Dienstag, 31. März 2015
Dax Prognose ab dem 01.04.2015
Montag, 30. März 2015
Dax Prognose ab dem 31.03.2015
Sonntag, 29. März 2015
Dax-Prognose ab dem 30.03.2015
Kuantum düşünce üzerine
Her şey enformasyondur. Dogada en doğal şey, enformasyonun akışıdır. Akışı için normalde birşey yapmaya gerek yoktur, ona müdahale etmeden o yolunu bulur. Akması için bilinçli şekilde onu etkilemenin hem bir anlamı yoktur, hem de müdahale edildiği zaman olumlu bir sonuç alınabileceği kuşkuludur. Tam tersine, herhangi bir müdahale normal akışı etkileyeceği için tam ters etki de yapabilir. Müdahale ile enformasyon kanalı tıkanabilir ve organizmanın doğal hali bozulabilir, çünkü biz enformasyonun nerden nereye en iyi şekilde gideceğini bilmiyoruz. O halde iyi şey yaptığımızı zannederek kötü sonuçlara neden olabiliriz. Bu sebeble en iyi müdahale hiç müdahale etmemektir, organizmanın doğal halini korumasıdır.
Enformasyon kanalının tıkanmasına neler sebeb olabilir? İşte bunu araştırmak ve anlamak bizim elimizde. Mesela bir şehirde enformasyon kanalını yolların oluşturduğunu farz edelim. Yolların tıkanması tüm trafiği etkileyeceği için kaza oluşmamasına dikkat etmek gerekir. Kazaya neden olabilecek veya kuyruk oluşturabilecek herşeyi önlemek gerekir. Yollar tabii bir organizma olmadığı için, tabii organizmanın yaptığı görevi insanın kendisi üstlenmesi gerekiyor, gerekli ayarların kendisi tarafından yapılması gerekiyor ama prensip aynıdır. İyi ayarlanmış sisteme dışardan pek müdahale etmeye gerek kalmaz.
İnsan vücudu da şehir içi trafiğine benzer. Her taraf birbiri ile iletişim içerisindedir ve normal şartlarda bu ağ iyi işler. Damarların tıkanması trafikte olduğu gibi kan dolaşımını etkiler, bu da organların uyum içinde, kendilerini otokontrol etmelerini engeller. Ancak iletişim halinde olan organ ne zaman ne yapacağını bilir, iletişim olmadığı takdirde aşırı büyüme dolayısı ile kanserojen unsurlar oluşabilir. Bu da tüm organizmanın sonu anlamına gelebilir.
En normal olmayan ama o kadar da önemli iletişim şekli insanlar arası dil ile gerçekleşen iletişim şeklidir. Şehirde olduğu gibi tabii olmayan ama gerekli olan iletişim şeklidir. Dil de çoğu özelliklerin yanında insan davranışını organize etmeye yarar. Kara yollarında kazaya veya kuyruğa sebeb olan unsurlarla dilde de karşılaşmak mümkündür. Dilde kazaya neden olan unsurlar egozentrik düşünce tarzı, kelimelere değişik değer verme ve buna benzer şeyler olabilir. Uzmanlar bu konuda daha fazla şeyler söyleyebilir, prensib yine de değişmeyecektir. Söylenmesi gereken tek şey negatif düşüncenin kazaya neden olabileceğidir, çünkü her negatif düşünce kendi ekseninde döner ve kendi kendini teyit eder. Bu kısır döngünün beyinde değişim yapması kaçınılmazdır.
Negatif düşünce kadar değer vermek de kazaya neden olabilir. Olayları değerlendirmek de bir nevi düğüm oluşturabilir. Düşüncenin düğüme sebeb verebilecek her nedeni iletişimi bozar ve o organizmaya zarar verebilir.
Pozitif düşünce o organizmaya ne verir? Bence hiç birşey. Zaten işleyen bir iletişim ağı daha da fazla iletişim yapmaya zorlanamaz, kanal kapasitesi bunu sınırlar. Yani caddenin alacağından fazla araba cadde kaldıramaz. Bu imkansızdır. İnsan pozitif düşünce ile belki de iyi hissetmeyi sağlayabilir ama bu iyi hissetme herşeyin kendi isteği ekseninde döndüğü anlamına gelmez. Belki de bu yanılgı onun başını daha da fazla belaya sokabilir. Kendini kudretli zannedip haddini bilmemezlik yapabilir.
O halde en sağlıklı tutum nedir? Düğümlerden korunmaktır. Her düşünce düğüm oluşturduğu andan itibaren kanserojen etkiye sahiptir. Değerlendirme de yukarda açıklandığı gibi organizmaya zarar vereceği için her düşünceye eşit mesafede bulunmak gerekir. Hiç kimsenin bize karşı düşmanca veya dostça tutumu olamaz, olsa bile o kadar kudretli olup bizi etkileyemez, çünkü böyle herşeyi etkileyici kudret hiç kimsede yoktur. Başımıza ne gelirse geleceği için gelir veya o gücün onlarda olduğuna inandığımız ve dolayısı ile onlara izin verdiğimiz için gelir. Geldikten sonra günah keçisi bulmanın veya sızlamanın bir anlamı yoktur. O bir defa başımıza gelmiştir, onu öyle kabul etmekten başka caremiz yoktur. O hale gelmemesini önlemenin tek yolu düşüncenin düğümleşmemesini sağlamak ve fiziksel egzersizleri kusursuzca yaparak enformasyonun kolaylıkla akmasını sağlamaktır. Bunlar yapıldıktan sonra kaderimize küsmekten başka çaremiz yoktur, eğer kader varsa tabii.
