Donnerstag, 26. März 2015

BEN yalancının icatıdır

BEN dediğimiz şey nedir, bir bilen var mı? Bildiğini zannettiğimiz düşüncelerden mi ibaret şu BEN denilen şey? BEN tek düşüncelerden ibaret ise vücudumuz ne oluyor? Onu hangi kategoriye sokmamız gerekiyor? Çünkü beden düşünceden ibaret değil, ama onun da kaçınılmaz BEN dediğimiz his ile bağlantısı olduğunu anlamak da çok zor değil. Herhangi bir yerimiz ağrıdığı veya sızladığı zaman ki düşüncenin halini gördükten sonra, veya felç geçirdikten, vücudu hissetmez duruma geldikten sonra ki hali düşündüğümüzde bedenin de BEN denilen şeye etkisini yatsımak yanlış olacaktır. O halde o BEN dediğimiz şey kendi kendimize atfettiğimiz bir sanrıdan başka birşey olamaz. O olmak istediğimiz veya geçmişteki deneyimlerden kaynaklanarak elde ettiğimiz becerilerin sonucunu temsil eden bir düşünce olamaz mı?

Diyelim ki kendimizi iyi bir anne baba olarak görüyoruz, o halde BENliğimiz anne baba üzerine ki düşünce üzerine kurulu olacaktır. Her bu rolü tastikleyici düşünceyi ayakta tutmak için gayret edeceğiz. Biz artık kendimiz kendimiz değiliz, bizi biz yaptığını zannettiğimiz bağ ile kendi ayarımızı sağlamaya çalışacağız. Ne kadar bu rol ile bütünleşmiş isek, her türlü bu rolü tehlikeye sokacak düşünceyi kendimize saldırı olarak algılayacak ve şiddetle savunma mekanizmasına geçeceğiz. Bu türlü davranışta sağlıklı düşünüldüğü söylenemez, çünkü her kulağa gelen düşünce bu BEN düşüncesinden süzülerek geçmek zorunda kalacaktır. Karşı tarafı dinlemek yerine onu kendimiz hakkında ne söylüyor filtresi ile dinleyeceğiz. Buna benmerkezcilik de diyebiliriz.

Bu gibi çok değişik rollere bürünür, o rolleri yüceltebiliriz. En hakiki şeyin o roller olduğunu ima edebiliriz. Ama bunu yaptığımız zaman gerçek anlamda kopukluk yaşamış oluruz, biz kendimizi sadece ve sadece o düşündüğümüz çerçeve içersinde görüyor oluruz. Oysa biz çok değişik bağlardan oluşmaktayız. Her bağ içinde kendimize düşen rol bir başkasıdır. Bu rollerden herhangi birine sarılmakla BEN dediğimiz şeyi oluşturuyor isek, bu çok kısıtlı görüş alanı olacaktır, daha da açık konuşmak gerekiyor isek, bu kendimizi kandırmaktan başka birşey değildir. Belli bir düşüncenin hiç değişmeden ebedi aynı kalacağını zannetmek gerçekten kendi kendini kandırmaktan başka birşey değildir.

Büyümek isteyen böyle düşünce saplantısı ile uğraşmaz. O hangi rollerde neyi temsil ettiğini çok iyi bilir ama başka rollerde de başka şeyi temsil ettiğini bilir. O halde rollerin herhangi birini diğerinden üstün tutmanın hiç bir anlamı olmadığını görür. Asıl büyümek, rol diye betimlediğimiz düşüncelerden bağımsız olmaktır, o düşüncelerin kölesi olmayıp onların sadece bağlantıyı temsil ettiğini anlamaktır. Ne kadar bu bağlantı geniş tutulur ise, yani tüm evreni kapsayıcı şekle gelmiş ise, ancak o zaman BEN dediğimiz şey herşeyi kapsayacağı için aslında hiç birşeyi kapsamaz. Bağımlı olduğumuz çerçeve ne kadar büyür ise o kadar da tek bir düşünce hükmünden kurtulur, herşeyi ve hiç birşeyi kapsayan veya kapanmayan bir BENlik ortaya çıkmış olur. İşte bu BEN herşeyi kapsadığı için kendini savunmaya yeltenmez. Herşeyi olduğu gibi kavramaya çalışır. Gelip geçici düşüncelerin hükmü altında kalmaz, onları yargılamaz da, sadece belli bir mesafeden onları izler. Değerlendirmediği için de onun için "iyi-kötü", "çirkin-güzel",...., gibi dualitenin içinde yer almaz, onun için bunların hepsi gereklidir. İşte bu duruma koşulsuz sevgi de denebilir.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen