Freitag, 30. Januar 2015

Bilmenin davranış haline gelmesi

Neden ezberlemenin bi işe yaramadığı ve kuru bilginin şahsa hiç birşey vermediğini iyi anlamak gerekir. Bilgi insanın özü ile yoğrulmadığı zaman bir işe yaramaz. İnsan herşeyi ezberlediği gibi tekrarlayabilir ama bu tekrarlama bireyin davranışına yansımadığı zaman Netice'in tabiri ile bu "geviş" getirmekten başka birşey olamaz, yani besin değeri olmayan besini hazmetmeye  benzer. Sağlıklı olmanın iyi olduğu bilinir ama sağlıklı olmak için de hiç birşey yapılmaz. Temiz çevrenin iyi olduğunu bir yerden duymuştur ama çevreyi pisletmekten de kaçmaz. İsrafın önlenmesi gerektiği konusunda hemfikirdir, sadece kendi dışta tutulduğu zaman.

Ezberlenmiş bilgi ile içselleştirilmiş bilgi arasında fark vardır. Ezbere olan kendine ait değildir, özü ile yoğrulmamış bilgidir, bu nedenle o bilgi diğer olgular ile bağ kurmaya yaramaz. O bilginin nasıl elde edildiği, zayıf noktalarının nerede olduğu, güç tarafının neresi olduğu bilinmez. Şablon şeklinde her benzer olguya o şablon yapıştırılır, uyup uymadığı irdelenmeden.

Bilginin davranışa geçmesi usta ile çırak arasındaki fark gibidir. Ustanın artık açıklamasına gerek yoktur, sözü ile davranışı arasında hiç bir ikilem gözlenemez, o bir bütündür. O düşünmeden davranır, bağlantı kuracağı zaman da anında bağlantı kurar. İkilem yoktur, çünkü gözlemleme esnasında en küçük detaya kadar incelemiştir. O olayların farkındadır.

Dienstag, 27. Januar 2015

Tek boyutlu düşünmek

Tek boyutlu düşünmek ile olayı basitleştirmek arasında bir bağ vardır. Basit olduğu için de çekicidir. Tek boyutlu düşünmek belki de multiple choise soruları çokça çözmekten de kaynaklanabilir. Orada her sorunun tek bir yanıtı olduğu kanısı aşılanıyor ve bundan dolayı her problemi etkileyen tek faktörün tespit edileceği hissi uyandırılıyor olabilir. Bu olsa olsa o testi yapanın düşüncesini yansıtmaktan başka birşey olamaz, bu düşünce lineerdir, çünkü lineer prosedürleri basite indirger.

Bir olguyu belirleyen faktörler çok yönlüdür. Onda etki ve tepki, neden ve sonuç gibi ikilemler yok denecek kadar azdır. Bazen belli bir faktör olaya damgasını vuran faktör gibi gözükebilir, bundan dolayı neden-sonuç ikilemi çok uygunmuş gibi bir izlenim bırakabilir, ama yine de doğada tek bir faktörün tüm olguyu belirlemesi çok nadir gözlenen bir olgudur.

Bu yanılgı bilhassa sosyal bilimlerde ve tarih biliminde çok sıkça görülen olgudur. Çok karmaşa bir olguyu kavranır duruma getirmek için o olgu basite indirgenir. Küçük parçalar haline gelen olgu sıra ile çözüldükten sonra problemi tekrar birleştirerek bütün kavranmaya çalışılır. Göz ardı edilen şey bir bütünün parçaların toplamından daha fazla ettiğidir. Bu nedenle problemi parçalamak problemin tümünü kavramaya yaramayacaktır. Diğer taraftan problemin tümünün kavranıp kavranmadığı kesin olarak bilinmez. Her ne kadar kavranmış gibi gözükse de gözden kaçan olgular olabilir. Bunu zaman daha iyi gösterecektir.