Donnerstag, 26. März 2015
BEN yalancının icatıdır
BEN dediğimiz şey nedir, bir bilen var mı? Bildiğini zannettiğimiz düşüncelerden mi ibaret şu BEN denilen şey? BEN tek düşüncelerden ibaret ise vücudumuz ne oluyor? Onu hangi kategoriye sokmamız gerekiyor? Çünkü beden düşünceden ibaret değil, ama onun da kaçınılmaz BEN dediğimiz his ile bağlantısı olduğunu anlamak da çok zor değil. Herhangi bir yerimiz ağrıdığı veya sızladığı zaman ki düşüncenin halini gördükten sonra, veya felç geçirdikten, vücudu hissetmez duruma geldikten sonra ki hali düşündüğümüzde bedenin de BEN denilen şeye etkisini yatsımak yanlış olacaktır. O halde o BEN dediğimiz şey kendi kendimize atfettiğimiz bir sanrıdan başka birşey olamaz. O olmak istediğimiz veya geçmişteki deneyimlerden kaynaklanarak elde ettiğimiz becerilerin sonucunu temsil eden bir düşünce olamaz mı?
Diyelim ki kendimizi iyi bir anne baba olarak görüyoruz, o halde BENliğimiz anne baba üzerine ki düşünce üzerine kurulu olacaktır. Her bu rolü tastikleyici düşünceyi ayakta tutmak için gayret edeceğiz. Biz artık kendimiz kendimiz değiliz, bizi biz yaptığını zannettiğimiz bağ ile kendi ayarımızı sağlamaya çalışacağız. Ne kadar bu rol ile bütünleşmiş isek, her türlü bu rolü tehlikeye sokacak düşünceyi kendimize saldırı olarak algılayacak ve şiddetle savunma mekanizmasına geçeceğiz. Bu türlü davranışta sağlıklı düşünüldüğü söylenemez, çünkü her kulağa gelen düşünce bu BEN düşüncesinden süzülerek geçmek zorunda kalacaktır. Karşı tarafı dinlemek yerine onu kendimiz hakkında ne söylüyor filtresi ile dinleyeceğiz. Buna benmerkezcilik de diyebiliriz.
Bu gibi çok değişik rollere bürünür, o rolleri yüceltebiliriz. En hakiki şeyin o roller olduğunu ima edebiliriz. Ama bunu yaptığımız zaman gerçek anlamda kopukluk yaşamış oluruz, biz kendimizi sadece ve sadece o düşündüğümüz çerçeve içersinde görüyor oluruz. Oysa biz çok değişik bağlardan oluşmaktayız. Her bağ içinde kendimize düşen rol bir başkasıdır. Bu rollerden herhangi birine sarılmakla BEN dediğimiz şeyi oluşturuyor isek, bu çok kısıtlı görüş alanı olacaktır, daha da açık konuşmak gerekiyor isek, bu kendimizi kandırmaktan başka birşey değildir. Belli bir düşüncenin hiç değişmeden ebedi aynı kalacağını zannetmek gerçekten kendi kendini kandırmaktan başka birşey değildir.
Büyümek isteyen böyle düşünce saplantısı ile uğraşmaz. O hangi rollerde neyi temsil ettiğini çok iyi bilir ama başka rollerde de başka şeyi temsil ettiğini bilir. O halde rollerin herhangi birini diğerinden üstün tutmanın hiç bir anlamı olmadığını görür. Asıl büyümek, rol diye betimlediğimiz düşüncelerden bağımsız olmaktır, o düşüncelerin kölesi olmayıp onların sadece bağlantıyı temsil ettiğini anlamaktır. Ne kadar bu bağlantı geniş tutulur ise, yani tüm evreni kapsayıcı şekle gelmiş ise, ancak o zaman BEN dediğimiz şey herşeyi kapsayacağı için aslında hiç birşeyi kapsamaz. Bağımlı olduğumuz çerçeve ne kadar büyür ise o kadar da tek bir düşünce hükmünden kurtulur, herşeyi ve hiç birşeyi kapsayan veya kapanmayan bir BENlik ortaya çıkmış olur. İşte bu BEN herşeyi kapsadığı için kendini savunmaya yeltenmez. Herşeyi olduğu gibi kavramaya çalışır. Gelip geçici düşüncelerin hükmü altında kalmaz, onları yargılamaz da, sadece belli bir mesafeden onları izler. Değerlendirmediği için de onun için "iyi-kötü", "çirkin-güzel",...., gibi dualitenin içinde yer almaz, onun için bunların hepsi gereklidir. İşte bu duruma koşulsuz sevgi de denebilir.
Dax Prognose ab dem 27.03.2015
Falls die rosa Linie eintreffen sollte, werden wir eine Halbtasse bekommen. Die blaue Linie ist die ideale Tassenformtion. Und die grüne Linie ist die gebrochene Tasse.
