Montag, 30. Dezember 2013

Sanat ve düşmanları üzerine


„Das Gute, das Schöne und das Wahre“

Ilk defa Platon tarafindan ifade edildigi söylenen, „iyilik, güzellik ve dogruluk“ terimleri hayati yorumlamakta cok fayda saglamistir. Ayni terimler günümüze kadar kilif degistirerek gelmeyi basarmis, Kant, Karl Popper ve Ken Wilber gibi düsünürlerin de ana temasi olmustur. Kant'in üc zekasi (saf, pratik ve yargi gücü veya etik, estetik ve bilimsellik diye de ayirt edilebilir), Popper'i üc düyasi ve Wilber'in de dört ayrimi yukardaki tema ile aynidir. Güzellik, ic dünya üzerinde durur, güzelligin nasil gelistigi konusunda fikir yürütür, iyilik insanlar arasi iliskiyi betimler, yani ahlaki iliskileri; dogruluk ise bilimsellik ile alakalidir.

Sanati aciklamak icin biz de o terimlerden yararlanmak zorundayiz. Sanat güzellik anlayisi ile yakindan ilgilidir, o kendini ifade etme şeklidir. Sanat amacşızdır. Sanatın kendinden başka amacı olamaz. Sanat hayatı yorumlar ve özgürlüğün doruk noktasıdır, çünkü o kendini fiziki zorunluluklardan bağımsız olarak ifade etmesini ister. Bir ise yaramadığı için normalde sanatci hayatıni sürdürebilmek icin yeterli maddiyata gereksinimi vardır, veya sanatçınin karnini doyuran destekleyiciye. Sanat maddi anlamda bir ise yaramasa bile ona gereksinim vardir, cünkü sanat insani yüceltmek icindir. O, degeri güzelligi gelistirdigi icin alir, o yeni bir seyi hayata kazandirdigi icin alir. Sanatci, bir kadin gibi dogurtkandir. Dogurdukca farkindaligi daha da gelisecek, farkindaligi daha da gelistikce daha iyi ürünler yapacaktir. Yaptigi ürünler onun seviyesinin disa vurus seklidir.

Sanatın pazarı vardır ama maddi değeri yoktur, cünkü o hic bir ise yaramaz, ne yenir ne de üstüne bir bina insaa edilir. Pazardaki değeri arz ve talep üzerine kuruludur. Sanatçının pazarın oluşumunda bir katkısı yoktur. Sanat ürününü belirleyici cok degisik etkenler olabilir, sanata sahip olmakla sanatçı ruhuna erisildigi söylenemez, hatta iyi bir seçim yapildiğını da göstermez. Sanat yapımında veya oluşumunda gercek deger sanatçıyı dönüştürdüğü kadardir, onun güzellik ruhunu gelistirebildigi kadardir. Ondan hariç ona biçilen değer sanat ile alakalı değildir.

Sanat güzellik ile uğraşır. Ahlaki değeri ona atfetmek onu amaçlı kılar. Sanat doğruyu söyleme gayesinde hiç de değildir. O sanatçının iç dünyası ile ilgilidir. Sanatçı sanatı ile kendini ifade eder, kendini ifade ettikçe de dönüşür. Içindeki gelişmenin dışa vuruşudur sanat. Bu nedenle o ne politikaya alet olur, ne de başka bir ideolojiye. Kendini belli bir amaca alet ettiği anda başkaları tarafından yönetilir, ve özgürlüğünü kaybeder. Özgürlügü yitirdigi anda o belli şeyleri manipüle etmek için kullanilir, bu durumda asil görevi olan dönüsümü desteklemesinden söz edilemez.

Sanat ürününü temin eden, sanatı güzel bulan, normalde onun piyasa değeri üzerinden hesap yapmaz. Onun gercek değeri kendini ne kadar dönüstürebildigi ile ilgilidir. Alicinin dönüsmesi icin hazır olmasi gerekir. O, sanatı anlamasi için, sanatın diline hakim olmasi gerekir. Mesela tiyatroya ilk defa giden biri tiyatrodan hiç birşey anlamiyacaktir. Ona sahnede yapılan şeyler çok yabanci gelecektir. Belki de piyesin bitmesini sabırsızlıkla bekleyecektir, çünkü o donanımlı gelmemiştir. Piyes onun için yabancıdır. Oyun hakkında hiçbir fikre sahip olmayan, piyesten birşey anlamiyacaktir. Oyun hakkında bilgi sahibi olmak icin başkalarının da o konuda ne dediğini bilmesi gerekir. Diğer insanların o konuda yaptığı yorumları tanıması gerekir. Kendini bu konuda egittikten sonra rejisörün yapmak istediği değişimleri, vurgulamak istediği noktaları daha iyi anlayacaktır. Konuya hakim olan ancak bu nüansları fark edebilir ve bu degisikliklerin yerinde olup olmadığı konusunda fikir yüretebilir. Aksi halde tiyatrodaki gelişen olaylardan yabancı kalacak, oraya geldiği gibi eve geri dönecektir. Her oyun onu sahneleyen rejisörün yorumudur.

Sanat ürünü ile doğum aynıdır. Bu nedenle cinsellik sanattan ayrı tutulamaz. Belli bir amaca alet olan sanat, çocuğu belli bir amaç için yapmak isteyene benzer. Çocuk emekli kasasıni doldurmak için veya ülkenin yaşlanmasını önlemek için yapılır, ama cinsellikten zevk alındığı için yapilmaz. Amaçli sanat gerçek zevkin kaynağını kestigi için yapılır, çocuk ise sevgi ürünü olacağı için yapılır. Ona nihai amaç koymakla zevki cinsellikten men etmiş olunur. Zevk almanin yerine görev girer. Her görev ise gerçek anlamda özgür doğumu, sevgi ile üretmeyi önler. Sevgi ile üretilen şey iyi olabileceği gibi kötü şey de olabilir, o gelecege aciktir. Her oteriter rejim acik bir gelecekle sorun yasar, bu nedenle gelecek riskini en aza indirgemek için zevk alınmasını yasaklar, zevk almak onlar için tehlikelidir.

Yukarda betimlenen üc olgunun bir digerine baski yapmasi ile insan gelisimi de kisitlanmis olunur. Zevkin kötü oldugunu ancak etik degerlerle aciklamak mümkündür. O halde acikca etigin diger iki olgu üzerinde gösterecegi baski etigi yücelttigi gibi hayati da kisirlastirir, cünkü güzellikten ve dogrudan mahrum kalan bir hayat canliligi yitirmis bir hayattir. Birey birey olmak yerine toplumda erimiş duruma gelir, toplum herseydir, birey ise hiçbirşey. Etigin bilim üzerinde baskı kurması, bilimin etigin belirlediği amaca itaat etmesini sağlar. Doğru, etigin kölesi haline gelir ki o halde etigin hükmü durdurulamaz. Aynı tehlike bilimin diğer iki öğeler üzerinde kurduğu hüküm ile de gerçekleşir. Estetik her iki ögenin ortasındadır, dikkat etmedigi takdirde ürettiği yaratığın kölesi haline gelebilir. Bu nedenle yukarda betimlenen o üc olgu birbirinden bagimsiz ele alinmali, birinin digerine olan baskisi en aza indirgenmelidir.

Sonntag, 29. Dezember 2013

Tembellige övgü


Der Handelnde ist immer gewissenslos, es hat niemand Gewissen als der Betrachtende.“ Goethe

Fail biri vicdansizdir, gözlemciden baska kimsenin vicdani yoktur, der Goethe. Özüne bakildiginda hayatin icinde olan biri ile hayata disardan bakan biri arasinda ayrim yapiyor Goethe. Hayatin icinde olan hayatla ic icededir. O kendini hayatin akisina birakir ve hayat onu hangi karaya vurursa yelkenini oraya dogru acar. Heyecan dolu günler ona renkli hayat yasatir. Yaptigi isten haz almaktir gayesi, sonuc odakli degildir o. Is yapmak icin karar verdigi zaman, kararindan hic kusku duymaz. Tüm enerjisini planini gerceklestirmeye odaklar, kisacasi yapacagi is üzerine ne fazla düsünür ne de süphe duyar. O etkinligini yasar.

Hayatin icinde yasamak gibi hayata disardan bakmak da mümkündür. O kendini hayati betimlemeye adamistir. O hayata anlam vermeye, olgular arasinda baglanti kurmaya calisir. Etlinlik sarhoslugunun verdigi bayginliktan kurtulup, hayati hesaplanir kilmaya calisir. Bir isi yapmadan önce ilk yapacagi is, onu enine boyuna planlamaktir. Olabilecek her olasiligi önceden kestirmek, yaptiktan sonra herhangi bir sürprizle karsilasmak istemez. Belki de kendini detayda kaybetmekten dolayi olacak ki yapacagi hamlelerin önceligini gözden kacirip hic etkin olamiyacaktir o. Yorumlayici tutumu onu bir hayal insani yapar.

Hayat sarkaci bu iki uc arasinda gelip gider. Etkin insan destan yazar, digeri ise yapilan ise anlam verir. Etkin olan anlam pesinde kosmaz, hatta yaptigi isin neye yaradiginin da farkinda degildir. Teorik üstyapisi olmadigi gibi, o her teoriyi kendi amaci icin kullanmayi da bilir. Yapacagi isi gerekcelendirmek icin cogu zaman birbirine zit düsen teorilerden de faydalanir, asil amaci herhangi bir teoriyi dogrulamak olmadigi gibi yanlis olmasi da onu asil gayesinden sasirtmaz. O fail insandir.

Fail insan kendi kendinden kopmus insandir. O kendini disarda bulur. Vicdanin sesini dinlemek icin fail biri etkiligini bir an olsun durdurmasi, ona mesafe koymasi gerekir. Anlam vermek zaman alir. Hayatin icindeki, hayata disardan bakan biri gibi gözlem yapamaz. Hayatin ona sundugu duygular bütünü görmesini engeller. Fail olmak yerine tembel olup o durumdan uzaklasmasi, ona hayati gözlemleyerek yorumlama firsati verecektir. Ne yaptigini bilmek fail bir hayatin arasinda verilen tembellik molasi ile gerceklesir.

Samstag, 28. Dezember 2013

Demokrasilesme sürecinde sosyal medyanin rolü


Enformasyon halki en etkileyici silahlardan biridir. Kamuoyu olusturan medyanin kontrol edilmesi otoriter sistemlerin acikca bas hedefidir. Belli bir gercekligi yaratmanin en basit yolu o olguyu sürekli ekranlarda tekrarlamaktir. Bir seyin cok tekrarlanmasi insanlarda o seyin dogru oldugu kanisini uyandirir. Atasözün birinde söyle denir: Bir adama 40 sefer deli dendiginde, o gercekten deli zannedermis. O halde belli bir gercekligi dayatmak icin enformasyonun tekrarlamasi gerekir. Tekrarin gercekligi yaratmadaki rolü tekrarlanan seylerin taninir olmasini saglayip, taninan seylerin de güvence vermesinden kaynaklanir. Süpermarkette o güne kadar bilmedigi yeni bir ürün satin almak isteyen bir tüketici, o güne kadar reklamlarda en fazle gördügü ürünü satin alacaktir, cünkü tanimadigi birseyi satin almak yerine taninmis bir markayi satin almak daha risksiz olacagini düsünecektir. O bilmedigi yoldan gitmek yerine bilinmis izlerden gitmeyi yegleyecektir.

Enformasyonu kontrol etmek istenilen dogruyu empoze etmek icindir. O kendi dogrusu yaninda baska dogruya tahammül etmeyecegi icin kendi dogrusu karsiti düsüncelere sinirlama getirecektir. Sinirlama ile kalmaz o, karsit düsünce sahiplerine cadi avi da düzenler. Otoriter rejim yarattigi düsman ile tüm kötügün disardan geldigini ve rejimin tek kurtarici oldugunu ekranlardan yayinlayip gerceklik yaratacaktir. Acikca baski ile kontrol edilemeyen halk bilinci, manipulasyon ile kontrol edilmeye calisilacaktir. Bilinci kontrol etmekle istekli taraftar yaratmaktan baska iyi ne olabilir ki? Dogruya inananlar gönüllü itaat ederlerdir.

Görülümüstür ki sosyal medya enformasyon dagilimi konusunda baska yol izlemektedir. Her ne kadar otoriter rejimler büyük medya sahiplerini kontrol etme imkani bulsalar da sosyal medyanin bu sinirlar disinda kalma nedeni coklu ag kullanimindan kaynaklanir. Enformasyon kaynagi tek bir medyuma bagli degildir, enformasyon havuzu her taraftan dolar. Katilimcilar hem enformasyon kaynagi görevini üstlenirler, hem de kendilerini bilgilendirirler. Katilimcilara otoriter sistemde oldugu gibi dogru disardan verilmez. Onlar artik aktif sekilde kendi dogrularini sekillendirmeye calisirlar. Onlar bilincli olarak kimleri takip edeceklerine, kimleri etmemeyeceklerine kendileri karar verirler. Her karar verme kendi bilinclerini olusturmakta atilmis adim olarak yorumlanabilir. Kendi secimleri kendi dogrularini olusturacaktir.

Zamanla yaptiklari secimin cok önemli oldugunu anlarlar. Normal hayatta oldugu gibi kimi insanlarin yalan, kimi insanlarin dogru söyledigini ayirt etmeleri gerektigini sosyal medyada da anlayacaklardir. Bazi katilimcilarin daha güvenilir, bazilarinin daha güvenilmez oldugunu orada da kesfedeceklerdir. Bu da otofiltre gelistirmeleri icin ana sebeplerden biridir. Her ne kadar otoriter sistemler gibi kendileri de otofiltre gelistirseler de bu filtre kendi kendilerine yaptiklari sansürden baska sey degildir. Bu sansürden dolayi kendisinden baska kimse sorumlu tutulamaz. O artik kendi sorumlulugunu üstlenmek zorundadir.

Kendi gercekligini aktif gelistirmekte yardimci olan sosyal medya toplumun daha demokratiklesme konusunda da yardimci olacaktir. Demokratik sistem daha katilimci bireylere ihtiyaci vardir. Dogrularin kurgulandigini, o kurguda kendi payinin da olmasini isteyen aktif fertlere ihtiyaci vardir demokrasinin. Her dogru kismen dogrudur. O yine parcalanabilir, tekrar baska olgularla iliskilendirilerek yeni bir dogru ortaya cikabilir. Dogru kurgulamak canli bir sistem gibidir. O sistemi bir yere civilemekle canliligin da kaybolmasina neden olunur. Canli sistemler kolay kolay kontrol edilemez, otokontrol seklinde hayat sürdürürler, acik bir gelecege sahiptir. Bu nedenle de otoriter sistemler sürekli canli sistemlerin belirgin olmasi icin ugrasmis, herseyi kontrol etmek icin de ellerinden gelen seyi yapmak istemislerdir, sadece korku ugruna.

