Yoksa herkes istedigi gibi mi algiliyor? Bu sorunu irdelemek icin genel bir kac satir yazdiktan sonra tekrar konuya gelecegim.
Dilin dünyayi birebir betimleme görevi oldugu görüsü hakimdir, onun dis nesneleri kavranir hale getirmekte ki role isaret edilir. Dis dünyayi betimlemenin yaninda dil ayni zamanda o dili kullananin da ic dünyasini disa tasir. Onun kullandigi kelimeler, kurdugu cümleler onun ic dünyasi hakkinda bilgi verir. Her belirttigi görüs ile o aslinda „bu benim“ der. O kendini aciklar. Neseli bir insanin kullandigi terimler ile karamsar birinin kullandigi terimler ayni olamaz. Ilki renkli bir tabloya benzer, ikincisi ise siyah beyaza. Her kimse, hangi dili kullanirsa kullansin, o kendini ifade ettiginden haberi yoktur. Dili öyle bir hal almistir ki artik agzindan cikan kelimeler otomatiklesmistir. Onun tercih ettigi dil yillarca deneyimlemis oldugu sözcüklerden ibarettir. Kendi deneyimi onun dilini sekillendirmistir. Disa dönük ve kendinden emin birinin dilini ice dönük ve kendinden emin olmayandan kolaylikla ayirt edilir hale gelmistir.

Dil kendini ifade etmenin yaninda iki kisinin arasindaki iliskiyi de betimler. Ilk konusmalar „Ben böyleyim“ ile baslarken, karsimizdaki kisi de „Ben seni böyle görüyorum“ diye geri bildirimde bulunur. Ikinci kisi anlatilandan neyi anladigini tekrar karsi tarafa anlatir ve anladigini tastiklettirmek ister. Ilk anlatan anlattigi seylerin dogru kavranilmis oldugu hissine kapilirsa herhangi bir düzeltme yapmiyacaktir, aksi halde konusmaya müdahale edecek ve kendisinin yanlis yorumlandigini, asil yorumlanmasi gerekeni tekrar ve tekrar dogru sekilde anlatmaya calisacaktir. Konusmanin spontane kavranmasi iyi iliskiye isaret eder, karsiya tasinmak istenilen mesajlarin oldugu gibi tasinmis oldugu hissi uyandirir ki bu da rahatlik ve güven verir. Ancak rahat ve kendimizi güvencede hissettigimiz yerde dinlenilmis oldugumuz hissine kapiliriz. Tabii ki ikinci kisi de konusma esnasinda kendini ifade edecektir. O da kendisinin dogru anlasilmis olmasini karsisindan gelen geri bildirim ile yoklayacaktir. Bu durumda anlasmamak icin cok neden vardir ama anlasmak icin tek bir neden, o da karsimizdaki ile ne kadar empati kurabildigimizdir.

Teorik olan bu bölümde amac dilin tek bir enformasyon tasimadigini göstermekti. Konusulan dilin arkasinda sakli-gizli seylerin de oldugu, hatta bu unsurlarin konusanin bile fark etmedigine isaret cekmekti. Kendimizden de birseyler verdigimizi ancak ve ancak anlasilmadigimiz zaman fark ediyoruz. Kendimizi dogru ifade etme cabasi kendimizi savunur duruma itiyor, cünkü yanlis anlasildigimiz zaman sanki ücüncü biri de konusmaya müdahil oluyormus gibi bir his uyandiriyor. Iki kisi konusuyor ama bu konusmayi sanki ücünkü biri dinliyormus gibi algilaniyor. Yanlis anlasilma iki kisinin arasinda kalmiyor, o yanlis degerlendirme baska insanlara anlatildigindaki doguracagi „ün“ simdiden önlenmek isteniyor. Ne demisler: „Adim cikacagina sanim ciksin.“ Adi cikan biri halk arasinda hep öyle anilir, cünkü adi cikmistir bir defa.