Jetzt können Sie sich auch entsprechend wappnen. Vielen Dank, daß Sie dabei geblieben sind und wünsche Ihnen, erfogreichen Handel.
Nachtrag: Für die Zielbestimmung benutze ich Legosteine, wie auf dem unterne Bild zu sehen ist:
Mittwoch, 25. März 2015
Dax Prognose ab dem 26.03.2015
Wir hatten gehofft, daß der Dax eine Tassen-Formation generieren könnte, herausgekommen st jedoch folgendes Bild:
Aus den drei erwarteten Legosteinen sind nur zwei geworden und daraus wurde ein weiterer Berg generiert worden. Auch dieser zweiter Berg ist an der vierten Welle nach unten gebrochen worden und die fehlenden beiden Wellen wurden mit dem dritten etwas kleineren Berg vervollständigt.
Was sollten wir nun weiterhin erwarten dürfen? Wir erwarten, daß auch dieser dritte Berg an der vierten Stelle gebrochen wird und die fehlenden zwei Wellen einen noch kleineren Berg generieren sollte. Falls es so kommen sollte, dann werden wir einen sehr tieferen Sturz erleben. Daas sehen wir an dem folgenden Bild:
Falls es so kommen sollte, wie erwartet, dann dürften wir ein Kurssturz bis 11200-11400 Punkten erwarten. ie nächsten Tage werden uns eines besseren belehren. Wir werden das weiterhin verfolgen...
Montag, 23. März 2015
Adalet nedir?
Adalet kavramı insancıl bir terimdir, doğa ile hiç alakası yoktur. Doğa hiç birşeyi değerlendirmez, hiç birşey üzerine hükmetmez. Onun için ayakta kalan ayakta kalmıştır, hayatı sona eren, yok olmuştur. Yani doğa kimin ayakta kalıp kalmadığı ile ilgilenmez.
İnsan ve hayvanların durumu biraz daha değişiktir. Onlar en yakın oldukları, daha çok tanıdıklarını korumak isterler. Onlar böylece değer verirler. Değer vermekle kimin yaşaması gerektiğine, kimin ise yok olması gerektiğine karar verirler. Bu da aslında doğa kurallarına aykırıdır. İnsan ne kadar insancıl olursa o kadar da doğa kanununa aykırı gelir, çünkü o bir seçim yapmış olur.
İnsan seçim yapmakla soğuk doğa kanununa sıcaklık getirir. Doğadan baştan beri nasibini almamış olanlar bu sayede yaşama şansına sahip olurlar. Normalde hiç bir şekilde yaşama hakkına sahip olmayanlar bu sayede yaşama şansı kazanırlar. İşte bu düşünce, zayıfların da yaşama şansı olduğu düşüncesi çok insancıl bir düşüncedir. O bir nevi katı doğa kanununa karşı direniş gösteren bir düşüncedir.
Adalet duygusu zaten bu direnişten kaynaklanır. Adalet duygusu insanın insan gibi yaşama hakkını belirlemeye çalışır ki doğadan nasibini olmayanların da hayatını sürdürebilmeleri şansı doğsun. Yoksa hastalara kim bakardı? Veya engellilere kim bakardı? Onlar hiç bir katkı yapmadan toplum olanaklarından faydalanarak enerji tüketmekteler. Doğa enerjisini boşa harcayacak kadar adil değildir. Onun için ayakta kalan kalır, kalamayan bu dünyayı terk eder.
Freitag, 20. März 2015
Dax Prognose ab dem 23.03.2015
In dem Kreis wurde die neue zu erwartende Nabe angedeutet. Ob diese Nabe nach innen oder nach außen gewölbt sein wird, läßt sich nicht vorhersagen, wenn ich aber eine Vermutung äußern darf, dann würde ich auf eine die nach außen gewölbte Nabe setzen. Wie die nach innen und nach außen gewölbte Naben aussehen, werde ich im folgenden mit Beispielen aufzeigen.
Vielleicht sollte man an dieser Stelle auf einige interessante Tatsachen Aufmerksam machen. Tassen, die lange Phasen der Aufwärtsbewegung darstellen, haben in der Mitte eine Nabe, welche entweder nach außen oder nach innen gewölbt sind. Und es gibt Tassen, die wie im zweiten Bild gezeigt wurde, keine Naben haben, die als Trendfortsetzungsformation interpretetert werden können.
Diese im unteren Bild gezeigte Tasse ist im Moment im Aufbau und zeigt eine Tasse, die nach außen gewölbt ist.
Was schon stattgefunden hat, zeigen wir hier im unteren Bild:
Das ist die Nabe der mittleren Tasse, das im obigen dritten Bild angedeutet ist. Die Höhe des linken Randes sollte in etwas genauso lang sein, wie die Höhe des rechten Randes. Und das am Rande......
Dieses obige Bild zeigt die nach innen gekrümmte Nabe der ersten Tasse, die wieder im dritten Bild angedeutet ist. Mit dem anschließenden Anstieg wurde die rechte Seite der Tasse für diese nach innen gekrümmte Tasse vervollständigt.
Und das ist die nächste Nabe, die nach innen gekrümmt ist und die man als solche nicht auf Anhieb für eine Nabe halten würde. Und das wird die dritte Taasse werden, also die ganz außen liegende Tasse.
Mittwoch, 18. März 2015
Dax Prognose ab dem 19.03.2015
Sonntag, 15. März 2015
Detailierte Prognose ab dem 16.03.2015
Samstag, 14. März 2015
Die Kraft der Tasse (umgedrehter Mobs)
Ağızdan çıkan her kelime bizi bağlar
İnsan ne söylediğine dikkat etmelidir, çünkü söylediği herşey onu bağlar. Eğer bağlamadığını zannediyor ise yanılıyor, çünkü o durumda ya ne söylediğini bilmiyor olacak, ya da kendinden emin olmayacaktır. İki durum da vahimdir.
Ne söylediğini bilmeyen konuşmayı sadece iki konuşma arasında doğan boşluğu doldurmak için kullanır. Boşluğa tahammül edemeyen, kendisi ile başbaşa kaldığı zaman ne yapacağını bilmeyen, bilmemezliğini örtmek için ne olursa olsun konuşacaktır. Yeter ki kendi bilincini dağıtacak birşey olsun, kendini unutturacak birşey olsun. Konuştuğu şeyin içeriliği hiç önemli değildir, yeter ki boşluk herhangi şekilde dolsun.
Kendinden emin olmayan biri de söylediği şeyi aslında önemsemesine önemsiyordur ama doğru olup olmadığını bilmediği için ona "önemsiz" süsü verip doğabilecek sorumluluktan kaçmaktadır. Onun için söylediği şeyi net söylemez, sürekli kaçabileceği açık bir kapısı vardır onun.
Söylenen şey neden bizi baglar? Birilerine borçumuz olduğu için mi? Hayır, söylediğimiz şey sadece bizi bağlar, başkasını değil. Ne kadar dışa karşı tutarsız davranıyor isek, aynı davranışı kendi kendimize de sergileriz. Belli bir süreden sonra kendi kendimizi de ciddiye almayıp sanki söylenen şeyleri söylenmemiş gibi, veya düşünülen şeyleri hiç düşünmemiş gibi yaparız. Kendi kendimizi kaale almadıktan sonra her yapacağımız iş düşüncemiz gibi özensiz olur. Kafamızın arkasında sürekli "olsa da olur, olmasa da olur" düşüncesi bizimle dolaşır. Oysa bu tutum kendi kendimize yapabileceğimiz en büyük darbedir.
Büyük darbe nedir? Büyük darbe yaptığımız işlere canı gönülden sarılmamızı ve arkasında durup o işten öğrenmemizi önler. İyi işler başarabilmek için çok büyük engeller aşılması gerekiyor, eğer baştan beri bir ciddiyet veya tutarlılık sergileyemiyor ise yola çıkmadan yolda kalınır. Burada yol, deneyim yoludur. Deneyim yapmak için ilk önce kendi içimizdeki direnci kırıp, özgüvene sahip olup becereceğimize inanmaktır. Yaptığımız şeylerin bir hamlede olmayacağını, adım adım ilerlendiğini bilmek gerekir. Söylediğimiz veya düşündüğümüz şeyler bizi bağladığı takdirde nerede hata yaptığımızın farkinda oluruz, aksi halde kendimizi kandırır, gönlümüzü hoş tutan hikayeler uydururuz. Bu da bizi bir adım ileri götürmekten engeller.
Freitag, 13. März 2015
Worauf sollte ein Trader aufpassen?
Das Hauptziel eines Traders sollte Geldvermehren sein. Doch wie sollte er das erreichen? Darüber Gedanken zu machen, wird darüber entscheiden, ob man auf dem Markt erfolgreich sein wird oder nicht. Nach meiner Erfahrung sollten folgende Punkte beachtet werden. Die Punkte sind nicht didaktisch hintereinander aufgebaut, sollte jedoch nicht stören, weil sie alle in meinen Augen wichtig sind.
1) Eine Strategie überlegen.
Um nicht ein Getriebener, sondern ein aktiver Trader zu sein, sollte man sich eine gute Strategie zulegen, welche erlaubt, sich sowohl ein Gesamtbild zu verschaffen, als auch gute Ein- und Ausstiegspunkte zu generieren. Erst dann nämlich kann man aktiv handeln. Man sollte sich klar machen, dass es aussagekräftige Signale, also Nutzsignale gibt, als auch Rauschsignale. Diese beiden Signale auseinanderzuhalten, entscheidet darüber, ob man ein Getriebener ist, oder selber die Börse vor sich herschiebt. Zu oft beobachtet man nämlich, dass die Trader durch das Rauschen in die Irre geführt werden und dadurch viele Fehler produzieren.
Nicht nur das, viele Trader werden auch dazu angehalten, viele Trades einzugehen, weil man ihnen die falsche Hoffnung gegeben hat, man könnte auch aus dem Rauschsignal Profit schlagen. Das ist ein Trugschluss, denn man kann nicht jeden Trade so präziser platzieren, dass alle mit Gewinn abgeschlossen werden. Daher werden die Gewinne durch Fehltrades aufgefressen werden. Viele Trades machen nur die Banken glücklich, weil sie von den Gebühren leben.
2) Es geht also darum, aus dem Gewirr von Informationen das Nutzsignal von dem Rauschsignal zu trennen. Der Rauschanteil eines Signales nimmt rapider zu, wenn die betrachtete Zeiteinheit kleiner wird. Als Nutzsignal kommen daher nur die Infrage, die aus dem Bad der Rauschsignale herausragen, oder die zusammen eine bestimmte Formation ergeben. Ein einzelnes Signal sagt für sich genommen nichts aus, nur im Verhältnis zu anderen Signalen Gewinnen sie ihre Bedeutung. Wenn irgendwo zum Beispiel eine Doji-Kerze auftaucht, für sich alleine sagt das nichts aus, man muss daher betrachten, wo das Signal aufgetreten ist und wo in der Formation sie einzuordnen ist. Allein aus der Tatsache, dass eine Kerze aufgetaucht ist, lässt sich weder auf die Stärke dieses Signals schliessen, noch auf die Tragweite. Wenn eine Trendumkehr stattfinden zu sein scheint, dann sollte man auch abschätzen können, bis wohin dieser Trend gehen kann und allein aus dieser Information lässt sich ein Einstieg rechtfertigen. Können keine längerer Strecken erkannt werden, so sollte man diese Signale unter Rauschen abtun und sich einen Gefallen machen und sich den Markt fernbleiben.
3) Vorbereitung auf die Börse. Bevor die Börse beginnt, sollte man sich ein Gesamtbild verschaffen. Hat man nämlich eine Ahnung, wohin die Reise geht, dann ist man gegen die Stürme gut gewappnet. Dann können auch kleine Wellen einem nichts anhaben.
4) Dafür sollte man herausfinden, in welche Phase man sich befindet und wohin der Weg danach führen könnte. Der Markt schwankt in Phasen und diese sehen ziemlich identisch aus, wenn man natürlich gelernt hat, diese auch zu erkennen. Lässt man nämlich Rauschsignal beiseite, dann lassen sich Regelmäßigkeiten entdecken.
5) Immer in Trendrichtung handeln, denn wenn man einen Fehler gemacht hat, wird der Markt wieder an die gleiche Stelle zurückkehren. So kann man seine eigene Fehler wieder gutmachen. Es ist nämlich ausgeschlossen, dass man ohne Fehler handelt. Die Rauschsignale kommen oft in Form von quasi Nutzsignale daher, welche einem leicht täuschen können. Man muss Fehlertoleranz aufzeigen. Nur die Scalper meinen, sie könnten jede Schwankung mitnehmen. Daher sind sie ganz schnell rein und raus, was ihnen das Gefühl gibt, sie beherrschten den Markt, obwohl sie nur auf die Schwankungen reagieren, also Getriebene sind. Auf die lange Dauer werden sie vom Markt vorgeführt werden.
6) Daher sollte man zu häufiges Handeln vermeiden. Es ist nämlich ausgeschlossen, dass alle Trades auch aufgehen. Je häufiger man einen Fehler macht, desto verunsicherter wird man und desto mehr Fehler macht man. Wenn man nur ausgewählte Trades platziert, dann gewinnt man auch Vertrauen in das eigene können und das schont das Portmonee.
7) Die Wahl des Instruments sollte so sein, dass kleine Fehler, die durch das Rauschen entstehen, ausgebügelt werden können. Je enger man das Instrument wählt, desto fehlerhafter werden die Trades sein. Das ist wie in der Quantentheorie die Unmöglichkeit, sowohl den Ort und die Geschwindigkeit eines Partikels gleichzeitig anzugeben. Zurrt man den einen Teil fest, entkommt der andere Teil zwischen den Fingern. Das Zeitfenster und die Fehler sind umgekehrt proportional zueinander.
8) Langeweile aushalten. Es ist sehr wichtig, dass wenn zwischen Trades nichts passiert, die Langeweile durch unnütze Trades nicht auszufüllen ist, denn jedes Trade kostet Geld, die man wieder durch hohes Risiko einspielen muss.
9) Vertrauen aufbauen. Denn den Ängstlichen zerfressen die Haie. Man muss sich im klaren sein, dass die Börse ein Nullsummenspiel ist, das heisst, für den einen Verlierer gibt es einen Gewinner. Die Summe wird daher nie grösser sein, als die darin befindlichen Teilnehmer. Daher muss man schlauer sein, als die meisten Teilnehmer.
10) Verschwörungstheorien sollten vermieden werden, denn alle Information stecken in den Kursen. Die Aussage, die Kurse würden von einer unsichtbaren Hand gelenkt werden, nützt dem Traden nichts. Diese Einstellung impliziert, dass man nicht der Handelnder ist, sondern der Gelenkter. Wenn man vom Markt immer vorgeführt bekommt, dann sollte man ihm fernbleiben, denn nur ein aktiver Teilnehmer ist im Stande, Geld zu verdienen. Solange man die Absichten der grossen Lenker nicht kennt, bleibt einem nichts anderes übrig als die Kurse zu studieren. Alles andere ist zu Beruhigung des eigenen Gewissens und hilft dem Traden nicht. Und dass ein Einzelner die Kurse in bestimmter Richtung lenken könnte, ist auch Trugschluss, denn die Kurse kommen durch das Zusammenwirken viele einzelner Teilnehmer zusammen, über die man nur spekulieren könnte. Und man muss die richtigen Instrumente finden, um seine Abschätzung zu optimieren.