Freitag, 27. Dezember 2013

Aile politikasi nasil olur?


Politika sosyal hayatta insanlar arasi davranisi belirleyen ve ortak karar bulma mekanizmasini düzenleyen iletisim bicimidir. O gelecegi bicimlendirme amaclidir. Su anki zamani arastirir, analiz eder, gelecegi sekillendirme istegi ile gercek amacinin gelecege yönelik oldugunu gösterir. Politika icin gecmis gelecegi nedenselletirmeye yarar ve nihai bir amaca ulasmak icin vardir o. Felsefe ile arasindaki fark felsefenin gercegi arama sevdasi oldugu, politikanin ise gelecegi sekillendirme gayesini tasidigidir. Iyi bir gelecek ugruna gecmisteki olaylar belli bir amaca göre bükülebilir, istenilen sekle sokulabilir. Teorik gerekcelendirmeler isini pürüzsüz sekilde yapmak icindir.

Gelecegi sekillendirme yöntemi iki sekilde olabilir. Birinci sekil demokratik sistemi destekleyicidir. Her bireyin hür ve özgür yetistigi bir ortamda gelecek icin ortaklasa karar almak ancak anlasma ve ikna etme sayesinde olacaktir. Bu yönteme göre her sahsin ayni derecede görüs belirtme sansina sahip oldugu kanisi hakimdir. Ortaklasa alinan karar fikir catismasi sonrasi herkesin o görüste konzensus saglamasindan sonra uygulamaya hazirdir. Karar almak böyle bir ortamda uzun sürecegi icin bu yöntem zahmetlidir. Her ne kadar zahmetli olsa da faydasi bir hayli fazladir. Ortaklasa karar alma mekanizmasi ile gücün tek kiside toplanmasi önlenmis ve yöneticilerin hesap vermesi saglanmis olunur. Devletin bireye karsi gücünü sinirlamasi ve o gücü sinirlayici önlemler alinmasi ancak oradaki calisan görevlilerin hesap verme zorunlulugunu yasama gecirmeleri ile olusur. Kendi vicdanini gerektiren kararlarin desteklenmesi ile disardan ona gelebilecek baskilara daha kolay direnebilecektir.

Karar alma mekanizmalari arasinda aile havasi yaratip karar almayi bir hayli hizlandirmak da mümkündür. Böyle bir sistemde bireylerden söz etmek mümkün degildir. Birey kendini „aile“ icerisinde eritecektir. O kendi görüsünü grup görüsüne feda edecektir. Amirlerine karsi gelmeyecek, ondan bekleneni en hizli sekilde yerine getirecektir. Onun görevi ona verilen görevi en hizli sekilde yerine getirmektir. O yaptigi islerden sorumluluk duymaz. Sorumlu tutulmasi durumunda sucu amirine atacaktir, amirinin emrini yerine getirdigi gerekceyi öne sürecektir. Vicdani konusmayacak sekilde susturulmus biri asla özgür degildir, zaten aile icinde özgürlük de aranmaz. Aile kurallari baglayicidir. Aile icindekiler distakilere karsi tutumlu bir hayat sürdürürler, gücü birliktelikten alirlar. Aile büyügü onlari korur ama ayni zamanda onlardan özgürlügünü feda etmelerini bekler.

Aile sistemi yönetim hatir üzerine kuruludur. Birsey gerektigi icin degil, dogru oldugu icin hic de degil, o sadece aile ferdi istedigi icin yapilir. Aile yönetim sekli aile cikarini göz önünde bulundurdugu icin hatir üzerine kuruludur. Hatirin özgürlükcü sistemdeki ismi rüsvettir. Hatir ile yapilan bir is gerektigi icin yapilmaz, vicdan ile onaylandigi icin hic yapilmaz, o simdiki hamleyi gelecekte kendine getirecegi cikari hesapladigi icin yapar. Aile sistemi ile dogrunun yerini cikarci, bastan asagi rüsvete bagli bir sistem alir.

Donnerstag, 26. Dezember 2013

Kolay elde edilen kolay kaybedilir


Lotto-Totto milyonerleri arasinda yapilan arastirmalarda talihlilerin ne kadar mutlu olduklari incelenmistir. Incelemede ilk günlerdeki mutlulugun pek de uzun sürmedigi görülmüstür. Mutlulugun uzun sürmemesi bir yana, gözlemlenen odur ki kazandiktan sonra o sahislar daha da mutsuz olmuslardir. Pekala kolay elde edilen sey neden bu kadar mutsuzluk yaratiyor? Neden kolay elde edilen seylerin degeri anlasilamiyor?

Bireysel acidan sorun yaratan o tutum toplumsal acidan da ayni sonuclara neden olur. Tabii ki bu savi kanitlamak imkansizdir ama dogru oldugu konuda ip uclari bulmak mümkündür. Demokrasi Avrupaya havadan düsmedi. Fransiz ihtilalinden sonra Avrupa cok calkantili anlar yasadi. Kendi arasinda gerceklesen savaslarin yaninda iki büyük dünya savasinin da cikis noktasi oldu. Kavgalarin cikma nedeni ne olursa olsun kavga sonrasi hükümetlerin demokratik yapi aldiklari görülmüstür. Tek kisilik hükümet biciminden kuvvet dagiliminin oldugu cok partili bir sisteme gecis yapilmistir. Eski deneyimlerden yola cikarak gücün tek kiside toplanmasi önlenmis, devletin vatandasa keyfi baski yapmasinin önüne gecilmistir. Bu anlamda gerceklesen kavgalarin özgürlük kavgasi olarak da betimlenmesi mümkündür.

Tarihte görülmüstür ki, cogunlugun azinlik üzerinde baski kurmasi cok kolay olmustur. Sorunun cogunlugun söz gecirebilmesi degil, azinligin korunmasi oldugu anlasilmistir. Bu nedenle hem azinligi koruyucu hem de gücün tek kiside toplanmasini önleyen sistem yerlestirilmistir. Güc dagiliminin amaci da gücü kontrol edilir ve devleti hesaplanabilir hale getirmektir.

Asil söylenmek istenilen olgu devlet kurumlarini arastirmak degildi. Tarihin getirdigi yeni devlet yapilanmasi onca yüklü deneyimin karsiliginda gerceklesmis, bu nedenle de kazanilan deger anlasilir hale gelmistir. Degerler zor elde edilmistir, dolayisi ile kaybetmemek icin sistemin yerlesmesine tüm gücle sarilinir.

Demokrasi ilkelerinin yerlesmesi alttan gelen talebten dolayi, bireysel isteklerin birlesmesinden sonra dogmustur. Bu degerler alin teri ile kazanilmistir, hediye alinmamistir. Demokratik degerlerin yerlesmesi yukardan hediye edilerek de gerceklesebilir. Iyi niyetli bir yönetici demokratik sistemi uygun görebilir. Bu iyi niyet ne kadar asagiya ulasabilir? Alt tabaka bu degerlerin ne kadar farikina varabilir?

Degisen güncel olaylarla bilinc seviyesi ayni hizla ilerleyemeyebilir. Hatta degisimin ne oldugu kavranmayabilir de. Kavranamayan, farkina varilamayan sey ne kadar ayakta durabilir? Ayakta durabilmesi icin o degerin bireysel ihtiyac teskil etmesi gerekir. Ancak ihtiyac duyulan degerler ayakta kalabilir. Demokrasiyi ayakta tutan özgürlük degerinin ihtiyac olarak algilanmamasi demokrasiyi zayiflatacaktir. Demokrasiyi ayakta tutmak aktif fertlerin sistemde rol almasini gerektirir.

Üstten konma demokrasi ile lotto-totto'dan para kazananin arasinda güclü bir baglanti vardir. Iki örnekte de elde edilmis degerin degeri bilinmemektedir ve farkedilmemektedir. Iki örnekte de cabasiz elde edilmis degerler cok ucuza satilir. Birinde özgürlügü kisitlayici etkinlikler pek önemsenmedigi icin karsilik verilmez. Digerinde cok paranin getirdigi kismi özgürlük haddini bilmezlikle sonuclanir. Iki konumda da gelisen olaylarla algi ayni hizla gelismemistir. Degeri bilinmeyen kolay elde edilir seyler kolay kaybedilir.

Mittwoch, 25. Dezember 2013

Erkek kiz ayrimi ve zorbalik üzerine


Insanligin baslangicindan beri kadinlarin gücsüz fizige sahip olduklari, magaralarda saklanmasi ve korunmasi gerektigi erkekler tarafindan öne sürülmüstür. Güclü, kuvvetli erkekler kadinlari dis tehlikelere karsi korumalari durumunda kadinlardan ev islerini yapmalari beklenmistir. Onlar disarda tehlikeyle bogusup eve av getirecek ve kadinlar da evde güzel bir yemek hazirlayacaktilar. Erkeklerin güclü, kadinlarin ise becerikli olmalari beklenirdi. Is ayrimi ilk zamanlarda erkek ve kadinlarin dogasi gerektigi sekilde yapilmistir. Kadinlar gercekten de dogabilecek tehlikelere karsi tam donanimli degildiler. Onlarin güclü erkekler tarafindan korunmasi iki taraf icin de yararli is paylasimi olarak betimlenebilir.

Zaman gectikce insanoglu doga tehlikesinden korunmanin caresine bakmakla kalmamis, ayni zamanda onu yok edercesine geriye itmis ve ikinci dogasini gelistirmistir. Ikinci dogasi dogada dogal olmayan kültürden ibarettir. O artik doga ile ugrasmaktan ziyade hem kendini hem de icinde bulundugu toplumu gelistirmekle mesgul olmustur. Ciplak dogaya karsi güclü olmanin yerini insanlar arasi iliskiler almis, kas gücü yerini beyin gücüne birakmistir. Ikinci doganin gelismesi ile zorlama yerine ikna etmek gelmistir. Insanlar artik ortaklasa birseyler yapmak istediklerinde zorbalik yerine ikna edilmek istemislerdir. Kas gücü yerini dil gücüne birakmistir.

Ikinci dogaya, yani kültüre en hazirlikli olanlar kadinlardi. Kadinlar gücsüz olduklari icin dil gücünü kesfetmek zorunda kaldilar. Dil hakimiyeti onlara yeni olusan kültürde avantaj saglayacakti. Her ne kadar güc yerine iliskinin hakim oldugu bir ortamda kadinlar kendi güclerinin farkina varsalar da, erkekler ayni hizla degisim gösteremediler. Erkekler hala güclü olmanin bir avantaj sagladigini, eski geleneklerin sürdürülmesini istemislerdir: kadinlar evde, erkekler disarda hayat sürdürsünler.

Kas gücü üstünlügü zihin gücüne birakmasi ile kadinlari elde etme sekli de degismistir. Kadinlar artik av ile gelen erkeklerden mest olmamaya baslamislar, karin doyurmanin ötesinde zihinsel doyumu da istemislerdir. O artik „alinmak“ yerine kesfedilmek istemistir. Kendi gücünün farkina varan kadin gücüne uygun sekilde elde edilmeyi beklemistir. Kadinlarin bu tavri, erkekleri rol oynamaya itmistir. Rol oynamakla da erkekler dilini kesfetme sansini yakalamis, yeni ikna etme sekillerini kesfetmistir.

Dil ile gelisen yeni davranis sekilleri de olmustur. Kaba davranis yerini duygusalliga birakip, erkekler daha da kadinimsi görünüm almistir. Rol oynamak sadece sahnelerde kalmayip, güncel hayata da girmistir. Rol oynayan hem rol yaptiginin farkina varir, hem de oynamak istedigi rolün gercekci olmasina calisir. Erkek empati kurmayi böylelikle kadinlar sayesinde ögrenmistir. Empati ile güc yerini sevgiye birakmistir.

Erkek kiz ayrimi ne ise yarar? Erkek kiz ayrimi simdiye kadar yol alinmis gelismeleri geriye döndürmeye, insani dogal duruma tekrardan götürmeye, gücün hakim oldugu ve kati rollerin daha da katilasmasina yarar. Kadinlar objelestirilir, tekrar „almak“ ve „vermek“ hakim olur. Ikinci doga yavas yavas gücünü kaybeder ve en büyük avi eve gitiren, istedigi kadina sahip olur. Erkek rol yapmamasi ile dil becerisini yitirir, kendini baskasinin yerine koyma yetisini de kaybeder. Oysa oyun oynadikca bu yetiler gelisebilirdi.

Rol oynamanin kisitlanmasi erkegi tekrar „erkek“ yapar. Cinsel duygusunu gidermek istediginde kadini „alir“ ve tatmin olur. Kadin onun duygularini gidermek icin vardir. Dil becerisi ile kadini fetethmesine gerek yoktur. Kadin ile erkek arasinda dram yasanmaz. Hayat sadelesir ama derinligini de yitirir. Kadini almakta sorun görmez. Tabiatinin gerektirdigini yerine getirdigini zanneder, zorbalik ettigini, kadina tecavüz ettiginin farkinda degildir. Doganin geregini ayni anda yerine getirmemesi gerektigini, istedigi zaman istedigini alamiyacagini, almak istedigi zaman sabirla fethetmesi gerektigini unutacaktir.

Montag, 23. Dezember 2013

Iyilik ve güzellik üzerine


Dostojewski herseyin iyi oldugunu ama insanoglu iyiyi göremedigini, gördügü takdirde ise hemen mutlu olabilecegini söyler. Iyiyi göremedigi icin mutsuzdur o. Dostojewski burada nasil bir iyilikten bahsediyor? Ona göre iyilik insan disinda, disarda bir yerde olmasi gerekiyor. Insan disinda olan birsey insanin arzusundan, isteginden bagimsiz birseydir. Onun var olmasi insanin varligina bagimli degildir, o halde iyilik cikarcilikla alakali birsey degildir. Insana göre iyilik degismez. Iyilik karsisinda her insanin ayni tavir sergilemesi gerekir ki insandan bagimsiz olasin.