Olgunun basit olmayışı geri besleme ile çıktının tekrar başa dönmesinden kaynaklanabilir. Bu durumda kimin nasıl başladığı, ilk önce kimin kimi etkilediği tespit edilemez. Çoğu tartışmalarda bu nedenle kimin ilk önce ne söylediği gerçek anlamda tespit edilemez, tespit edilmiş olsa bile bi işe yaramaz çünkü karşı taraf bilinçaltı ile farkında olmadığı başka sinyaller almış olabilir ve bunu ifade etmekte zorluk çekebilir. Hem haklı çıkmak için her "işe"  yarayan argüman olayı tek belirleyici argüman olarak gösterilmeye çalışılır. Çok boyutluluğu teke indirgemekle bir şey kazanılmış olunmaz.

Faktörleri teker teker tespit etmek yerine olayı belirleyen prosedürlerin belirlenmesi daha akıllıca olacaktır. Prosedür, kavrandıkdan  sonra onu belirleyen faktörlerin hepsini tespit etmek zorunlu olmayacaktır. Tüm faktörlerin prosedürde aynı işlemi göreceği için prosedür faktörlerin değişimine karsi dirençlidir.

Prosedürün faktörlerden pek etkilenmemesini şöyle bir örnekle de ifade etmek mümkündür. "Yeni" oluşumun prosedürü kavrandıktan sonra bu ister tarihte olsun, ister müzikte olsun veya herhangi başka bir bilim dalında olsun, yeniyi oluşturan mekanizma aynıdır. Yeni oluşumlar sürekli aynı şekilde kendini gösterir. Bu nedenle mesela tarihte herhangi bir liderin başa gelmesi tek bir faktöre indirgenemez. Eğer bu bu kadar basit olmuş olsaydı, bu yöntemi her devirde isteyen kullanabilirdi ve istediği kişiyi başa getirebilirdi. Yeni bir şey tek bir faktörün isteği doğrultusunda gerçekleşemez. Yeni, çoklu faktörlerin birleşmesi ile kendi kendini oluşturan bir prosedürdür. Her faktör gerçek anlamda tam "kıvamında" olduğu zaman yeni bir oluşum ortaya çıkar.

Montag, 26. Januar 2015

Anı yaşa

Son zamanlarda moda haline gelen anı yaşama sevdası, geçmişi ve geleceği geride bırakma çabası insanı edilgen yapmakla kalmıyor, çoğu gizli perde arkasında yapılan pratiklerin hem üstünü örtmeye hem de bilgisiz olmanın iyi olduğu imajını vermeye yarıyor, çünkü yarını olmayan birinin dünden bugüne ve bugünden yarına nasıl geçtiği merak uyandırmaz. Anı yücelten biri için araştırmak pek anlamsız olacaktır. Araştırmak ancak ve ancak geçmiş ile ilgilenmekle olur. Araştırmak aslında geçmişteki gerçekleşen olguların anlaşılması ile geleceği daha iyi tahmin etmek içindir. Oysa anı yaşa öğütü verildiği zaman gizlilik ilkesinin ve bilmemenin normal olduğu kutsanır. Bu rivayete uyanlar ile uymayanlar arasında uçurum oluşur ve belli kesim kendini bilenlere bağlar, çünkü insanın geleceği, geleceği iyi tahmin edebilmesi üzerine kuruludur. Geleceği iyi tahmin ödemeyenlerin gelişme seviyesi sınırlıdır.

Biz her adım attığımızda attığımız adımın sağlam zemin üzerine olmasına dikkat ederiz. Bunu ilk yürümeyi öğrenirken düşe kalka yaparak öğrendikten sonra bir daha üzerine kafa yormayız, ama yine de bilinçaltında o hesaplar yapılır. Bunu hergün alıştığımız yol üzerinde küçük bir değişimin olmasinda anlarız, o zamanki tahminimiz her zamanki yaptığımız tahmin ile uyuşmaz ve biz de o engele takılır kalırız. Bu sadece adım atmakla sınırlı değildir, ilk karşılaştığımız insanın surat ifadesinden onun düşman mı dost mu olduğunu da hemen tahmin ederiz. O tahmine göre bazıları bize daha çok sempatik gelirken, diğerleri ile bir daha görüşmek bile istemeyiz. Onlarda herhangi birşey bizi rahatsız eder.