Geri bildirimin yanlis oldugu fark edilmesi esnasinda gard alinir. O kendisinin öyle anlasilmamasina protesto edecektir, karsidan gelen yorumlara karsi gelecektir. Konusma artik icerilikten öte iliski üzerine veya kisilik betimleme üzerine yogunlasir. Savunma ve karsi savunma artik iceriligin cok ötesine gitmistir, her ne kadar icerilik üzerine konusuldugu zannedilse de icerilik üzerinden iliski ve kendini betimleme konusulur. Bu nedenledir ki ayni konuda konusan iki fizikci icerilik acisindan ne kadar ayni fikirde olursalar olsunlar onlar benlik ve iliski tanimlama acisindan ayri dünyalarda yasamaktadirlar, kavga burada kacinilmaz olacaktir.

O halde iletisim esnasindaki karmasa konusanlarin ic dünyalarinin karmasik olmasindan ve bu karmasanin da bilincinde olunmamasindan kaynaklanir. Iyi bir dinleyicinin kendi ic dünyasinin dingin olmasi sartinda kendi görüsü, karsisindaki insanin görüsünü anlamakta engel olmiyacaktir. O artik kendi benliginden uzak durmalidir. Onun kendini ifade etme niyeti olmamalidir, kendi kendini bilen zaten kendi kendini ifade etmek zorunda degildir. O kendini kanitlamakta istemeyecektir. O baskalari tarafindan ne denildigini umursamayacaktir. Ancak ve ancak kendini uzaktan izleyebilen, baskasini da ayni mesafe ile izleyebilecektir. Ancak o zaman karsisindaki insanin sözünde herhangi bir hakikat aramiyacak, sözlerin arkasinda konusan kisinin gercek gereksinimlerini algilayacaktir. Benlik anlasma konusunda en büyük engeldir.

Söylenen sözlerin arkasinda baska bir hakikat vardir. Bu hakikatin cogu zaman bilinmedigi görülür. Veya söylenilmek istenilen seyler dogrudan söylenilir, ama her zamanki aliskanlik ile söylenen seylerin arkasinda baska birseyin de ima edildigi zannedilir. Mesela yukardaki örnekte adam yumurtanin az pismis oldugunu söylemek ister. Kadin bunu anlamistir ama adam kadinin yumurtayi bazen sert bazen de az pismis olmasindan yakinir. Belki de adam ayni zamanda „Benim tercihlerimi kaale almiyorsun, beni önemsemiyorsun! Eger beni kaale almis olsaydin, bilindigi gibi yumurtayi tam dört bucuk dakika pisirirdin, tam benim istedigim gibi!“ diye de bir mesaj vermek istemistir. Kadin da müdafaya gecip, söyle bir mesaj vermek istemistir:“Bu evde ben herseye bakiyorum ama yine de karsiliginda onurlandirilmiyorum, yaptiklarim görülmüyor!“ der. Her iki sahsin kendini aciklama istegi karsi tarafta müdafaya yol aciyor ve her söylem saldiri olarak algilaniyor. Burada kadin ve erkek kendi düsüncelerinin kurbani. Sözlerin arkasinda tastiklenmeyi aramak ve beklentilerin yerine getirilmemesi hayal kirikligina yol aciyor. Iyi bir dinleyici beklentilerin farkinda olur ve geregini yerine getirir. Burada iliski ile somut problem arasinda ayrim yapip, karsi tarafin degerli oldugunu ama somut problemin de oratada oldugunu aciklayici bir tavir sergileyip saldiri ve müdafayi engellemek mümkün olacaktir.

Dienstag, 14. Januar 2014

Kadin erkek iliskisi uzerine



Kadin erkek iliskisi üzerine cok seyler söylenebilir ama benim üzerinde durmak istedigim konu, iliskilerin flirt esnasinda ayri, iliski icinde ayri olmasinin nedenlerini arastirmaktir. Tabii ki bilimsel bir calisma yapmadim ama mantigima göre bazi olgulara isaret etmek istiyorum. Cogu insandan duydugum sey flirt anindaki hayatin degisik, evli yasantida cok daha degisik oldugu idi. Pekala insanlar gercekten yüz seksen derece degisebiliyorlar mi? yoksa onlar ayni kaliyorlar da iliski mi degisiyor?

Kanimca flirt yaparken insanlar oyun oynuyorlar. Insanlar oyun oynadiklarini bilmiyorlar ama bilincaltinda oyun oynadiklarini bildiklerinden hic süphem yok, cünkü flirt ettikleri sahislarin karsisinda birden bire ses tonu degisiyor ve iclerinde güzel bir tedirginsizlik doguyor. Konusmalar ping-pong topu gibi bir oraya gidiyor, bir buraya. Oyunu kisitlayan herhangi bir kural yok. Oyunun tek kurali oyunu hayatta tutmaktir. Oyun devam ettikce kendi kendini besliyor. Zamanin nasil gectigi fark edilmiyor, her ayrilik o kisileri huzursuzlastiriyor, ta ki tekrar bulusuncaya kadar.

Ronald D. Laing Dügüm kitabinda iliskiler üzerine söyle diyor: “Onlar oyun oynuyorlar. Oyun oynamadiklari oyunu oynuyorlar. Onlara oyun oynarken oyun oynadiklarini gördügümü gösterirsem kurallari bozar ve cezalandirilirim. Ben onlarin oyununu görmedigim oyunu oynamaliyim.” („Sie spielen ein Spiel. Sie spielen damit, kein Spiel zu spielen. Zeige ich Ihnen, dass ich sehe, dass Sie spielen sehe, breche ich die Regeln, und Sie werden mich bestrafen. Ich muss Ihr Spiel, nicht zu sehen, dass ich das Spiel sehe, spielen.“) Ne kadar Laing burada ücüncü sahistan bahsetse de iliskide olan sahislar herhangi bir sekilde oyun oynadiklarini acikca söyledikleri anda, oyun bozulur. Oyun halinde her cocukca hareket, her delice davranis pek yadirganmaz, cünkü kurallari geregi yapilan her delice sey görülmeyecektir. Flirt halinde insanlar gözlerini kapatir, kendilerini duygulara verirler, burada duygular hakimdir.

Ilk oyun evlilikle bozulur. Evlenme karari aldiktan sonra artik oyun oyun olmaktan cikar, akil duygunun yerini almaya baslar. Flirt halinde göze batmayan davranislar evliligin verdigi rahatligi ile söylenmeye, söylendikce de oyunun yerini ciddiyete birakir. Oyun oynandigini acikca söyledikten sonra oyun oyun olmaktan cikar. Oyun oynamak belki de doganin bize verdigi bir yetiydi, cünkü zamani gelince her insan icindeki programi kendisi bilmeden uyguluyor. Karsidakinin dikkatini cekebilmek icin tüm marifetlerini sergiliyor. Gerektiginde kendine maske takiyor, olmak istedigi fakat olmadigi gibi de davranabiliyor. O durumda hersey serbesttir.

Flirt’ün verdigi rahatlik evlilikte bulunmuyor. Evlilikle beraber o zamana kadar takinmis olunan maske de düsmüs oluyor. Evlilikte karsimizdaki kisiyi bütün ciplakligiyla görme sansi doguyor. Imza ile gelen güvence ile herhangi bir maskeye daha fazla gereksinim duyulmadigi görülüyor. Kadin kendini makyajsiz, erkek ise tas devri zamani hayatina geri dönebiliyor. O zamana kadar görülmeyen seyler artik daha net görülmeye basliyor, flirt halinde rahatsiz etmeyen olgular rahatsiz etmeye basliyor ve bunlar da rahatlikla söyleniyor. Söyledikce de flirt kurali bozuluyor, kavgalar basliyor.

Sonntag, 12. Januar 2014

Güvenmek üzerine


Güvenmek insanin en dogal gereksinimidir. Gözünü kapattigi zaman dünyanin ayni kalacagi güvencesi ile gözünü tekrar acmak isteyecektir her uykudan kalkmasi gibi. Anlasilmayacak sekilde cevresinin degismesi onun oryentason saglamasini kisitlayacak, sarhos olmuscasina kendini kaybetmesini saglayacaktir. Her attigi adimin agirliginda kendini tasiyan zeminin ayaginin altindan kaydigini hissedecek ve kaybolmus duygusu onda daha da hakim olacaktir. Saglikli bir hayat sürdürebilmesi icin günesin her gün yeniden dogacagina güvenmesi gibi, cevresinin de belli bir süreklilige sahip oldugu savi hakim olmalidir onda, aksi takdirde hayatta kalma sansi sifir olacaktir.