Iyiligin insanin disinda olmasi onun kavranamiyacagi anlamina da gelmez. Metafiziksel bir olgu degildir iyilik. Iyilik aninda hissedilebildigi gibi kaynagi belli degildir. O aniden ortaya cikar. Iyilik bilince düstügü zaman iyilik sayilmaz. Bilinc degerlendirir. Her degerlendirmede kimin yararlanacagi konusunda fikir yürütür. O kazanani ve kaybedeni hemen tespit etmek ister. Iyilik dile düsmedigi anda, sessiz kaldigi anda iyiliktir. O cevresi ile bütünlestiginde, kendisinin cevresi ile gelisme gösterdigi anda iyilik yapmis olur. Her yapilan iyilik geri dönüsümlüdür. Cevresini gelistirdigi gibi kendisini de gelistirir. Geri dönüsüm ayni anda gerceklesmez. Arada zaman farki oldugu icin geri dönen iyiligin nerden kaynaklandigi pek bilinmez. Herkes gibi bir hesap yapmak gerekirse, iyilik insana iyi bir hayat sürdürmeyi saglar ve yaptigi isler basitlesir. Eline aldigi seyler sanki kendiliginden oluyormus gibi gözükür.

Kendiliginden olusan seyler iyidir. Iyilik ne kadar aninda gerceklesse de güzelligin ortaya cikmasi zaman alir. Güzellik disarda bizden bagimsiz birsey degildir. Güzelligin görülmesi ögretiden gecer. Sanat eserlerindeki güzelligi kavrayabilmek icin sanat tarihini irdelemek gerekir. Ondan önceki sanatcilarin düsüncelerini bilmesi gerekir. Gecmisi bilinmeyen bir bina üstü üstüne konmus tas yiginindan baska birsey degildir. Binaya güzelligi veren o binanin tarihidir. Iste bu yüzden güzelligi görmek icin hazir olmak gerekir. Insan ancak kendini hazirladigi zaman güzelli fark edebilir. Egitim güzellikten önce gelir.

Güzellik emek ister. Emek ise emekleyenin tüm hücrelerine yansir. Vücutta en belirgin yer güzelligin surata yansimasidir. Her edinilen deneyim suratta ifadesini bulur. Cok engebeli bir surat sahibinin deneyimli oldugunu gösterir. Güzellik deneyimde yatar. Buna ragmen güzellik denince genelde cocuksu bir surat tercih edilir. Cocuk surati masumiyeti simgeler. Genc kalmislar arasinda genc gözükmek masumiyeti temsil ettiginden dolayi güzellik cocuksu bir yüz alir. Bicak altina yatmak da masum gözekmenin arka yüzüdür.

Tekrardan cocuk olma arzusu bilgisizligi bilgiye yeglemekten baska birsey degildir. Pürüzsüz bir yüz ifadesi ile masum gözükmek, cocukluktaki duyulmus olan güvceye tekrar erismek istenir. Bu anlamda güzellik zamansiz ve deneyimsizliktir. Bu genel kani güzellik kavramina ters düser. Güzellik zamana tabidir ve zamanda iz birakir. Güzellik bir nevi kavramaktir. Güzellik bir sey deneyimlendigi zaman, birsey kavradigi zaman duyulan histir. Güzellik ögrenilir ve ögretilebilir. Iyilik gibi aninda gerceklesmez.

Sonntag, 22. Dezember 2013

Degisim ve dönüsüm üzerine


Werde der, der du bist!

„Olmak istedigini ol!“ der Nietzsche. O halde ne olabiliriz? konusunda fikrimiz olmasi gerekiyor. Gercekten de her istedigimiz seyi olabilir miyiz? Einstein, bir baligin ucma yetisine göre degerlendirildiginde ömrü boyunca aptal oldugunu zannedecegine isaret eder. Balik kendini kus zannettigi zaman ucmaya kalkistiginda tabii ki kendinin aptal oldugunu zannedecektir. Ona ucmak icin kanat degil, yüzmek icin yüzgec verilmistir. Kendini degerlendirmekte yanilgiya düsmüstür o. Insan istedigini olabilmesi icin kendisini tanimasi sarttir. Yüzgecinin olmadigini, yüksek beklentilerden de arindirilmis olunmasi gerektigini bildigi durumda gercek potansiyalini kesfetme firsatini bulacaktir.

Kendi kendini tanidikca potansiyelini kesfedecek, kesfettikce de kendi kendini daha iyi taniyacaktir. Tanidikca tabiatin ona öngördügü potansiyeli doldurma sansi bulacaktir. Tabiatin disina cikamaz o. Tabiatin ona neyi lütfettigini de önceden bilemez. O halde denemekten baska caresi yoktur onun. Denedikce kendi becerisini gelistirecek, becerisi gelistikce de daha degisik seyler deneyecektir. O potansiyelini gelistirmekle el becerisi gelistirir. Gelistirdigi el becerisi dista maruz kaldigi sinyallere daha iyi anlam verebilmek icindir. O sinyallerle daha iyi iliski kurabilmek icindir. Iyi iliski kurabilmek esnekligi de beraberinde getirir, her sarta karsi daha iyi yanit verebilme yetisinin gelistirilmesini saglar.

Einstein'in degiminde ucmak meselesi zannedildigi kadar da olanaksiz degildir. Balik baligin ne olabilme potansiyelini kesfetmesinden sonra yaratici olma konusunda büyük bir adim atmis olacaktir. O balik oldugunu bilir ama balik olmakla da yetinmez, o artik ucmak ister, o birseyler yaratmak ister. Kendisini sinirlayan su ancak yaraticilik ile asilabilir. Tabiatini kesfeden biri tabiatin ona verdigi sinirlari asmak isteyecektir. O özgür olma kokusunu almistir bir defa. Tam özgürlük kendi potansiyelini kesfedip yaratici olabilmektir. Kendisini baglayan sartlarin esnemesi halinde daha özgürlesecektir.

Özgürlügü kisitlayan faktör distan bize atfedilmis olanidir. Gercek potansiyelimizin tümünü bildigini zannedenler tavsiyede bulunup bizi tehlikeden korumak istediklerini söylerler. Gercekten de korurlar da. Belki de kendileri cok aci cekmis olabilirler, cocuklarinin da ayni aciya maruz kalmalarini istemeyeceklerdir. Cocuklarina kolaylik saglayip iyi bir yasam saglamalarinda katkida bulunmak isteyeceklerdir. Tüm tehlikeden korumak ulasilmak istenilen amaca ulastiracak midir? Ucma denemesini yapmamis birinin kanatlari ne kadar gelisebilir ki? Aciyi tatliyi tatmamis biri ne kadar aciyi ve tatliyi deneyimlemis olur? Iyiyi kötüden, güzeli cirkinden nasil ayirt edebilir ki? Kendi basina nasil karar verip kendi ayaklarinin üzerinde durmayi ögrenebilir ki? Verdigi kararlarin neye dayanarak verildigini nasil ögrenebilir ki? Dayanaklarin yanlis olmasi halinde onlari nasil gelistirebilir ki?

Koruma amacli önerilerin icselletirildiginde o sahis kendisinin yeteneksiz ve kendinden cok baskalarina güvenmesi gerektigini ögrenecektir. O kendini baskasinin emrine itaat etmesi gerektigini ögrenecektir. Kendi potansiyelini kesfedemiyecektir. Özgür olma yolunda geri adim atmis olacaktir. O kendi potansiyelini özgürlestigi anda kesfedecektir.

Freitag, 20. Dezember 2013

Geriye dönük kehanetler


Olaylara sonradan bakildiginda herseyin anlasilir oldugu zannedilir ve o olayin öyle gerceklesmesi zorululugu konusunda „masal“ üretilir. Bu konuyu cok iyi betimleyen almancada „fabulieren“ diye bir terim vardir. Fabulieren „Fabel“'den gelir, yani masaldan. Fabulieren burada uydurmak anlaminda kullanilir. Belirsizlikten kurtulmak icin bagli olmayan olaylar arasinda bag kurmaya calisilir. Bu da esrarengiz boyutlari alir.

Gecmis olaylara geriye dönük bakildiginda hersey gerceklestigi gibi zorunlu olmasi gerektigi kanisi hakimdir. Geriye bakildiginda sanki hersey biliniyormus gibi bir durum yaratilir. Sonradan olaya uzaktan bakildiginda gercekten de yol haritasini göstermek mümkün olabilir. Gecmis olaylara göre teoriyi uyarlamak da mümkündür. Teorinin uymayan yerleri yontulur, bazi uyusmayan seyler eklenir, sonra da „gercegi“ aciklayici mükemmel bir teori ortaya cikar. Geriye dönük anlatildiginda anlatanin kain oldugu zannedilir. Ama hic de öyle degildir. Geriye dönük bakildiginda herkes kaindir zaten, cünkü yapilan o uyarlamalarda „uydurma“ yapildigi göz önünden kacar.

Ne kadar gecmise dair iyi teori üretilse de gelecek daima beklenenden degisiktir. Gelecek sürekli sürpriz barindirir. Nedeni cok basittir: Baslangic degerlerin ayni olmamasindan kaynaklanir. Degerlerin en kücük sekilde oynamasi bile uzun zamanda kaotik durumlara sebep olabilir. Kücük calkantilarin etkisi gelecekte firtinaya dönüsür hale gelir. Kelebegin bir kanat cirpmasi tüm olaylari etkilemeye yetebilir. Gelecegi öngörmek bu nedenle zor olmakla kalmaz, hatta imkansizdir.

Örneklerle konusmak gerekirse borsa kainlerinden bahsetmek yanlis olmaz. Guru diye de adlandirilan kainlerin gecmisteki kurlar hakkindaki „bilgisine“ gibta ile bakilir. Konusmalari dinlendiginde gercekten herseyi bildikleri zannedilir. Ama gelecek icin öngörüde bulunduklari anda gercek bilgilerinin ne ise yaradigi anlasilir. Mesela yil sonunda belli bir endexin nerede olacagini tahmin etmeleri istendiginde gercek mesele anlasilir. Uzun vaadede kurlarin nereye gidecegini tahmin etmek kelebek etkisi yüzünden olanaksizdir. Meteroloji de oldugu gibi bir haftalik tahminlerin tutmasi daha olanikli gözükür.

Diger baska örnek ise dini hikayelerin anlatiminda karsilasilir. O hikayeyi anlatan, bir tanri edasi ile gerceklesmis hikayeyi yorumlar. O, hikayenin öyle olmasi gerektigi konusunda hic süphesi yoktur. Hikayeyi anlatma gayesi o hikayenin örnek alinmasi gerektigidir. O hikaye gibi gelecekteki olaylarin da ayni sekilde gerceklesecegi izlenimi verir. Sadece izlenimle kalmaz, o hikayenin ayni sekilde tekrarlanmasini da isteyecektir. Hikayedeki bahsi gecen sahislar gibi giyinir, kusanilir. Onlar gibi hareket etmek istenilir. Hikaye hikaye olmaktan cikmistir artik, o normal hayatin bir parcasidir. Hikaye hikaye oldugu icin mi gerceklik kazanir, yoksa betimledigi roller icsellestirildiginden dolayi mi, belli degildir. Ayni ortamda bulunuldugu müddetce, rollerin benimsenmesi durumunda hic sorun yasanmaz. Oynanan rollerin rol oldugu ancak ve ancak oyun bozanlar tarafindan bozuldugu takdirde veya ortam degisiminde anlasilir. Oyun bozanlar sevilmez. Onlar dislanmakla kalmaz, firsat ele gectiginde yerin dibine bile sokulur. Oyunun bozulmasi halinde tüm yasam gayesi anlamsizlasmis olur. Hiclik ile tehdit edilen kendi dünyasini kurtarmak icin herseyi deneyecektir. Gerektiginde zorbalik bile yapacaktir.
Gecmisteki gerceklesmis olaylar sadece baz alinmalidir. Onlar belli sartlarda insanlarin nasil davrandigi konusunda örnek teskil eder. Coklu örnekler davranis alanini genisletmek icindir. Onlara sarilip ayni seylerin gerceklesmesini beklemek sergilenen o davranislarin sabitlenmesini saglar ve davranis alanini sinirlar. Sinirlayici teoriler degil de, alternatif davranislarin sayisini arttirici teoriler desteklenmelidir. Geriye bakildiginda davranis esnekligi kazanilmadigi takdirde kelebek etkisinin hakki verilemez. Kelebek etkisi her kalibin kirilmasina neden olur.

Dienstag, 17. Dezember 2013

Özgürlüge övgü


Biz yerden geldik, yere gideriz. Yer bizi kendine cektigi gibi, herseyi de kendine ceker. Zorunlukluk yere bagli olmaktan kaynaklanir. Bu nedenle bagliyiz, bagimliyiz. Tüm ihtiyaclarimizla yere bagliyiz. Zorumlulugun farkinda olan kafa, yere mesafelidir. Ayakla arasinda hava vardir. Yüksekte oldugu icin havadadir. Ucma tadini almistir bir kere. Kuslar gibi özgür olmak ister. Yanliz ayagi ile yere baglidir. Sürekli ayni yerde durdugu takdirde de yere, daha derinlere kök salar. Degisim kismen kök salmayi önler. Degisimin cok fazla olmasi da bas döndücü olabilir. Neyi ne icin yaptigimizi pek fark edemeyiz. Olgularin arkasinda yatan „amaci“ algilamak zorlasabilir. Ne kadar kök salmak bizi yere bagli kilarsa degisimin verdigi „sarhosluk“ da ayni etkiyi yaratabilir.

Degisimin hizi bilinci etkiler. Cok hizli degisim bilinci kilitler hale getirir. Degisime odaklanmis bilinc burnunun ucundan haric baska sey göstermez. Gercek saklanmak isteniyorsa „kirli bilgilerle“ daha verimli olunabilir. Bilinci kilitleyen gürültüden ancak uzaklasarak kurtulunabilinir. Gürültüden yararli birseyler cikarmak zamanla disardan gelen etkiyi azaltarak gerceklesebilir. Insanin kendi kendini bulacagi, herseyden arinacagi bir yeri olmali. Her zaman ve her yerde erisebilir olmak da onu gürültüye mahruz birakmak anlamina gelir. Disardan gelen cagrilara cevap vermek zorunda kalmak insani bagimli kilar, onu sarhos eder. Ve aranmadiginda da her bagimli gibi eksikligini hisseder. Bilinc dikkati dagitilmaya alismistir bir defa.

Dikkat dagilimi önemli ve önemsiz seyleri ayirt etmeyi güclestirir. Enformasyonun yogunlugu yere baglayabilecegi gibi, az olusu havalandirabilir de. Havalanmayi önleyici degisik etkenler olabilir. Cevresindekiler onu sürekli asagiya cekeceklerdir. Gözünü korkutmayi her firsatta deneyeceklerdir. Hatta onu tehdit bile edeceklerdir. Onlar ayni davranilmasini, herseyin hesaplanabilir olmasini isteyeceklerdir. Istedikleri tek sey güvencede hayatlarini sürdürebilmektir. Güvence ile hayatin canliligi ters orantilidir. Güvencenin artmasi canliligi baltalar.