Anı yaşama öğütü şimdiye kadar kronikleşmiş davranışların öyle devam etmesini tastikler. Oysa o davranışların farkına varmak için anın dışına, yani yapılan şeylere daha da dikkatlice bakmaya gerek vardır. Belki de her davranışı keskin bir bıçak ile nasıl ekmek dilim dilim kesiliyorsa, onu da parçalara bölmek gerekir. Bölmek bu anlamda farkındalık yaratacaktır. Aslında her farkında olan bir bilim adamıdır. İşte bilim adamları da şimdiye kadar alıştığımız davranışları, suç teşkil eden ve perde arkasında gizli yapılan pratikleri birer birer şu yüzüne çıkartıp onların çok normal olduğunu gösterenlerdir. Onlar çok gizemli şeyler yapmazlar. Onlar herkesin çok normal diye göz ardı ettiği şeylere biraz daha dikkat etmesini alışkanlık haline getirenlerdir, veya herhangi bir tabu ile yasaklamış davranışların su üstüne çıkmasını sağlayanlardır.

Sonntag, 25. Januar 2015

Anlaşma üzerine

O kadar çeşitli ve birbirine zıt teoriler olmasına rağmen anlaşma yine de mümkün mü?  Veya hangi teorinin doğru olduğunu ayırt etmek mümkün mü? Sonuçta insanlar beraber yaşamak zorunda oldukça birbirleri ile herhangi şekilde anlaşmak zorundadır.

Şimdiye kadar dünyayı betimlemek için kültürel oluşmuş çok teoriler vardır. Bu teorilerden çoğu dünyayı en iyi şekilde betimlediğini vaad eder. Kendi kültürü içinde tek bir teori üzerinde uzlaşmayı sağlamak o kültür içinde anlaşmayı daha da kolaylaştırabilir, en azından prensip olarak belli değerler konusunda anlaşma sağlanır. Bu da ortak hareket etmeyi hızlandırır.

Kendi içinde bile tek bir teoriyi kabul eden kültürler anlaşmaktan ve karşı tarafı dinlemekten çok uzaktır. Kabul gören kurallar yasa haline geleceği için kabul gören teoriden başka teori kabul edilmez. Kendi içinde bile sorun yaşayan tek görüşlü teori başka kültürlerle karşılaştığı zaman nasıl ortak görüşte anlaşabilir? Nasıl birbirleri ile beraber yaşayabilirler ki? 

Tek bir teorinin doğru olduğunu kabul etmek ne kadar yanlış ise, her teorinin kendi içinde doğru olduğunu kabul etmek de o kadar yanlıştır. Her teorinin doğru olduğunu kabul etmekle mesela Hitler rejiminin de kendi içinde doğru olduğunu ve katlanılması gerektiğini söylemek aynıdır. O zaman bazı teorilerin diğer teorilerden daha iyi olduğunu söylemek mümkün müdür? Mümkün ise bunu neye dayanarak söylemek mümkündür? Mümkün değil ise herkesin anlaşabileceği en asgari ortak değerler paketi var mıdır?

En uç ücralarda yer alan teorilerden hariç herhangi bir teoriyi diğerine yeğlemek pek mümkün gözükmüyor. Bu teoriler kültür adı altında belli alışkanlığı da beraberinde getirdiği için o teoriyi karalamakla sadece bir fikir karalanmış olunmuyor, o teoriyi temsil eden şahıslar da karalanmış oluyor, bu da kabul edilemez bir durumdur. Ne kadar doğru bir yaşam şeklinin nasıl olduğu söylenemese bile, çok çeşitli yaşam denemesine tahammül edilmesi gerekir. Herhangi şekilde realite dışında bir yaşam şekli zaten fazla yaşam sürdüremeyecek ve ortadan kaybolacaktır. Ona dışardan müdahale etmeye gerek kalmaz.