11) Fehleranalyse machen und schonungslos seine eigenen Fehler entdecken, sollte einstudiert werden. Denn die Überheblichkeit, die dazu verleitet, den Markt gering zu schätzen, kann sehr kostbar werden. Nur der Markt hat recht. Daher sollte man, sobald man Fehler in seinen Analysen feststellt, alle seine Instrumentarium durchgehen und den Fehler versuchen, auszuschalten. Weil der Markt ist zyklisch ist, wird man, falls man ihn nicht ausschaltet, immer wieder den gleichen Fehler machen und die Folgefehler werden einen ruinieren.
Dienstag, 10. März 2015
Utanma duygusu
İnsan neden utanır ki? Bu duygu neye yarar? Bu duygu kendi ihtiyacını görmek için işe yarayan, onun hayatta kalmasını sağlayan bir duygu olamaz, çünkü bu duygu onun ana temel gereksinimini karşılamak için gerekli değildir. Bu duygu olsa olsa sonradan öğrenilmiş, toplumsal bir olgu olmalıdır. Toplumsal olduğunu varsayarsak bu duygu hangi görevi görür? Herhangi bir görevi görmemiş olsaydı varlığına gereksinim duyulmazdı. Bireysel açıdan sahibine pek de gerekli gözükmese bile, toplumu bir arada tutmak için olmalıdır, o insanı dışardan baskı yapmayarak kendisini otokontrol etmesini sağlayan bir duygu olmalıdır. Toplumda geçerli olan kuralları en kolay şekilde uygulamayı teşvik etmeseydi ona ihtiyaç duyulmazdı. O halde bu toplumun kurguladığı bir türlü hile olması gerekiyor, istemediği şeyi istiyormuş gibi yapıp tüm direncini kırmak için.
Toplumda kendine özgü kurallar olduğuna göre, neyin doğru neyin yanlış olduğu belirlenmiş olmalı. Zamanında kabul gören kurallar elden ele geçerek herşeyin aynı olması sağlamış ve değişim önlenmiş olmalı, sadece toplumu ayakta tutmak adına. Bireyin kabul görmüş kuralları ihlal etmesi onu suçlu duruma düşürecektir. Sadece suçlu olmakla kalmayıp toplumda itibarını da zedeleyecektir. İşte bu yüzden yapmak istediğini gizli yapmak zorunda kalıp, başkasına iki yüzlü davranmak zorundadır. Bu yüzdendir ki bir toplumda ne kadar katı kurallar var ise orada da o kadar saklı gizli işler döner. Bu aynı yeraltı organizasyonu gibidir. Dışa karşı kendini iyi gösterip el altından istediği şeyi, kurallara aykırı gelen şeyi yapmaktır.
Şimdi bir de suçluluk durumuna bakalım. O kuralları ayakta tutmak isteyen için her kural ihlali suç teşkil edecektir. Kurallarla suçlu da belirlenmiş olur. Bir toplumda ne kadar katı kural var ise o toplumda suçlu olma ihtimali de o denli yüksek olacaktır. Kurallar sorgulanmadığı taktirde, kuralı ihlal eden kötü insan, ona uyan ise iyi insan olacaktır. Kötü insan rolüne girmemek için, toplumdan dışlanmamak için o iki yüzlü olmak zorundadır. İki yüzlü davranma insanı kandırır. Karşısındakini ne kadar kandırıyor olsa da, başkasına ne kadar iyi insan rolü yapsa da kendi kendini kandıramayacaktır. Bir de kendisi o kuralları içselleştirmesine rağmen kuralları ihlal ediyor ise toplumun yaptığı dışlamayı kendi kendine uygulanacaktır. O kendinin kötü insan olduğunu zannedecek ve kendinden nefret etmeye başlayacaktır.
Öyle biri içinde sürekli iki kişinin yaşadığı kanısında olacaktır. İlki o kuralları kontrol eden iyi insan olacaktır, diğeri ise kötü. İçten içe çatışma kaçınılmaz olur. Bu tavır kendinden nefret etmeye kadar varabilir. Çatışmanın önlenmesi için başvurulan yol kötü şeylerin başka birileri tarafından ona yaptırıldığını veya şeytana uyduğunu söyleyerek suçunu hafifletmek olacaktır. Kurguladığı şeytani bir varlığa tüm suçu yüklediği anda o herşeyi yine istediği gibi yapabilir, çünkü o aslında iyi bir insandır ama sadece kaldırılmıştır. Bu tavir onun yükünü hafifletir.
Toplumu ayakta tutmak için bir zamanlar getirilen kuralları hala ayakta tutmanın pek mantıklı bir yanı yoktur. Bu görüşe göre insanlar kendi başlarına bırakıldıkları zaman kötü şeyler yapacaklarıdır, bu sebeblen onların güdülmesi gerektiği düşüncesidir. Herkes herkes tarafından gözlem içerisindedir, kimin ne yaptığı bu sebeble önemlidir.
Bu tarz düşünceye karşı bir kaç itirazım olacak. Zannedildiği gibi insanlar doğuştan kötü değiller. Onlar başı boş bırakıldığında aç kurtlar gibi her tarafa saldıracakları malum. İnsanın içinde ne kadar yıkıcı güç var ise o kadar da yapıcı güç vardır. Neyin daha baskın geleceğini, neyin neye yol açacağını her birey kendisi öğrenmek zorundadır ve yaptığı şeylerden sorumluluk almak zorundadır. Sorumluluk almayan ona herşeyin dışardan yaptırılıyor süsü vermesinden belli olur.
İkinci itirazım tüm insanları ispiyonculuk yapmaya teşvik edip kendi işlerini yapmak yerine başkaları ile meşgul olmalarını sağlamaktır. Bu tarz yaşamda, herkesin herkesi kontrol ettiği bir ortamda sağlıklı bir gelişme kat edilemez. Çünkü öğrenmek için hata yapmanında çok normal olduğunu, yapılan hatalardan da sorumluluk alınması gerektiğini bilmek gerekir.
Üçüncü itirazım ise o kuralların insan doğasına karşı geldiğidir. Bir insanı ikilem içine düşüren, ondan şeytan veya melek yapan kurallar pek sağlıklı kurallar olamaz. Sağlıklı bir hayat yaşamak için insanın gerçek gereksinimlerini bilmek ve onların çok doğal olduğunu kabul etmektir. Mesela sevmek, sevilmek, cinsellik, ... gibi ihtiyaçların çok normal olduğu anlaşılmıyor ise ve bunları katı kural ile kısıtlamaya gidiliyor ise o kurallar pek normal olamaz. İnsanın gerçek gereksinimini kısıtlayan kurallar insan doğasına karşıdır.
Sözde geçen kurallar insanlar arası bir anlaşma ile olmadığı zaman suçlu-güçlü sürekli yaratılacaktır ve güçlüye, yani kurallara karşı gelen ise kendine uyalması için malzeme hazırlamış olacaktır.
Sonntag, 8. März 2015
Yeni medya ve dikkat eksikliği üzerine
Hiç farkına varmadan televizyon ve cep telefonu hayatımızın vazgeçilmez parçası haline geldi. Onlara öyle alıştık ki, onlarsız duramaz hale geldik. Nerde olduğumuzu anında hem bildiriyor hem de arkadaşlarımızın nerde olduğunu anında öğreniyoruz. Yazdığımız mesajlara anında yanıt gelmediği zaman karşımızdakine kızıyor, onun bize kötü niyet beslediği kanısına varıyoruz. Anında karşı taraftan mesaj beklediğimiz gibi, karşı tarafta bizden anında cevap bekliyor. Bunun böyle olduğunu bildiğimiz için mesajları aksatmamaya, karşıdakini bekletmemeye özen gösteriyoruz, çünkü doğacak yanlış anlaşmalar bir daha onarılamayan felakete yol açabiliyor. Bu nedenle sürekli erişilebilir olunması bizi o alete bağımlı kılıyor.
Bu bağımlılık farkına varılmadan çok küçük yaşta çocuklara aşılanıyor. Çocuklara anında erişebilmek için alınan telefonlar, çocukları kendi arasında yeni iletişim kurma olanağı sağlamasına sağlıyor ama bu alışkanlık erişkin olunca da devam ediyor. Yukarda da kısaca belirtilen semptomlar çok küçük yaşta beliriyor. Çocuklar kendi duygularını dikkat almak yerine başkasının isteği doğrultusunda hareket etmeyi öğreniyor. O etkin bir yaşam sürdürmesini öğrenmiyor, o kendinden bekleneni yapmayı öğreniyor. Herhangi bir beklenti olmadığı zaman ise kendini boşlukta hissediyor ve o boş zamanı ile ne yapacağını bilmiyor. Sürekli beklenti halinde olan çocuk ne kendini birşeye odaklayabiliyor, ne de yerinde durabiliyor. Sürekli dikkat çekmek ve birilerinden alkış almak için hiperaktif, yani yerinde duramıyor.
Bu bağımlılık sadece erişilebilir olmakla sınırlı kalmıyor, insanlar medya ağından aldığı geri bildirim ile kendine değer biçmeye de başlıyor. Yazdığı şey ne kadar yankı uyandırıyor ise değerinin o kadar yüksek olduğu sanrısı hakim oluyor. Hiç bir yankı alamayan kendini değersiz de görebiliyor. Bu yüzden herkes alkış alma peşinde, herkes herhangi şekilde beğenilme derdinde koşuyor.
Beğeni toplama ugruna, televizyonlarda bir günlüğüne bile olsa şöhret uğruna yapılmayacak şey kalmıyor. İnsanlar kendini küçük düşürüyor, kendi duygusu zedelenme uğruna olsa bile bir günlüğüne şöhret kazanmak o yaşadığı şeyi telafi edeceğini zannediyor. İstediğini elde etmiş olsa bile ondan sonrası mutlu olmaya yetmiyor. Herşey bittikten sonra yine kendini bir boşluk içersinde, yine kendini yanlız hissediyor, çünkü hayatında hiç bir zaman kendi kendisi ile yanlız kalmayı öğrenemedi.
Yeni çağda sanki herşey dikkat çekmek için programlanmış gibi bir his doğuyor, herşeyin parçaya bölünmesi, hiçbir şeyin birbiri ile arasındaki bağlantının olmaması sadece dikkati oraya çekmekten başka bir işe yaramıyor. Televizyonda resimlerin hızlı değişmesi merakımızı uyandırmasına uyandırıyor ama bizi bizden uzaklaştırıyor da. Herşeyin hızlı olması bizi kendimizden koparıyor, kendimizin gerçek ihtiyacını bulmanızı ve anlamamızı engelliyor. Biz fast food gibi içimizi sürekli çöplük ile dolduruyoruz ve hızlı bir hayat yaşıyoruz ama hayatı anlamıyoruz.