Kuslardan esinlenip ucma istegi hep vardir. Kanatlari takmakla bagimsizlik elde etme yolunda büyük adimlar atilmis olunur. Kendi kendine deneyimleyip, deneyimlenen seylerin zevkine varilir. Bölük pörcük algilanan seylerin bütün resme dahil edildigindeki duyulan haz, becerikli olmanin verdigi özgüven artisi ve bu degisimin tüm hücrelerde hissedebilir olmasi onu özgür kilacaktir. Yaratmak özgür kilar. Kendi yarattigi ürünün verdigi haz hic birseyle karsilastirilamaz. O kendi kuralinin da yaraticisidir. Kabul görmüs kurallara uymak yerine o kendi kuralini koyacaktir. Koydugu kural sadece kendini baglayacagini bilir. Baskalarinin uymasini beklemez. Ama baskasi kendisine uymasini isteyecektir. Kendi yolunu sonuna kadar gitmesi icin cesaretli olmasi gerekir. Gittigi yolda yanlizdir. Kismen yoldaslarla karsilasabilir ama yine de yoluna yanliz devam etmek zorundadir.

Freitag, 13. Dezember 2013

Enformasyon ve bilgi üzerine

Bilgi ile enformasyonu ayirt etmekte fayda vardir. Birbirine karismasi karmasaya yol acabilir. Ikisi arasinda bag vardir, yanliz ikisi bir degildir. Güncel dilde ikisi arasinda pek ayrim yapilmaz. Biri digeriymis gibi algilanir. Genelde enformasyon denilen olgular bilgi diye adlandirilir. Bu nedenle neden bahsedildigini iyi bilmek gerekir.

Enformasyon teorisinde enformasyonlarin sürpriz ve beklenmedik olaylara verildigi söylenir. Enformasyon kendini arkaplandan ayirir. O ayrilmis tekil bir olgudur. Baska seylerle pek iliskisi olmaz. Baska anlami ile o olaylari „haber“ verir. Haberlerde izledigimiz bizim bilgi diye nitelendirdigimiz seyler enformasyondur. Enformasyon degerlendirmez. Olaylari oldugu gibi vermeye calisir. Enformasyon belli bir taraftadir.

Bilgi iliski üzerine kuruludur. Bilgi kurgudur. Kurgular ya dogru olurlar ya da yanlis. Bilgi enformasyonu kullanarak birsey kurgular. Kurguladigi seyler denenir olmalidir. Baskalari tarafindan da cürütülebilir olmalidir. Bilgi eski enformasyonu kullanarak gelecekte varsayimda bulunur. Bilginin dogruluk payi önerisinin tutup tutmadigina baglidir.

Bilgi kisi ile iliskilendirilmelidir. Iliskilendirilemeyen bilgiler havada kalir. Özü ile iliskilendirilen bilgiler dönüsüm destekleyici bilgilerdir. Gercek bilgi kisiyi dönüstürür. O yeni bir durum yaratir. Fizigine intikal eder. Bilgi deneyimle bütünlestigi anda fizik ile percinlesir. Bilgiye sis düstügünde o sisin izi vücutta da hissedilir. Aci olarak kendi gösterir. Vücutta da duyulan uyumsuzluklar zihni etkiler. Tek yönlü degildir bu.

Enformasyonlari da vücuda percinlemek mümkündür. Tekrarlayarak kelimeler vücuda percinlenir. Percinlenen seyler hayati otomatige baglar. Hersey iyi gittiginde sorun yasanmaz. Karsit düsünceler veya tesadüfler kirilma yasatir. Beklentiler gerceklesmedigi zaman aciya dönüsür. Vücutta o aciyi hissetmek mümkündür. Insanin ya kalbi daha hizli atar, ya da kizginliktan kip kirmiziya dönüsür.

Reklam tasarimcisi bilginin vücut ile isbirligi yaptigini bilir. O enformasyonlar tekrarlanir sloganlarla bilinc direncini gecer ve vermek istedigi mesaji vücuda percinletir. Basarili olanlar bilirler ki kücük bir sinyal vücuttaki aci veya zevk hissini tekrar yasatir. Bu durumdan kazanc saglamak mümkündür.

Tekrarlamayi alet olarak kullanan kücük gruplar da vardir. Iclerinde gelistirdikleri rituellerle ayni seyleri tekrarlayarak, ayni seyleri ayni tonda okumayarak vücutta iz birakmayi basarirlar. Özel secilmis kelimeler veya davranislar artik onda ayni hisleri yasamasini saglar, o uzaktan komanda edilir hale gelmistir.

Vücuda percinlesmis enformasyonlar veya bilgiler artik o kisinin gercegidir. Bu dile dökülemeyen ama vücutta percinlesmis gerceklerdir. „Gercek benim“ demenin arkasinda yatan gerceklik de budur. O seviyedeki bilgileri artik degistirmek veya onlardan kurtulmak imkansiz gibi gözükür. Bu nedenle agac yasken bükülmelidir. Kücük yasata tekrardan kacmak, hayata tesadüfün girmesine izin vermek o gercekligin sürekli esnek olmasini saglayacaktir. Sürekli tekrarlanan, bilincsizce yapilan seylerin nedeni sorgulanmasi tekrarlamayi kismen durduracaktir.

Bilgi kendini sürekli yeniler. Yeni bag kurdukca eski baglarin yerine yeni kurgular alir. Bu bir sürectir ve sonu yoktur. Zamanda duraklamak bilgiyi percinlemektir.

Güncel konularin yorumlari üzerine

Okumanin önemi üzerine tartisilmaz. Herkes genel anlamda ayni fikirdedir. Fikrin ayrismasi neyin okunmasi üzerine, hangi konularin daha faydali olacagi üzerine yogunlasir. Bazilari herseyin okunmasi gerektigi kanisindadir. Bu nedenle „oku“ emrinin okuma-yazma becerisini kazanmakmis gibi bir hal oldugu algilanir. Bazen gazetelerde eski kitaplarin geliri düsük düzeydeki ögrencilere verilmek üzerine toplandigi görülür. Asli itibari ile iyi bir yaklasimdir ama eylemin gercekten verimli olup olmiyacagi ne kontrol edilir ne de sorgulanir. Kitap toplamakla toplumsal sorumlulugu yerine getirmis olma hissi rahatlaticidir. O artik elinden geleni yapmistir, ögrenci ne yaparsa yapsin, onu ilgilendirmez. Özüne bakildiginda bu caresizlik degil midir? Ögrencinin onuru ile oynamak degil midir? Okunmadigini bildigi halde, cöpe atmak yerine kendi önüne konmus kitaplarin ne kadar onur kirici oldugunu ögrenci dile getirmese bile hissetmiyecek mi? Bu ise yaramaz kitaplardan ögrenci nasil faydalanacak? Hic sorgulanmaz.

Kitaplarin önemi kadar onlarin secimi konusunda da hassas olunmasina ve konularin aciklayici, iyi dilde yazilmis kitaplarin secilmesine özen gösterilmesi gerekir. Gazeteler veya dergilerle arasindaki fark kitapta bahsi gecen konularin daha deririne ele alinma imkanidir. Temel bilgi veren kitaplarin yaninda, konularin tarihcesini aciklayici kitaplar secilmelidir. Ögrenciler kamuoyunda kullanilan deyimlerin anlamini bu kitaplardan ögreneceklerdir. Kitaplar bag kurucu olmalidir. Konular arasindaki iliskiyi aciklayici olmalidir. Konular arasinda iliskinin nasil kuruldugu ve bu iliskilerin nasil test edilebilecegi konusunda bilgi vermelidir o kitaplar. Bir konunun bastan sona kadar sistematik sekilde aciklanmis olmasi gerekir.

Burada verilecek bilgilerle ögrenci hayata daha iyi hazirlanacaktir. Secim yapmayi temel bilgiler sayesinde ögrenecektir. O bilgiler sayesinde iyiyi kötüden ayirt edip kendi yolunu cizecektir. Gazete küpürlerindeki verilmek istenilen mesajlari daha iyi anlayacaktir. Bu nedenle öndenemenin okulda yapilmasinda fayda vardir. Hata yapmaktan korkmamali. Hatta hata yapmain en güzel ögretici oldugunu göstermek gerekir. Kitaplari tartismak, savunulan bilgileri gerekcelendirmek okulda ögrenilmelidir. Taraf tutmak yerine fikirlerin tutarli olusu ve fikirlerde dogruluk payinin yüksek olusuna dikkat edilmelidir. Deneyimli ögretmenler sayesinde ögrenciler olgular arasinda iliski kurmasini ögrenmeliler. Kurguladiklari iliskileri nedensellestirmeyi ögrenmelidir. Nedenleri iyi temellere oturtmayi, kendi aralarinda takim calismasi yapmayi, takim arkadaslari ile görev paylasimini, arkadaslari dinlemeyi ve kendi görüsünü savunmasini ögrenmelidir. Ögrencilerin kendi aralarinda ilgilendikleri konulari inceleyip sinif ortasinda sunma sansi olmalidir. Hem konu arastirma yetisi hem de seyirci karsisinda konusma cesareti yükselecektir.

Yorum yapmak bir sanattir ama gizli bir sanat degildir. Ögrenilebilen ve ögretilebilen bir sanattir. Yorumun arkaplana ihtiyaci vardir. Yorum dogru saydigi zeminler üzerine insaa edilmelidir. Bu yüzden temelin saglam olmasi yorumlamayi da kolaylastiracaktir. Yorumlanmak istenilen konu üzerine daha önceki düsünceleri irdelemek o konu hakkinda bilgi sahibi edecektir. Konunun enini, boyunu irdeleyenleri okumak o konuya yakin konulari yorumlamakta yardimci olacaktir. Bu nedenle klasiklerin okunmasi yararli olacaktir. Her düsünce ondan önce söylenmistir. Söylenilen o düsünceler tekrar yogrulmasi, hazmedilmesi gerekir. O nasil anladigini kendisi irdelemelidir, deneyimlemelidir. Konu hakkindaki zaman, mekan ve olusum havasinin bilinmesi daha iyi anlamaya neden olacaktir. Söylentileri bu etkenlerden arindirmak demek, onun anlasilirligini baltalamak demektir. O halde söylenen cümleyi söyledigi kültürden alip baska bir kültüre yerlestirmek dogru olmaz. Yabanci kitaplarin tercümesi okundugunda yazarin kültürü hakkinda biraz bilgiye sahip olmak gerekir, cünkü o yazar genelde kendi kültürünü yansitacaktir.

Gazete küpürleri genelde aciklayici amacli degildir. Cogu gazeteler cok ragbet gördügü icin slogan seklini destekler. Slogan amacli yazilar söylenilen „dogrunun“ bilindiginden yola cikar. O halde aciklayici olmaz. Aciklamadan cok kendilerine destekleyici ararlar. Bu tür yazilar amaclidir. Onlar kitleyi yönlendirmek, kendi amaclari dogrultusunda etkilemek ister. Yazinin dogrulugu yaninda hisse hitap etmesi beklenir. Kendileri taraf tutar ve taraftar ararlar. Enformasyonu bilgi ile karistirirlar onlar. Enformasyonu bilgi diye satmaya calistiklari icin cogu karmasalar yasanir. Enformasyonlar bir seyi degerlendirmeye yaramaz. Deger bilgi ile türer. Bilgi aciklayicidir ama enformasyon degil. Aciklanmayan seyler enformasyondur. Enformasyonun dogruluk payi o seyin ya var veya yok olusu ile ilgilidir. Bilgi enformasyon üzerine kuruludur. Enformasyonlardan cikarma yapar bilgi. Enformasyonlari degerlendirir.

Üniversite sinavlarina hazirlanan ve cok soru cözen ne kadar kendini akilli zannetse de o enformasyon deposudur. Google ile arasinda hic fark yoktur. O da enformasyon ile bilgiyi karistirir. Enformasyonlari gelisi güzel depoladigi icin onlarla ne yapacagini bilemez, neleri cikarsayacagini bilemez. Kendisi ile enformasyonlar arasinda katedilmesi güc bir bosluk vardir. O enformasyonlarla ne iliski kurabilmistir ne de bir varsayimda bulunabilmistir. Onun icin o enformasyonlar birbirine bagimsiz kendi halinde olgulardir. Gercek bilgi dönüstürür. Bilgiye sahip olan dönüsür. Kendi özü ile birlestiginde o bilgiler daha da yükselir. O akillanmaz, bilgi showlarinda soru cözmez. Bilgiyi kendisi olusturur, olusturdukca da kendisi dönüsür. Kendi özüne degil ettigi zaman da o bosluk dolar. O bosluk hic bir zaman tam dolmayacaktir ama dolabilecegini hissetmek ona ferahlik verir.

Yorumlamak da bilgiye dahil olmaktir. Her enformasyon üzerine yapilan cikarimsama bir yorumdur. O yorumlarin dogruluk payi olmasi yorumlari bilgiye dönüstürür. Bilgi yorumun bir üst kademesidir.

Kibirin maskesi

Gercegin önünde duran düsmanlardan biri de kibirdir. Narsist kendini yetkin oldugu kanisi ile güclü hisseder ve kandirir. O kendi kendine asiktir, gözü kendinden baska sey görmez. Kibirli insan da kendi kendine asiktir ama baskalari tarafindan da fark edilmeyi ister. Sadece fark edilmeyi degil o ayni zamanda fark edenlerin aci cekmelerini de ister. O aci cekenlerden zevk alir. Sadece üstün oldugunu zannetmez, bunun hissedilmesi gerektigini de ister. Kendisi aci cekmistir. Aci cekmenin sira ile oldugu kanisindadir. Sira ona geldiginde tüm yetkisini kullanip kendisine aci cektirenlerden öcünü alacaktir.

Asker egitimi yapmis olanlar bilirler ki her yeni katilan eskiler tarafindan aci cektirilir. Eskiler aci cekmislerdir ve sirasi geldiginde yenilerden öclerini alacaktir. Elit tabaka da kendinden asagida olanlarin bas egmesinden zevk alacaktir. Ayni davranisi ortodoks din adamlarinda da rastlanir. Onlar da „kafirlere“ yerin dibine sokarcasina bakarlar. Kafirlerin kendilerini suclu hissetmelerinden aldiklari zevk baskadir. Futbol takimi fanlarinin rakip takimi yendigi zevki baska bir yerde tadamazlar. Kendilerinin üstün oldugunu göstermek yetmez, rakip takimi yerin dibine sokmak gerektigini savunur.

Grup ayni hissi paylasanlardan olusur. Ayni duygulara sahip olmak onlari birbirine daha da yaklastirir. Duygunun sagladigi bagi düsünce olusturamaz. Düsünce sabit baglayici güce sahip degildir. O gelici ve gecicidir. Dolayisi ile düsünce bazinda gruplasma kismen zamana baglidir. Duygu kadar saglam degildir. Grubu saglam zemine oturtmak icin alinan zevkin geleneksellesmesi gerekir. Geleneksellestirilmis duygular özerkligini yitirirler. Artik keyfi olmaktan cikmis tüm toplum tarafindan tastiklenmis olur. Aci cekmek ve cektirmek herkesin paylastigi dogal bir hal kazanir. Törenler yapilir, gecitler yapilir ama hepsi kendi grubunun diger gruplar üstünde yaptigi ezikligi tatmak icindir.

Kibirin arkasinda az gelismis ve saptirilmis özgüven vardir. Saptirilmis özgüven özgüvenini baskasini asagiladigi sürece alir. Onlari asagida tutabildigi sürece alir. O kendi degerini baskalarindan alir. Kendi kendisi ile yüzlesen biri ise mahruz kaldigi güclerin kaynagini bilir. Körü körüne o güclere „yem“ olmaz. O bir bilim adami edasi ile o güclerin maskesini düsürmeye ve kendisindeki etkiyi azaltmaya calisir. Tüm etkilerden kurtulmasi imkansizdir ama yine de neyi ne icin yaptiginin farkinda olur. Gizli güclerle tanismis olmasi ona daha duyarli olmayi saglar. Onlari kontrol edemiyecegini bilir ama farkinda olmak onlarin atesini alir. Onlarin zarar vermesini en aza indirger.

Kontrollü bir hayat ve zarar vermemeye calismak caliligi elden alir. Canlilikla beraber grup hayati da tehlikeye düser. Gruptaki canliligi ayakta tutmak icin herseyi dramatize etmek, marjinellestirmek gerekir. Yangina körükle gitmeye benzer bu. Duyulan özgüven gruba baglidir. Aslina bakildiginda buna özgüven demek yanlistir, bu grup icerisinde erimektir. Her özgüven artirici, her maske düsürücü islem grup hayatini tehlikeye düsürecektir. Cünkü bir gördügü sey eskisi gibi olmaz. Onu artik göremiyorum diyemez. Kin duydugu halde onun sanlandirilmasindan bir daha nasil zevk alabilir ki? Aci cektirmeyi alet edinen bir zihniyetten nasil zevk alabilir ki? Bazen dogru seyleri yapmak adina canliligi da feda etmek gerekir.

Borsa uzerine bir kac dusunceler.

Borsa ile ilgileneniz var mi? Belki ilgileniyorsunuzdur. Burada kısaca irdelemek istediğim şey borsanın nasıl işlediği konusu değil, ben borsada oynayanın psikik durumu ile ilgileneceğim. Kanımca borsada yapılan en büyük hatalar arasında teknik konuya hakim olmamanin yanında psik etkenlerin de büyük rol oynadığı kanısındayım, belki de teknik bilgiden daha önemlidir psik bilgiler.

Sahip olma ve kaybetme korkusu spekülatörü en etkileyen faktörlerden ikisidir. Sahip olma duygusu bizi şöyle kandırır. Borsaya yeni başlayanlarda çoğunlukla görülmüştür ki ilk zamanları yaptıkları kâr payı onlarda sarhoşluk etkisi yaratır. Onlar kendilerinin borsayı çözdüğünü ve şanslarının sürekli boyle gideceğini zannederek daha da fazla riske girerler. Bu da zaten ölümcül oluyor.

Ilk yaptıkları kâr marjina sahiplenmislerdir artık onlar. Sahiplendikleri şeylerden kopmak onlara zor gelir, hatta duydukları acı fiziksel acı ile eşdeğerdir. Sahip olunan şeyi kaybetme korkusu onları adeta kilitler. Ilk girdikleri esnekliği yitirirler. Ellerindeki olan şeyleri kaybetme korkusu ve kaybettikten sonra adeta öç alma duygusu (eski seviyeye gelme isteği) onları belli bir hedefe sabit kalmalarını sağlar. Ve her kaybetme daha fazla acı verir ve daha fazla riske teşvik eder.

Ilk sahip olduğu seviyeye çıkmak için verdiği efor sonunda kendisini iflas ee noktasına sürükler. Bu nedenle "kendini bil" sözü borsada cok yerindedir. Kendini bilmeyip de her yapılan hata kayba yol acar. Hislerle değil her alım satım öncesi risk analizi yaptıktan sonra işlem yapılmalıdır. Borsada oynayan ilk önce kendi nefsini kontrol etmelidir, sonra da yaptığı riski en aza indirgemelidir. Riski en aza indirgeyen her iniş ve cikislardan faydalanmak istemez, zaten bu olanaksızdır da. O alacağı riski en aza indirgedigi için sadece gerekli yerlerde o alıp ve satım yapar.

Paylasmak ve bilgi üzerine


Bilgi genelde paylasilabilen ve paylasilamayan bilgi diye ikiye ayrilir. Ikisi de bilginin tek basina olusamiyacagi kanisini destekler. Insanin baska insanlara gereksinimi oldugu kanisini tasir. Paylasilabilen bilgi dile düsen deneyimlerdir. Bilgilerin dogruluk payi vardir. Onlar baskalari tarafindan da test edilmis olmalari gerekir. Bilgi baglantisiz gibi gözüken objeler arasinda bag kurar. Kurulan bu bagin test edilebilir ve cürütülebilir olmasi gerekir. Cürütülemeyen fantazi ürünlerine bilgi denmez. Bir de bilgi ile enformasyon arasinda ayrim yapmak gerekir. Enformasyonun dogruluk payi yoktur. O sadece objenin durumu hakkinda bilgi verir. Enformasyon degerlendirmez. O bir olayi nasil gerceklestiyse öyle vermeye calisir. Baska olgularla bag kurdugunda toplanan enformasyonlarla bilgi üretilir. Bilgi disarda degildir. Bilgi aktif rol üstlenen fertlerin girisimi ile gerceklesir. Bilgi degerlendirir. Degerlendirdigi gibi kendisi de baskalari tarafindan degerlendirilir. Bilgide dogruluk payi aranir. Onun bir „ise“ yaramasi gerekir. Dogru olan bilgiler bir „ise“ yarar. Yaramayanlar da tarihin derinliginde kaybolur.

Paylasilamayan bilgiler deneyimler ve tecrübelerden olusur. El sanatlarindan tutun cogu becerileri bu tür bilgilere saymak dogru olur. Bu tür bilgiler dile dökülemeyen bilgilerdir. Ne zaman ve nasil ögrenildigi unutulmus ama her anda „el becerisi“ ile disa cikabilen bilgilerdir. Ögretilirken göstererek aktarilir. Cömez ustasindan taklid ederek ögrenir. Bisiklet sürmesini ögrenirken teorik aldigimiz dersler bisiklete bindigimiz zaman yeterli gelmez. Dengeyi saglamayi ancak bisiklet üstünde ögreniriz. Piano calmasini bilen bir usta nasil caldigini bilmez. Onun parmaklari adeta akillidir, nereye ve hangi tusa vuracaklarini kendileri bilirler. Nasil yapildigi üzerine düsünmek o bilgilerin disa cikmasini önleyebilir de. Kirk ayaga nasil bacaklari birbirine dolasmadan yürüyebildigi sorulmus, düsünmeye baslamis ve bacaklari birbirine takilmis, düsmüs.

Dile düsmek degerlendirmektir. Her terimin tarihi vardir. Her terim tarih icerisinde deger almistir, ona deger yüklenmistir. Tarihsiz terimler düsünülemez. Düsünülse bile onlara „deger almistir“ denmez, onlara dense dense „deger yüklenmistir“ denir. Deger almak ortak uzlasi gerektirir. O cogu saldirilara basari ile karsi gelmistir. O ayakta durmayi basarmistir. Onun belli bir dogruluk payi vardir. Deger yüklemelerin tarihi gecmisi yoktur. Arkasinda „Bu böyledir ve böyle olacaktir“ mantigi yatar. Gecmis ile ilgilenmez, o gelecegi belirlemek ister. Deger yüklemekle o seylerin sadece o sekilde görülmesi istenir. Cürütülemez ve test edilemez. O ancak kabul edilir.

Dilin zenginligi bilginin zenginligi ile es ese gider. Bilgi olgulari kategorize etmek ise ve her kategori de isimlendirme ise, böylece hem bilgi artmis hem de dil zenginlesmis olur. Bilginin artmasi ile yeni gereksinimler ortaya cikar ve her gereksinim yeni ismi gerektirir. Zaman icerisinde tutunabilen isimler kabul görmüstür ve ortaklasa gerceklige isaret eder. Her toplumun degerlendirme ve isimlendirme sartlari degisiktir. Ne kadar degisik dillerde bazi degerler örtüsmüs olsalar yine de her toplumun önemsedigi degisik bazi olgular vardir. Bu nedenle bir dilden digerine tercüme kolay olmaz. Bir dilde bahsi gecmeyen olgularin karsiti diger dilde olmayabilir. Iyi yabanci dil bilenler bunun farkindadir ve konusurken bir dilden digerine tercüme etmeyi yeglemezler. Onlar kaldiklari dilde düsünmeye calisirlar.

Paylasilabilen bilgilerin en az iki önemli görevi vardir. Birincisi bilgi diye vaat edilen olgularin test edilebilir, digeri ise bilginin suratle aktarilabilir olmasi. Bilginin aktarilabilir olmasi ve insanin aktarmaya yeltenmesi bu iki ayri bilgiyi birlestirir. Disardan edinilen bilgi o sahis ile alakali degildir. O sahis ile özdesmemistir. O sahis o bilgi ile oynamasi gerekir, oynadigi müddetce o bilginin eksik yerlerini kavrar ve o bilgi deneyimlenmis olur. Diger insanlara ögretmeye kalktiginda kullandigi terimlerin anlasilir olup olmadigini anlar. Anlasilmama durumunda baska anlatim yöntemi dener ve kendisi icin de yep yeni imkanlar dogar. O zamana kadar kendisinin bile düsünmedigi seyleri anlatirken farkina varir. Baskasina ögretirken o ayni zamanda kendisi de ögrenir. Ihtirazlara cevap vermeye calisirken yeni yollar kesfeder veya savundugu fikrin noksan yerlerini fark eder. Bilgi bilgi olmak icin görücüye gitmek zorundadir. Görücüde bilgi deneyim kazanir. O artik ezberlenmis bilgi degildir, o sahsin kendisi ile yogrulmus bilgidir.

Paylasmak

Karl Jaspers'in iletisim üzerine yaptigi tespiti kisaca söyle ifade etmek mümkündür: Iletisim risk almaktir (Kommunikation ist Wagnis ins Ungewisse). Riskli olmasina ragmen iletisim kurmaktan baska caresi yoktur insanin. Beraber yasamak istedigi sürece anlasmak zorundadir. Kendi dünyasinda konusmasina gereksinimi olmaz. Kurgularinin kralidir o. Kendi kaldigi müddetce bencil bir hayat sürdürür. O hayatta istedigini olma, istedigini yapma sansina sahiptir. „Ol“ dedigi anda olur, „yok ol“ dedigi anda yok olur hersey. Cocukluk halinden baska birseye benzemez bu durum.

Diger insanlari fark etmesi ile kurguladigi dünyayi dogrulama sansi bulur. Sadece dogruma sansi ile kalmaz ayni zamanda kendi dünyasini savunmak zorunda da kalir. Kendi dünyasinda emin ellerde iken iletisime gectigi anda sectigi dünyayi nedensellestirmek zorundadir. Neden o dünyayi sectigi anlasilmasi gerekir. Anlasilmayan dünya tastik edilmeyecektir, hatta saldiriya ugrayacaktir. Zayif zeminlere kurulan bir dünyanin ömrü fazla sürmez.

Irtibata gectikten sonra kendi dünyasinin yaninda baska dünyalari da kesfeder. Kendisinin dünya kurmakta yanliz olmadigini, baskalarinin da ayni yetiye sahip oldugunu ögrenir. Onlari anlamak icin empati kurmasi gerekir. Kendisini baskalarinin gözünden görmeye baslar. Baskalari ayna rolündedir. Kendi basina iken kurdugu dünya irtibata gectigi andan itibaren baska bir anlam kazanir. Gerektigi yerlerde eklemeler, gerektigi yerde düzeltmelerle dünyasi degisir. Dünya kurma eylemi hayati bir anlam tasir. Yeiniden kurguladigi dünya görücüye gider. O dünya artik baskalari ile rekabet etmek icin daha da güclenmistir. Kalkani daha da kalinlasmistir.

Hangi dünyanin ayakta kalip kalmiyacagina tarih karar verecektir ama o tarihin karar vermesini bekleyemez, o sabirsizdir. Cogu dahilerde oldugu gibi kendi görüsüne sadik kalanlar, kendi görüslerinden emin olanlar, toplumdan ayri bir hayat secip dislanmayi göz önüne alacaktir. O mütevazi bir hayat sececektir. Toplum göstermek istedigi gercekligi kabul etmekte henüz hazir olmadigini bilir. Zamani gelince kendiliginden dogrunun uzun vadede kabul görecegi kanisindadir. Anlasilmasi icin tüm nedenleri ortaya sermistir o. Anlasilmak icin zihinlerin hazirlanmasini beklemekten baska caresi yoktur. Bu nedenle toplumu disardan izler.

Diger taraftan kendi görüsünde emin olup da belli kitleyi arkasindan sürüklemeyi basaran biri tarihi kendisi yazmak isteyecektir. O da sabirsizdir ama fikir catismasindan kacinip zorbalikla görüsünü kabul ettirmek isteyecektir. Kayitsiz kalamaz, müdahale etmek isteyecektir. Fikrini savunmak diye bir derdi yoktur. Dogru oldugundan emindir o. Dogru olmasa bile fikri doygrusmus gibi yapip eylem yapmak isteyecektir. Aslinda fikir babasi degildir. O eylem pesinde kosar. Fikirden ziyade eylem ona cok daha cazip gelir. Bu nedenle de isine yarayan herseyi yerine geldiginde savunur, isine gelmediginde de reddeder. Kendi hedefini gerceklestirmek icin risk alamaz o. Fikrin gerceklesmesini tarihe birakmak risk almaktir.

Sunulan iki secenegin ötesinde diger bir görüs ise hem kendi kendini hem de digerlerin konumunu bilmekte yatar. Kendi konumunu bilen sirasi geldiginde kendi görüsünü nedensellestirmekten cekinmeyecektir. O kendi bildigini acik ve secik sekilde orataya serecektir ama kabul görüp görmemesini karsisindakine birakacaktir. Fikrin kabul görmedigi durumda kabul görülmeyenin sadece fikir oldugunu bilir o. Insana deger vermek fikrin kabul görüp görmedigine bagli degildir. Insan insan oldugu icin ayri bir degere sahiptir. O fikri tasiyicidan ayirmasini bilir. Bu nedenle de fikirlerle sonsuza kadar savasmasini ama katiyetle insana zarar verilmeyecegini bilir. Karl Popper'in de söyledigi gibi o insani öldürmek yerine fikirleri öldürmeyi yegler. Insansiz yasamanin olmadigini ama insanlarin icinde eriyip gitmenin de bir anlam tasimadigini bilir. O orta yol secmistir. Herkese kapisi aciktir, eve girmek iceri girmek isteyeninin kendi iradesine baglidir. Isteyen girer, isteyen cikar, hersey gibi fikirler de gecicidir.

Hepsi hikaye

Hic birsey yok! Hic birsey! Yüzyillarca din adamlari dünyayi acikladi. Cogunlugu etkiledi. Önemsendi. Vaazleri ile iyi bir hayat sürdürmeyi basardi, ama nafile. Hic birsey yok! Hic birsey! Ne bir kurtarici var, ne de bizi koruyacak iyilik perisi. Masal anlatildi, masal. Uykudan uyanmamak icin masal istedik, masal geldi. Gözü önündeki odunu göremedi ama göremedigini gördüm dedi. Biz de inandik. Sorgusuz sualsiz inandik. Ne yapacaksin? Biz istedik, o sundu. Uyutulmanin tutarini ödedik. O memmundu, biz memmunduk. Sikayet eden olmadi.

Bilim adami yeni yöntem gelistirdim, dedi. Söyledigim daha güvenilir, dedi. Test etme sansi, sorgulama sansi var, dedi. Din adaminin yerini almaya calisti. Yine sorgulamadik. Yine gözü kapali güvendik. Sürekli birileri anlatti, biz dinledik. Hep güvendik, hep. Yöntem degisti, anlatanlar degisti. Ama biz yine ayni kaldik. Sürekli masal istedik, sürekli masal geldi. Biz istedik, onlar verdiler. Masal degisti ama biz degismedik. Nerde hata yaptik?

Hata yapmadik ki. Nerde olsun? Biz sadece beynimizin uyrugunu yerine getirdik. O rahatlamayi istedi: Hikaye uydurdu. Ve uydurdugu hikayeye kendisi kandi. Hepsi bu. Olay bu kadar basit. Istenilen hemen oluyor. Hikaye mi istiyorsun, iste al! Senin olsun! Masal mi istiyorsun? Buyur, burdan yak! Hepsi hazirda. Uyduranlar ne icin uydurdugunu biliyor. Rahatlamakmis, güvence duymakmis....felan fistik iste. Artik ne amacladilarsa mezara götürdüler. Unutuldu. Sonra gelenler o uydurmacayi gercek zannetti. Ve ona tapmaya basladi. Büyük tapinaklar isaa etti. Yaninda ritueller düzenledi. Hikayeler daha da görsellesti, renklesti. Hayal edemeyen görebilir oldu. Hikayeler iyi hos ama ici bos oldu. Gercek amaci unuttuldu.

Yanlizdik, hikaye uydurduk. Baskalari ile beraberdik, hikaye uydurduk. Bazen kendi hikayemizi, bazen de tüm toplulugun hikayesini uydurduk. Uydurdukca yanliz olmaktan kurtulduk. Alkislandikca iyi hikaye oldugunu anladik. Gercek zannettik, oysa uzlasmaydi, kabul görmeydi. Onlar birer aracti. Hepsi isimize yaradi. Uyum sagladi. Ayni ritmde hareket ettirdi. Güvencedeydik ama baglandik. Hikaye disina cikanlari uyardik. Sen hikayen degilsin dedik. Hikaye icine geri aldik. Kendi ördügümüz hikayenin tutsagi olduk.

Sürekli hikaye örüyoruz. Hem kendi hikayemizi, hem de ortak hikayemizi. Uydurulan hic bir hikaye oldugu gibi kalmiyor. Birseyler eliyoruz, birseyler ekliyoruz. Geriye baktigimizda tutarli olsun. Bu hep böyle oldu, böyle de olacak. Bizden önceki hikayeleri kendi hikayemizi örmek icin kullandik. Gercegi simdi hangisi? Ilk uydurulan mi? Yoksa bizim uydurdugumuz mu? Ne fark eder ki? Hikaye hikaye olduktan sonra ilki sonu olmus, ne fark eder?

Hikayelerin arkasinda ne var? Bilmiyoruz! Belki de hic bilmeyecegiz. Bilmesek de bisey kaybetmeyiz. Tehlikeli olmasaydi, bilirdik. Hikayemiz bizi koruyor. Bu tehlikeden, bir hice düsmekten koruyor. Hepsi hikaye iste :-)

Mesafeyi korumali

Eski Yunan mitolojisinde herkes tarafindan begenilen genc delikanli, gururlu Narsist, her teklifi geri cevirirmis. Iclerinden cok israrli biri ölmeden önce tanriya ölümünün intikami alinmasi icin yalvarmis. Ve böylece Narsist kendi kendini doyumsuz sevmekle cezanlandirilip suda gördügü kendi resmine ölesiye asik olmustur.

Yasadigi proses izlendiginde Narsit'in üc evreden gectigi görülecektir. Uyku halindeki ilk halinden kendine duyulan ilgi ile ikinci bilinclenme evresine uyanir. Her uyanma bulunulan evreden özgürlesme evresidir. O bilinclenme ile uykulu halinden özgürlesir. Bilinclenme yepyeni hareket alani dogurur. O o zamana kadar hic yapmadigi, hic görmedigi seylerle karsilasir. O sevildiginin ve sevilmenin de basli basina bir deger oldugunun farkina varir. O, uykudan degerler diyarina uyanir. Kendi degerini baskalarinin ona gösterdigi degerden alir artik. O „Ben degerliyim“ der.

Her farkina varma kendi tehlikesini de beraberinde getirir. Her özgürlesme de o eski evreye mesafe koymakla, o eski evreye uzaktan bakmakla gerceklesir. O eski evrenin etkisi yeterince azalmistir. O eski evre tiyatro oyunu gibi artik uzaktan izlenir. Eski elbiseler gibi üzerinden atilir. Her yeni elbisenin getirdigi haz gibi yeni evreler de mutluluk verir. Bu mutluluk cogu zaman basdöndürücü olur. Insan kendini burada kaybedebilir. Kendi kesfettigi evreye asik olabilir. Bir daha birakmamak icin sikica sarilabilir. Onu kendi kisiligi ile özdestirebilir. Kesfetmenin kesfedilen seye asik etme cazibesi vardir. Asik olan kendini kaybeder.

Yeni evre de bir öncesi gibi sadece bir basamaktir, ilerlenmesi gereken bir basamak. Bu evre de daha ileriye gitmek icin sadece bir gecistir. Ilk evrede oldugu gibi kendini bu evreden de soyutlayip daha ileri evrelere yönelmek gerekir. Kesfedilen yeni evrelerin cazibesine kapilip ona sarilmamak gerekir. Her sarilma sarilan seyin sevdasinda kendini kaybetmetir, ayni Narsistin suda gördügü resimde kendini kaybetmesi gibi.

Bu yanilginin kaynagi nedir? Nedir Narsisti o evrede tutan? Narsist evre degistirmesinden sonra kendi gücünün farkina varmistir. Gücün hem digerleri üstündeki etkisi hem de kendi üstündeki etki sarhoslugu ona herseyi yapabilecegi sanrisi kazandirir. Herseyin mümkün oldugunu ve sinirsiz güce sahip oldugunu sanir. Bu da yanilginin baska bir yüzüdür. Ayni düzeyde kalmamak icin o gücü de geride birakip yoluna devam etmeli, ona mesafe koymalidir. 

Ölüm sevdalilarina

Üniversiteyi yeni bitirmis bir arkadas etkinlik ve heyecan aradigini söylüyordu. Hic birsey yapmadan gecen zamanin bos gectigi kanisindaydi. Ait oldugu organizasyonu ile tekrar “yararli” isler yapmayi istiyordu. Ne yaptigi önemli degildi, o sadece hareket istiyordu. Bos durmaktan cok cani sikilmisti. Üniversite hayatini o, bosa harcanmis zaman olarak algiliyordu. Bos gecen hayati dolu dolu yasamak, ona anlam vermek istiyordu. Bütün imkanlarin acik olmasina ragmen o bir yere ait olmak, bir bütünün icinde kaybolmak istiyordu. Bunu o duruma düsüren, hayati anlamsizlastiran, grup icinde eriyip anlam bulmaya iten güc neydi?

Nietzsche’ye göre eski Yunan sanat tanrisi Apollon ve Dionysos insan hayatindaki yaratici gücü bicimlendiren ve yön veren iki tanridir. Hayati emen, coskun enerjisini sömüren kaynagina Apollon etkisi ismini veren mantiksal veya geleneksel bir yapinin oldugunu vurgular. Dionysos kendinden gecmisligi, sinirsiz coskunlugu simgeler. Estetigin ve dolayisi ile hayatin bu iki terim ile kavranacagini söyler:”Mantıksal bir çıkarsamayla, ama sezginin anında oluşan keskinliğiyle, sanatın sürekli gelişiminin Apolloncu ve Dionysoscu bir ikiliğe bağlı olduğunu anladığımızda estetik bilimi için çok şey yapmış oluruz: Yaradılışın, bazen araya giren uzlaşmalara rağmen sürekli çatışan cinsiyet ikiliğine bağlı olması gibi...” Bu iki karsit gücün dansinda hayat kendini bulur, diyor.

Hayatin anlam yitirmesini Apollon etkisine baglamak mümkündür. Geleneksel yapinin tüm hayati etkiledigi bir ortamda canliligin da ortadan kaybolacagi asikardir. Canliligin ortadan kalkmasi bazi ögretilerin ölümü hayata karsi tercih etmelerinden de kaynaklanabilir. Yasanan hayatin bir anlami olmadigini, asil hayatin öldükten sonra baslayacagini vaad eden ögreti pesinde kosan kendi hayatini anlamsiz bulacaktir. Icinde Dionysos etkisini hala fark eden ama Apollon etkisine yenik düsen biri arada sirada kontrollü kacamaklik yapmak isteyecektir. Yapacagi kacamaklik yine de Apollon etkisi altinda, grup icerisinde olacaktir. Kontrollü cikislar grubun belirledigi sinirlar icerisinde ceyran ettigi takdirde icindeki yikici gücü yaratici güce cevirdigi kanisina varacaktir.

Apollo etkisinin altinda olanlar kontrollü olarak ateslenir. Hislere iyi hitap etmesini bilen bir konusmaci grubun kaderini belirleyecektir. Konusmasinin iceriligi pek de önemli degildir. O sadece atesleme görevini yapar. Entelekti önceden hazirlanmis fertler o sinyali aldiklari anda harekete gecip canliligi kontrollü sekilde tadacaktir. Canliligin yaninda ortak bir amaca hizmet etmeleri hayati daha da anlamli kilacaktir. Dionysos etkisini hissetmelerine ragmen ortak bir degere hizmet etmeleri onlari Apollon etkisinden alikoyamaz. Onlarin hala coskuya, zevke, cinsellige, yaraticiliga karsi verdikleri tepki derindir. Dionysos etkisi onlar icin tahrik edici güctür. Kontrol altina alabildikleri ortamda Dionysos etkisine yasama sansi tanirlar. Birey sürekli gözlem altindadir. Ne yaptigi, ne ettigi kontrol altindadir. Onun kendine ait özel bir hayati yoktur. Grup icerisinde o canli bir hayati güvenceli bir hayata degis tokus yapmistir. Hayati güvence icine almistir ama canliligi da gitmistir.

Ölüm kokan böyle bir havada yaraticilik beklenemez. Bir gücün digerine olan hükmü hayati kisirlastirir. Icinde catisan bu güclerle dans etmesini ögrenmedigi takdirde o kendi kendini tanima sansi bulamiyacaktir. O kendi hayatinin efendisi olmak yerine baskalarinin uyrugunu yerine getirecektir. O yasayan bir ölüdür.

Basitlestrimek ama basit olmamak üzerine

Matematik profesörüm bir gün matematikcilerin cok tembol oldugunu, dolayisi ile hayatini kolaylastirmak icin basit formül aradigini söyledi. Pek aldiris etmedigim bu söz kafamin bir kösesine yerlesmis olmali ki bugünlerde gün isigina cikti. Gercekten basit olmak neydi? Gerci profesörüm tembellikten bahsediyordu ama bu tembbellik nasil bir tembellikti? Onun tembellik anlayisi ile siradan insanin tembellik anlayisi farkli olmaliydi. Kendisine tembelim diyen ama yine bizden fazla calisan birine inanmak zordu. Tembellik adini verdigi olgu pekala neydi? Bizi kandirmak mi istiyordu?

Zannetmiyorum. Aslinda o dogruyu söylüyordu. Yaptigimiz her sey basitlestirmeden ibaret degil miydi? Havaya baktigimizda karanlik bulutlarin geldigini görür görmez evden semsiyesiz cikmayisimiz, veya yumak bulutlarin gökyüzünü kaplamasi cok güzel bir günün olacagina isaret etmesi, hava durumunu basitlestirme degil de pekala neydi? Almanlarin Bauernregel (ciftci kurali) dedikleri, ciftcilere atfedilen hava durumu teshis kaidesi her alanda gecerli degilmiydi? O kurala göre en aptal ciftci en büyük patatesi yetistirirmis. Bu ciftci sözünün gerceklik payi yok muydu?