Doganin belli bir süreklilige sahip oldugu kanisinin yaninda cevresindeki yasayan insanlarin da süreklilige sahip olmasi gerekiyor. Uykudan kalktigi zaman günesin yeniden dogmasi gibi ayni insanlarin cevresinde olmasini isteyecektir. Ne kadar ölüm bu sürekliligi baltalasa da yine de cok nadir görüldügünden güncel hayattan men edilmistir, insanlar hayata hic ölmeyeceklermis gibi sarilirlar. Saglikli bir insanin yetismesi icin ilk yaslardan beri cevrenin sürekliligi, insanlarin ise hesaplanabilir olmasi gerekir. Anne babanin önemi kaos diye de adlandirabilecegimiz dis dünyayi betimlemektir. Anne baba bir cocuk icin ilk dünya aciklayicidir.

Dünyada ne olup bittigini, orada hangi yasalarin oldugunu anne baba cogununa anlatmak zorundadir. Disardaki gercerli kurallarin anlasilmasi cocuga yasadigi kültürde daha rahat hayat sürdürme sansi taniyacaktir. Cocugun basarili olmasi ona verilen betimlemenin tutarli olmasinda yatar. Ebeveynin sadece sözlü söylemleri ile sinirli degildir o betimleme, cocuk onun davranisini da büyük bir titizlikle izleyecektir ve kendine örnek alacaktir, cünkü ona en yakin olanlar, bitkisel hayatini sürdürmeyi saglayan onlardir.

Bu denli gözlem altinda olan ebeveynin her attigi adim izlenecektir. Yalan söylemesi durumunda cocuga verilecek mesaj cok basittir, o artik kendine her söylenene harfi harfine inanmamasi gerektigini, amacina ulasmak icin yalan söylemenin de bir yol oldugunu ögrenecektir. Ona oyun oynandigini anladigi zamandan sonra kendisi de oyun oynayacaktir. Ne kadar cok oyun oynarsa kendi duygularindan da o kadar uzaklasacak ve onu yorumlamakta da güclük cekecektir. Cevresinin oyun oynayanlarla kapli olmasi, ayaginin kaygan bir zeminde oldugu güvensizligi doguracaktir. Hem kendi kendinden uzaklasmis, hem de cevresinden kopmus bir hayat sürdürecektir. Gördügü seylerin arkasinda gercek bir hayatin oldugunu hissedecektir ama bir türlü ona ulasamiyacaktir. O artik ikiye bölünmüstür, disa karsi sundugu kimlik onu mutsuz edecektir, cünkü o sundugu kimlik o degildir.

Hic birseyin belirli olmamasi politik acidan da sorun yaratabilir. Kendisine ve baskasina güvenmeyen, oyun oynamanin gercek oldugunu algilayanlar arasinda nasil ortak degerler olasabilir ki? Ortak degerlerin olusmasi devlet organlarinin pürüzsüz yürümesinde büyük rol oynar. O ortak degerleri disarda ariyacaktir, insanin kendi disinda. Kendi kendine güvenmeyi kaybetmis biri aradigi güvenceyi insanüstü olgularda arayacaktir. Ancak insanüstü degerler ona oryentasyon saglayacaktir, cünkü o insanlarin güvenilmez oldugunu ögrenmistir.

Güvensizligin hakim oldugu bir ülkede güvenirligi saglamak en basta gelen görevlerden biridir. Bastakiler bir ebeveynin yaptigi gibi herseyi betimlemeye calisacak, „cocuklarina“ neyin ne oldugunu anlatacaktir. Onun anlattigi artik tek gercektir. Güvensiz bir ülkede tek güvenilir olan sey bastakilerin sundugu aciklamadir. Tek bir aciklama ile kaybedilmis güvenirlik saglanmaya calisilir. Cevre ne kadar güvesizlesirse o kadar da tek bir aciklama üzerinde durulur, ta ki despotik bir yapi alincaya kadar.

Güven saglamak zoraki betimlemelerle olamaz. Ilk bastaki yapilan yanlisin geri cevrilmesi, yalan söylemenin sona ermesi, cocugun tekrar kendi duygularina önem vermesi, her ne istekte bulunursa bulunsuz kosulsuz sevildigini bilmesi güven duygusu icin olmazsa olmazlardan biridir. O tekrar ve tekrar kendi verdigi kararlara güvenmesi, bitkisel hayatinin tehlikede olmadigi kanisina varmasi gerekir.