Bununla kalmıyor, biz hayatı yaşamıyoruz bile, televizyonda izlediğimiz dizilerde bize nasıl yaşanması gerektiği öğretiliyor. Biz gerçek anlamda deneyim kazanmıyoruz, biz sadece hayalimizde bize kurgu halinde sunulan bir hayatı yaşıyoruz. Gerçek hayatta karşılaştığımız gibi öfke, sevinç, keşfetme, el becerisi, takım oyunu, ortaklaşa birşeyler planlama, karşınızdakini etkileme, empati kurma, acı paylaşma, sevinç paylaşma, karşıdakinin isteğini tahmin etme, kendi vücudunuzu dinleme, deneyimi hazmetmek için kendimize zaman ayırma, ... gibi şeyleri öğrenemiyoruz, çünkü bize anında geri bildirim veren yok, daha doğrusu bizi biz olarak gören yok. Belki de çocuklar görülmek için hiperaktif oluyorlar, sadece dikkati üzerlerine çekmek için yapıyorlar.
Ne kadar her anda iletişim halinde olsak bile bu iletişim gerçek benliğimize dokunmuyor, biz yine yalnızlaşıyoruz. Eğer sanal alemde biri hoşumuza gitmiyor ise, onu hemen siliyor yenisi ile iletişime geçiyoruz. İşte bunların hepsi bizi bizden koparmayı başarıyor. Biz bize atfedilen bir hayatı yaşıyoruz, kendi seçtiğiniz hayatı değil. Kendi seçtiğimiz hayatı yaşamak için hayatı yavaşlatmak, dikkatimizi gerçek ihtiyacımız olan nesnelere vermemiz gerekiyor. Zihin dinginliği ve herşeyi daha bilinçli yapmak bizi hayattan tekrar tad almayı sağlamada yardımcı olacaktır. Olgular arasında bağı görebilmek için bilgi çöplüğünden arınmak ve kendimize zaman ayırmak gerekiyor. Günün belli saatlerini kendimize ayırıp tüm etkenlerden uzak durmak gerekiyor. Hem kendi vücudunuzu dinlemesini hem de bizi etkileyen fikirlerin kaynağına inmemiz gerekiyor. Biz kendi kendimizi keşfetmemiz için kendimize zaman ayırmamız ve kafamızda geçen binbir türlü düşüncelerin bizi tutsak düşürmemesi ve dikkatimizi dağıtmaması için çok çaba harcalamalıyız. Ancak ve ancak dikkatimizi dağıtan bu çöplüklerin farkına vardığımız zaman onlara karşı daha etken tedbir alabilir, daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürebiliriz.
Samstag, 7. März 2015
Was erwartet uns?
Freitag, 6. März 2015
Folgeuntersuchung
und das neue Bild:
Nachtrag (07.03.2015, 22:00 Uhr): Da ich beim letzten Bild keine Prognose erstellt hatte, hole ich das nun nach. Ich habe einen großen Mobs entdeckt, mal gucken, ob das zutrifft:
Mittwoch, 4. März 2015
Interessante Entwicklung beim Dax
Kendini düşünmeyi bırak
Zamanının büyük bir bölümünü kendi fiziksel veya ruhsal ihtiyaçlarını gidermekle meşgul olan biri narsistir, her ne kadar o yaptığı şeylere sevimli isimler koysa bile. Bağımlılığını saklamak için bağımlı olduğu şeyleri yüceltecek ve onlara erişilmesi güç olduğu imasi verecektir, ve dolayısı ile yaptığı şeyin çok kutsal bir işlem olduğu süsü alacaktır. Aslında negatif birşeyi pozitif yapıp kendi kendini teselli ediyor o. Oysa o bağımlı olduğunun ve o şeylerin tutsağı olduğunun farkında değildir. O kendi kendisi ile meşgul olmaktan, kendi derdini dinlemekten başka birşey göremez ve yapamaz.
Zihni dinç tutmak için bu bağımlılıkların farkında olup onlara hak ettikleri gerçek değeri vermelidir. Onlar neyi hak ediyorlar? Onları diğer şeylerden ayırt eden özellik nedir? Onları özerk kılan şey onlara olan bağımlılığımızdır. Bağımlılığa iltifat ederek onları yücelten biziz, oysa onların diğer şeylerden çekici kılan hiç bir özelliği yoktur.
Dünya bizim dışımızda cereyan eder. Görmeyi isteyen kendi ihtiyaçlarını bir kenara bırakır ve etrafında cereyan eden şeylere dikkatini verir. Herşey bizden ibaret değildir, herşeyin çekim noktası da biz değiliz, merkezi de. O halde kendimizi bu kadar önemsemenin bir anlamı yoktur. Hür olmak için kendimizden kopmalıyız, kendi derdimizi bir kenara atıp etrafımızdaki olan biten şeylere kulak asmalıyız. İşte herşeyin püf noktası budur: benmerkezcilikten kurtulup herşeyi olduğu gibi farkına varabilmek.