Hem de cok. Bilmek insani gelistirebilecegi gibi ayni zamanda ona engel de olabilir. Yapmak istedigi seyin enini boyunu irdelemek, onu cesaretlendirmek yerine son hamleden de edecektir. Herseyi en uc noktasina kadar irdeleyen biri en sonunda o kadar olanaklar arasinda en önemli olani göz önünden kaybedip neye karar vercegini bilemiyecektir. O coklu secenekler arasinda kendini kaybetmistir. Önceligi neye verecegini bilemez. Sözde aptal birinin karar verme mekanizmasi degisiktir. O herseyi enine boyuna irdelemez. Onun icin önemli bir veya iki kriter vardir ve diger olabilecek kriterleri göz ardi eder. Onun aptalligi iradesindedir. O karar verdigi andan ihtibaren yapmak istedigi seyin gerceklesecegine tüm kalbi ile inanir, inanmak zorundadir da. O isi basariya cevirmekten baska caresi yoktur. Yarali bir hayvan gibi tek hayatta kalma careyi saldirmakta görecektir.

Coklu kriterli olan pekala ne yapar? Alternatifi cok olan önemli olan seyi göz önünden kacirir. Icinden „Ah bu olmazsa digerini yaparim“ der, ama bu karari onu tek bir hedefe odaklanmaktan alikoyar. O alacagi karara pek güvenmez. Icinde sürekli bir „ama“ gezinir. Her ama engelleyicidir.

Iki kadini seven bir adam psikologa giderek yardim ister. Psikolog ona bir liste yapmasini, listede pozitif ve negatif olan seyleri ayirip hangi tarafin cok olduguna göre karar vermesini önerir. Söylenildigi gibi yapan adam evlenir ve cok uzun zaman gecmeden bosanir. Öneriyi yerine getiren bu adam neyi yanlis yapmisti? Iyi karar vermek listedeki pozitif ve negatif kriterlerin toplamindan olusmuyordu. O kalbinin sesini dinlemeyi ve gercek anlamda kimi sevdigini önemsememisti. Bu nedenle de icinde sürekli bir „ama“ vardi. Listeyi titizle gitmesine ragmen verecegi karar güvenilir karar degildi.

Sevgi ve irade bazen coklu kriterleri basitlestirmeye yarayabilir. Bazen de güzellikte basitlik yatar. Güzelligi görmeyi de ögrenmek mümkündür. Iyi bir müzik, iyi bir matematik formülü formu itibari ile güzeldir. Cogu formüllerin dogru olup olmadigini kanitlamadan önce dogru oldugunu tahmin edenler, o formülde bir güzellik kesfettiklerini söylerler. Bazen de tembel olmak gerekir, hem de cok tembel. Sürekli karmasaya maruz kalmamak ve ayni karmasik hareketleri tekrarlamamak icin basitlesmeyi arzu etmek gerekir. Tüm cabanin nedeni tembellikten kaynaklanir.

3 P’den (Philister, psikiyatrist ve placebo)

Nietzsche der ki: Rahatina düskün ve mutluluk istiyorsan, inan, hakikatin çömezi isen, arastir. (willst Du Seelenruhe und Glück erstreben, nun so glaube, willst Du ein Jünger der Wahrheit sein, so forsche.)
Insan inanc ve arastirma yelpazesinin arasinda gelip gider. Hayata durusu onu bir secime zorlar. Secimi bilinmeyene karsi sergiledigi tutuma göredir. Esrarengiz sir karsisinda saskina dönenin paralüz olmasi, onu teslimiyetci bir tutum izleyemeye zorlayacaktir. Her gördügü seyde o sirrin ifade edilis seklini algilayacaktir ve saskinligi biraz daha artacaktir. Saskinligi arttikca da tutumunun ne kadar dogru oldugunu görecektir. Kendi kuyrugunun pesinde kosan köpek gibi o kendi etrafinda dönmeye benzer. Kuyrugu gördügü icin mi döner, yoksa döndügü icin mi kuyrugu sallanir, belli degildir.

Diger tarafta ayni sir karsisinda sasiran ama baska bir tutum sergileyen biri vardir. O inancli olan gibi edilgen bir hayati secmez, kendi dogasi geregi ile gördügü seyin arkasindaki sir onun etkin bir hayat secmesini zorlar. Sir onu kendine ceker, elinden baska sey gelmez. Sir perdesini indirmek ister. Sunulmus bir hayati kabul etmez, o kendi gücüne güvenip kendi hayatini sekillendirmek ister. Hayati en iyi sekilde sekillendirmek ona anlam verebilmekte yatar. Distan verilen anlam ona birsey ifade etmez. Hayatin sanatcisidir o, kendi hayatinin sanatcisi. Ayni sanatci gibi o da denemekten korkmaz. Bicilmis hayat hayat degildir. Ne kadar baskalarinin hayatini örnek alsa bile kendi hayatinin baska türlü olacagini bilir. Deneyerek sorumluluk alir. Denedikce de sirdan bir parca koparir. Her deneme ile attigi adimlar daha da saglamlasir. Kesin bir bilgisi yoktur ama icinden bir ses onu dogru karar vermeye iter. Belirsizlik icinde icinde ona yol gösterici bir ses gelismistir. Iyiyi kötüyü ayirt ettiren, güzeli cirkini secebilen bir ses.

Inacli insan istekten kacinir. Devasa bir sir karsisinda istemenin ne anlami var, diye düsünür. O kendinden istenileni yerine getirmekle hükümlüdür, o biat eder. Kendini mükemmel bir saatin icinde kücük bir cark olarak görür. O sadece isler. Islerligi yitirdigi zaman hayatta anlamini yitirir. En belirgin sorulardan biri: Neden bendir? Her yönü ile sofu bilinen Hiob’un cezalandirilmasina anlam veremez. Iyiyik ekenin neden kötülük bictigini anlayamaz. Herseyi iyiye baglayacak bir yorumlayiciya ve tekrar hayatini raya oturtacak birine ihtiyaci vardir. Kendine verilen cevaplar ile yetinir ve kendini avutmaya calisir.

Hayat sanatcisi olan da anlam veremedigi seylerle karsilasir. Onun verdigi tepki ama biraz daha degisik olur. Karmasa karsisinda bilgisinin az veya o zamana kadar bilgi zannettigi seylerin parcalandigini görür. Onun da inancli gibi yardima ihtiyaci olabilir ama o yardim edenden nasil kendi kendine yardim edilmesi gerektigini ögrenir. Onun alacagi cevap kendi kisiligine aykiri bir cevap degildir. Cevabi yardim eden sayesinde kendisi bulur. Bu nedenle de o cevapla özdesmis olur. Buldugu cevap onu bir adim daha ileri gitmesini saglar. Yardim eden sayesinde dügümlenmis bir olgu kendiliginden cözülür. Bir daha kendine ihtiyac duyulmayacak sekilde yardimci olur.

Diger tarafta inancli sürekli kendisi yerine yorum yapana ihtiyaci vardir. Denemeden mahrum kalan sürekli deneyim yapmislara ihtiyaci olacaktir ve kendini böylece ona baglamistir. Hayat sanatcisi kendi yorumlamayi tercih eder. Onun ana amaci bagimsizliktir. Bagimsizlikta kendi kendini kesfetme sansi bulabilir. Bu nedenle „Neden ben?“ diye sormaz. O basina gelenin nedenini arastirir ve ayni hataya bir daha düsmemeye calisir. Her yeni olan onun icin yepyeni bir ögretidir.

Güc, seffaflik ve hakikat üzerine

Sokrates'in en önemli becerisinden biri soru sorma teknigi ile farkindalik yaratmakti. O zamana kadar kabul görmüs deyim ve kelimeleri itina ile sorgulayip özünde hersey icin gecerli yorumlar getirinceye kadar irdeliyordu. Gittikce ögrencilerinin de cogalmasi nedeniyle onun sergiledigi bu tavir o zamanin yönetimini tehlikeye düsürmüs olmasi gerekiyor ki gencleri bozdugu gerekcesiyle yargilanmisti. Diger yargilanma sebebi onun Tanrilara inanmama iddiasiydi. Savunmasinda bu gerekcelerin yersiz oldugunu yargici ters köseye düsürerek göstermisti. Yargilanacagini bildigi halde kacmayi tercih etmedi. Felsefe yapmayi biraktigi takdirde serbest kalma pazarligina hic girmedi. O felsefe yapmakla zaten Tanriya itaat ettigini ve sonuna kadar da etmeye devam edecegini söylemisti. Hakimin orada gerektigi zaman keyfi davranmasi icin oturtulmadigini, görevinin yasalara uygun sekilde karar bulmak oldugunu söylemisti. Kacmasi durumunda kendisi yasalara aykiri davranacagini, yasalara aykiri davranmak yerine ölümü tercih ettigini belirtmisti. Felsefeye veda edip de onurunu zedelemek yerine ölüp onurlu kalmayi tercih etmisti.

Sokrates'in hangi gücü yöneticileri tehdit etmisti? Bugünkü görüse bakildiginda pek de suclu sayilmazdi. O sadece kendini akilli zanneden insanlarin pek de akilli olmadigini gösteriyordu. Kendisi de akilli degildi ama en azindan akilli olmadigini biliyordu ve dolayisi ile akilli sayilirdi. O bilmedigini bildigi icin akilliydi. O herkesin maskesini düsürdügü icin akilliydi. Maskeyi düsürme yöntemini ögrencilerine ögrettigi takdirde yöneticilerin o zamana kadar yönetme güclerini akillarindan almadiklari ortaya cikacakti. Onlar o zamana kadar olmadiklari seyleri iyi gizlemesini bildikleri icin yönetme yetkisini ele gecirmislerdi. Herseyin seffaf oldugu yerde gücleri elden gidecekti. Gücü elde tutma imkani gizlilik maskesini düsüreni ortadan kaldirmakla olacakti. Ancak o zaman hikakati saklayacak ve saltanati sürdüreceklerdi. Gücü elde tutmanin tek imkani olmadigi halde oymus gibi görünmekti. Halka bunu inandirdiklari takdirde güce hakim olacaklardi. Sokrates'ten dogan tehlike hakikati ortaya cikarmakti, gizlilik perdesini indirmekti. Kisisel cikarlardan cok daha degerliydi hakikat onun gözünde. Bu nedenle de ölüme bile gözü acik gidebiliyordu.

Sokrates'ten aldigimiz mesaj nedir? O insanlara kendi kendilerini tanima sansi veriyordu. O kendi gerceklerini kesfetme yöntemini ögretip kendi kendileri ile yüzlesmeyi saglattiriyordu. O gizliligin perdesini aciyordu. Seffaflikla özgürlük de beraberinde geliyordu. Kendi bagini görmek özgürlük yolunda atilan ilk adimdir. Insan ancak kendini baglayan unsurlardan kutulabildigi ölcüde özgür olabilir. O halde Sokrates insanlara özgürlük yolunda yürümeyi, ebedi sarsilmayacak diye zannettikleri seylerin bir sanridan ibaret oldugunu, buna ragmen yine de olasiliklar diyarinda emin adimlarla yürünebilecegini ögretti. Sokrates'in degeri bu degerler ugruna yasanabilecegini göstermek oldu.

Aradan cok zaman gecmesine ragmen bugünlerde bile Sokrates tutumu diyebilecegimiz hakikat tutkusu pesinden kosmanin deger yitirmedigini görecegiz. Insan insan oldukca özgürlesme cabasi her yeni jenerasyonda yeniden alevlenecektir. Ic degerleri gelistirmekte sergilenen tutarlilik faydali olacaktir. Kendi tutkularinin ötesinde daha baska seylerin var oldugunu görebilmek ve ugrunda cani bile feda edebilmek kendini asmisligin göstergesidir. Özgürlesmek egodan kurtulmaktir. Buna kisaca icten özgürlükte dinilebilir.

Icten özgürlügün yaninda distan özgürlük de vardir. Disa yönelik özgürlük biolojik hayati sürdürmek icin gerekli enerjiyi saglamak amacli isteyerek yükümlülük altina girilmeden dogan toplum sartlarindan kurtulma amaclidir. Yasamak icin calismak öne sürebilecek en belirgin örneklerden biridir. Gerektigi icin calisilir. Ne kadar yükümlülükten zevk alabilme imkani var olsa bile hayati devam ettirmek icin calismak sarttir. Calismakla diger degisik organisayon sekilleri devlet icinde kacinilmaz olmustur. Devlet bu organizasyon carklarinin pürüzsüz dönmesini saglamakla hükümlüdür. O organizasyonlari disa karsi savunmak ve hayat güvencesini saglamak da devletin görevi icindedir. Dis güclere karsi saldirgan bir tutum izlerken, icte huzuru saglamaya calisir.

Korunma istegi sadece dis düsmanlara karsi duyulmaz, toplum icinde de carpik gelismeler insani aciz duruma düsürebilir. Organizasyonlara sinirsiz özgürlük tanindigi takdirde kanser gibi sagliksiz büyümeye neden olur ve digerleri üzerinde baski unsuru olusturur. Sinirlarin olmadigi bir toplumda bilek gücü hakim gelir. Güclüler sürekli güclenirken gücsüzler durumlarini degistirme sansina sahip olamazlar. Aciz durumda kalanlar firsat kollama moduna gireceklerdir. Güclüler her an arkadan vurulma tehditi ile karsi karsiyadir. Bu tehdit karsisinda ellerinde bulundurduklari seylere daha siki sarilip “status quo”yu sürdürmek isteyeceklerdir. Arkadan vurma gücsüzlerin en etkin kullandiklari silahtir. Ayakta kalmak icin istemedikleri bir rolü üstlenmek zorunda kalacaklardir. Güvensizlik ve tedirginlik toplum icinde hakim duruma gelecektir. Hem güclüler hem de gücsüzler kendilerine bicilmis roller karsisinda özgürlügünü feda etmis olacaklardir. Ne kadar güclülerin etki alani genis olsa da iki grup yasama nedenini karsi taraftan alir.

Yüzeysel huzur diye adlandirilabilecek görüntü perdesinin arkasinda ölüm-kalim savasi sürmektedir. Bu hasarin en aza indirgenmesi temel amac olmalidir. Tabii ki devlet ekonomik enstrumanlarla oynayabilir. Buraya deginmek bu yazinin sinirini asacaktir. O halde yazinin tekrar basina gelip Sokrates’in uygulamis oldugu yöntemi bugüne uyarlamak gerekir. Yukarda gizlilik perdesinin indirilmesi ile gerceklerin su yüzüne cikacagindan bahsedilmisti. Bu gercegin ne kadar gercek oldugu da tartisma disinda tutulsun. Ne kadar gercek kavrami teorik bir kavram olsa da gercek diye varsayilan veya gercek diye empoze edilmek istenilen, her ferdin kolaylikla onaylayabilecegi olgular vardir. Yürürlükte olan kurallari cignemek bahsedilen gercek ile alakasi olmasa da belli bir gerceklige isaret eder, o da yasalarin cignendigi gercegine. Sokrates‘e göre baskalarina eziyet etmek yerine kendine iziyet etmek daha iyiydi. O nedenle yasa cignemek yerine ölümü tercih etti.

Yasalar degisim gösterebilir. Hüküm gösterdigi sürece uyulmasi gerekir. Toplum sagligi icin kacinilmazdir. Yasalarin tasidigi gerceklige uyup uymamayi takip etmek medyanin görevi olmalidir. Medya ortaya cikaracagi gerceklerle bir kontrol organi haline gelir. Onun yetki alani yoktur ama usulsüz kazanc saglayanlari ortaya cikarmakla gizlilik perdesini aralamis olur. O sorgular ve sorgulayici sorularin pesinden gider. Herseyin seffaf olmasi ile herkese esit sans tanimayi amaclar. Yaptigi isin önemini kavrar ve mesleginin geregini yerine getirir. Özgür calismak zorundadir. Bu da herkese ayni mesafede olmakla saglanir. Hic kimsenin cikarina hizmet etmez. Kendisi özgür oldugu derecede o medyayi takip edenleri de özgür kilacagi sorumlulugunu üzerinde tasir.

Medyanin elindeki güc ile denge saglamakta bir adim ileri atilmis olunur. O o gücü kimden alir? O güc maskesi düsünlerin hissettikleri azaptan gelir. Maskesi düsenler oyun kurallarini bozduklari icin oyun disi edilirler. Dislanma yapilabilecek en büyük cezadir. Gücünü icinde bulundugu toplumdan alan biri o gücü tehlikeye atmak istemiyecektir. O ne kadar sakli kalmak isterse, medya da toplum sagligi acisindan güclüleri takip etmek zorundadir. O herseyin seffaf olmasini saglamak isteyecektir.

Medyanin yaninda yazarlara da büyük görevler düser. Yazarin görevi okurlara alternatif perspektif sunmaktir. Ne kadar medya termostat görevini üstlense de yazar gelecege pencere acar. O nelerin olabilecegi konusunda fikir yürütür. Bulunulan konumun disina cikma sansi tanir. Olanin ötesindeki seylere isaret eder.

Medya ve yazarlar sayesinde toplum kendi kendine ayna tutabilir ve bir zamanlar Sokrates’in baslatmis oldugu kendini tanima mecerasini basari ile sonuclandirir. Kendini ve baskalarini tanimak bireysel ve toplumsal acidan önem tasir.

Alcak gönüllü olmak

Insan bir göge bakar, sinirsiz ve sonsuz bir uzay, bir de asagiya bakar ayni sinirsiz ve sonsuz mikroskopik bir dünya. Ikisinin arasina sikisip kalmis bir varlik olarak insan kendisinin ne kadar önemsiz oldugunu kavrar. Bu önemsizlik duygusu hayatin anlamsiz oldugu anlamina gelmez, bu duygu kendi ufku ile sinirli olan bir varligin gercek sonsuzluk karsisinda duydugu derin bir saygidan kaynaklanir. Kendisinin ne kadar sinirli, oysa bilinmeye deger cok seylerin sakli oldugu onu biraz daha temkinli yaklasmaya iter. Iste bu durumda bildiklerinden kusku duymaya baslar. Bildigini zannettigi seylerin ne kadar emin zeminlere dayali oldugunu kavrar. Sinirli bir zihnin kavrayabilecegi seylerin boyutunu sorgular.

Iste basini göge cevirmekle hayatinda ilk serüvene de baslamis olur. Yelkenlerini bilinmeyene dogru cevirir ve yepyeni bir macera baslar: Bilme macerasi. O Dostoyevski'nin de dedigi gibi bilgi denen hastaliga yakalanmistir artik. Kapti mi o virüsü bir daha kurtulamaz. Basladi mi o arastirmaya artik corap sökügü gibi sökülür. Bir oraya el atar, bir buraya ve görür ki o zamana kadar kesin zannettigi olgular ortadan kaybolmustur. Descartes bile bunca sorgulamadan sonra kesin olanin düsünen varligin ta kendisi oldugu kanaatine varmistir. Kaldi ki son nörolojik gelismelerden sonra bundan bile kusku duyulur. Libet deneyi göstermistir ki insan karar vermeden bir kac mili saniye önce beynindeki ölcümlere göre karar verecegi görülmüstür. O halde gercekten kim karar veriyor? Beyinde bulunan nöronlar mi? yoksa daha baska bisey mi? Nöronlarin karar verdigini varsaydigimizda daha ilginc bir soru ortaya cikiyor. Nöronlar hangi kritere göre ne zaman karar vereceklerini nasil biliyorlar? Yoksa biz ici organik maddelerle dolu uzaktan komando edilen ete bürünmüs robotlar miyiz?

Simdiye kadar kesin zannettigimiz bilgilerin incelenmesinde her kapinin arkasinda binlerce kapi oldugunu fark ediyoruz. O sorulara getirdigimiz betimlemeler baska sorulara neden oluyor ve dikkatimizi simdiye kadar vermedigimiz noktalara yogunlastiriyoruz. Edindigimiz bilgi bir baska kapi acmak icin anahtar görevini yapiyor ve o kapinin arkasinda da binlerce kapi var. Nerede duracagiz? Ne zaman kendimizi yetkin bilgiye sahip olan biri olarak görecegiz? Belki de sahip olma meselesi yanlis algilama sonucundan kaynaklaniyor. Elde ettik zannettigimiz her olgunun ici bos cikiyor. Asik Veysel bunu kavramis olmali ki sahip olma yerine yolda olmayi tercih etmistir. Onun gibi biz de uzun ince bir yoldayiz, gidiyoruz gündüz gece.

Nerden geldigimiz ve nereye gittigimiz belli olmayan evren icinde özerklik kazanmis ve dolayisi ile sorumluluk tasimak zorunda olan insanlar yaptiklari seylerin degerinin önemi karsisinda alcak gönüllü olmak zorundadirlar. Alcak gönüllü olmak sadece evrene borclu oldugumuzdan degil, ayni zamanda ortaklasa yasadigimiz canlilara karsi olan duydugumuz sorumluluktan da kaynaklanir. Görülüyor ki asil olan sey birseye sahip olmak degil, herseyle acik irtibatta olmaktir. Disardan bize saniyede binlerce sinyal ulasmaktadir. Bu sinyalleri degerlendirmek ve onlari herhangi sekilde siralandirmak bizim sorumlulugumuza aittir. Bu siralamanin önemini kavradiktan sonra bu dizi gibi cok daha dizilerin olabilecegini de kavramak gerekir. Herhangi birine öncelik tanimak digerlerini bastirmak anlamina gelir. O halde onca diziden tek bir dizinin gercek oldugunu israrla savunmak bizi yanilgiya düsürür ve buda diger insanlarla ve canlilarla olan irtibati bozar. Hersey canlilar arasindadir, canlilarda degil. O arayi bulmak icin de acik olmak sarttir.

Elmanin basina gelenler.

Ibranicede Adem kelimesi insan anlamina geliyor. Tanri insani camurdan yarattiktan sonra icine can üfledi. Adem (insan) hayvanlara isim vermeye basladi ama esi yoktu. Bunun üzerine Tanri Adem'i uzun bir uykuya daldirdi ve kaburga kemiginden Havva'yi yaratti. Ilk hitapda ikisi cennette yasadilar. Bir süre sonra yilan Havva'yi elma yemeye ikna etti.

Bu yaratilis teorisinde iceren ilk baskaldirma diye de betimlenebilir. Elmayi yemeden önce ayrim yoktu ve dolayisi ile onu kavrayacak bilinc de yoktu, denilebilir. Bilinc ayrimcidir. Tanri yasasina karsi gelip elmayi yemekle bilinc ortaya cikmistir ve kendilerinin ciplak oldugunu fark eden Adem ve Havva cinsel organlarini incir yapragi ile ürtmüstür, deniliyor. Sonuc olarak cennetten düsmüslerdir.

Herseyin ayni oldugu yerde yasagin konmasi ilk ayrim olarak da görülebilir. Herhangi bir yasak konuldugunda o yasagin da cignenmesi zamana bagli kalacaktir. Yasak varsa onun cignenmesi de uzun sürmeyecektir. Yasagin konmasi ile iyi kötüden ayrilmis oldu. Bu ayrimi Havva'nin kulagina söylemesi icin yilanin (bazi düsünürler yilanin seytan oldugu yorumunu yapiyorlar) da Tanri emrini yerine getirdigi söylenebilir. O halde seytan kendinden bekleneni yapmis oldu.

Ilk ayrim ile blinclenme aynidir. Bilinc insana fark ettirir. Kendisinin ciplak oldugunu fark eden Adem ve Havva bilincsiz durumlarindaki masumiyeti kaybetmis olur ve cennetten düserler. Utanmak ve biryerlerini saklamak da bilincli olduklarindan kaynaklanir. Birseyin farkina varmakla insanin sucluluk dönemi baslamis olur.

Farkina varmakla güvence elden gidecektir. O artik secim yapmak ve iyiyi kötüden ayirmak zorundadir. Iyiyi ve kötüyü secme hakkinin kendinde olmasi onu özgür kilar. O artik yaptiklarindan sorumludur. Her yapilan ayrim sonucunda secim beraberinde gelir ve bu secimin sonucuna katlanmak zorundadir o. Hayati artik masumiyeti kaybetmistir ve onu sekillendirmek de kendi elindedir.

O hala icinde, özünde bütünlük hissini yitirmemistir. Onda ayrimi sonlandirmak ve tekrar masumiyetini kazanmak istegi sürekli vardir. Dogdugu andan itibaren annesinin güvenilir rahmini terk eden bebek büyük bir ayrim yasar. Bu ayrim büyüdükce dil ile zenginlesir. Ayrim ile Adem ve Havva'daki ayni cennetten düsüsü tekrar yasar o. Ayrim ona bilinci ve dolayisi ile bilgiyi getirmistir. Ayni zamanda o onu cevresinden kopmasini da saglamistir.

Tekrar bütünlesmek icin güvenilir "vantandan" ayrilmak gerekir. O yelkenlerini bilinmeyene acmasi gerekir. Ayrilmadan bütünlesmek olamaz. Ayrim ile dünyaya giren bilinc sonunda kendi kendini ayni bilincle yok edecektir, bütünlestigi zaman.

Uymak

Aristo mantigi ile ivme kazanan matematiksel bilim kendi sinirlari icinde karar verme mekanizmasi gelistirmistir. Ona göre bir sey ya vardir, ya da yoktur, ikisi bir anda var olamaz. Birseyin var olabilmesi icin o seyin sinirlari digerlerinden kesin ayrilabilir olmasi, o seyin arkaplandan ayrilmis olmasi gerekir. Onu arkaplandan ayirmakla ona özel bir sifat verilir, o bir isim (kelime) ile ödüllendirilir. Aristo mantigina göre isim ile obje arasindaki anlam tek olmalidir. Anlam coklugu halinde birseyin ya var, ya da yok olabilme hali olamaz. O sey hem var olabilir hem de yok.

Matematiksel Aristo mantigi anlam coklugu konusunda problem yasamaktadir. Onun icin isim ile obje eslesmesi birebir olmalidir, aksi halde anlam coklugu yasanacaktir ve karar veremeyecektir. Coklu anlam tasiyan masalimsi, alegorik, benzetmeler ona sorun yaratacaktir. Bunun yaninda kelime ile tanimlanmis olgular arkaplandan soyutlanmis olmalari gerekir. Anlamini arkaplandan alan olgular konusunda karar vermek Aristo mantigi icinde mümkün olamiyacaktir.

Arkaplan derken neden bahsediyoruz? Arkaplan bilinenin ötesinde hissedilen ama kesin ifadelerle aciklanamayan diyardir. Bu arkaplani aciklamak icin teoriler üretilmistir. Mistik yapitlar, dini kavramlar, batil inanislar ve hatta bilim bile bu bilinmeyen konusuna isik tutmak ister. Her bir deneyim hissedilen ama kesin bir bilgiye sahip olunamayan konularda fikir yürütüp gereksinim duydugumuz güvenceyi saglamak amaclidir.

O halde Aristo mantigi kesin ve belirgin bilgilerle, arkaplan ile ilgili teoriler ise daha cok flu, tahmin ve benzetmelerle ugrasir. Arkaplana göre var olan biseyin Aristo mantigina göre var olmama ihtimali bir hayli yüksek. Aristo mantigi arkaplani degerlendirecek yönteme sahip degildir. Arkaplan anlatisina göre hem var olan, hem de olmayan olgular Aristo mantigina ters düsecektir. O halde bir seyin var olup olmadigini anlamak icin onun hangi "mantigi" kullandigini bilmek gerekir. Mantik karisimi gercek anlamda mantik hatasina yol acabilir.

Arkaplanin da Aristo mantigina benzer bir mantigi olabilir mi? Uyumluluk bu konuda yardimci olabilir. Uyumluluk objelerle isimler arasinda birebir eslesme beklemez. Uyumluluk icerisinde cok anlamlilik da sorun yapmaz. Metaforun anlami anlattigi seylerin arkasinda yatar. O bir benzetme ile bilinmeyene isik tutmaya calisir. O görülen seylerin ötesinde veya arkasinda daha gizli seylere isaret eder. Onun amaci isaret etmektir. O Aristo mantiginda oldugu gibi karsilastirma yapmaz yapamaz da, cünkü karsilastirmak istedigi baska bir olgu yoktur. O sadece parmagi ile gösterir. Onu görmek veya görmemek bizim elimizdedir.

Isaret edilen sey dogru veya yanlis olamaz, o simdiye kadar edindigimiz bilgilerle ya uyumludur ya da uyumsuz. Uyumlu oldugunda o seyin kesin dogru oldugu hakkinda bilgimiz yoktur, biz sadece o seyin hissimizle catismadigini görürüz. Ona yakinlik hissettigimizde o seyin kendi özümüzle uyumlu oldugunu anlariz.

Herseyin uyumlu olabilecegi kanisi her arkaplan teorisinin "dogru" oldugu yanilgisina düsürebilir. Elimizde herhangi bir ölcüm mekanizmasi olmamasina ragmen böyle bir teorinin uyumlu olup olmadigina karar vermek mümkün mü? Bunu olumlu yanitlamak mümkün. Herhangi bir teori hayata dair katkida bulunuyorsa ona uyumlu demekte bir sakinca yoktur. Baska kriterlerin de bulunacagi kanisindayim. Arastirmak gerekir.