Ne kadar ortak değerler üzerinde anlaşmak zor olsada yine de herkes tarafından kabul edilmesi gereken ilkeler olmalıdır. Bu ilkelerden biri, sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkasına öyle davranmalısındır. Başka ortak bir değer ise adil olmak üzerine kurulmalıdır, adil olmayan değer üzerine kurulan bir sistem anlaşma üzerine inşaa edilmiş sayılmaz, o olsa olsa ezmek üzerine kurulu sistemdir. Bir efendinin kölesi ile aynı seviyede ve anlaşma üzerine kurulu ilişki yürütmesi söylenemez. Göz göze anlaşma sağlayabilmek için kendin için kabul edeceğin değerlerin karşı taraf için de geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. Karşındakini insan saymayan biri zaten her anlaşma isteğinden mahrumdur.

Anlaşma sağlamak isteyenler kendini unutmalıdır, hem kendini hem de kendi teorisini. Sürekli kendi isteği ve kendisine fayda sağlayan şeyleri önplanda tutanlarda pek anlaşma sağlanması mümkün olmaz. Her egoyu tatmin eden şeyin önplanda çıkartıldığı yerde fikir birliği sağlamak imkansız olur. Anlaşma sağlayabilmek için kendi dışındaki hedefin farkına varmak ve onu gerçekleştirmek için çözüm önermek gerekir. Bu çözümler belli teoriye dayandığı için seçilmemeli, mantıklı olduğu için seçilmelidir, ortak zekaya hitap ettiği için seçilmelidir.

Kendi kuralını unutup anlaşmanın konuşma ile sağlanacağına inanmak biraz da yeni şeylere açık olmak ile alakalıdır. Değişime açık olmayan iletişimin getirdiği belirsizliğe dayanmakta zorluk çeker. Her iletişim belli bir belirsizliği içinde barındırır, çünkü iletişimin sonucu önceden belli değildir. Sonuç konuşma ile şekillenir, yeniden oluşur. Her konuşma kendi bildiği sınırları aşmak ve belirsizlik mecerasına katılmak ile başlar. Bu aynı okyanusa yelken açmaya benzer.

Konuşmaya dayalı yöntem mütevazi olmakla alakalıdır. Kesin doğrunun olmadığı, doğrunun konuşma esnasında anlaşmaya dayalı olduğunu kabul etmek mütevazilik ile alakalıdır. Mütevazilik kendi sınırının darlığını kabul eder ve karşı tarafı da hoş görür. Bu hoşgörü "savaşsız" karşı tarafın görüşünü kabul etmek anlamına gelmemelidir. Bu hoşgörü sadece ve sadece karşı tarafın da kendisi gibi görüş belirtme hakkına sahip olduğunu belirtmek içindir. Sonuçta yine ikna yöntemi ile ortak akıl sağlanmaya çalışılacaktır. Ama hiç bir şekilde fikir karşı tarafa empoze edilemez.

Anlaşma sağlamak demokratik sistemin bel kemiğidir. Ancak ve ancak aktif fertlerin rol alması ile gerçekleşir. İnandığı değerlerin gerçekleşmesi için çalışan fertlerden oluştuğu takdirde böyle bir topluluk ayakta durabilir. Aktif rol almanın yanında tutarlı ve güvenilir fertlerin de olması şarttır. Kendi menfaati için yalan söyleyen ve dolandırıcılık ile uğraşan kişiler gerçek anlamda anlaşma sağlamak için çalışmazlar, fayda görebildikleri kadar anlaşıyormuş gibi davranırlar, zarar gördükleri andan itibaren anlaşmayı bozarlar.

Bireyler üzerine söylenen anlaşma sorunları ülkeler arası da geçerlidir, sadece bireyi bir ülke ile değiştirmek yeterlidir. 

Osmanlıca üzerine düşünceler

Bazı birbirine sıkıca kenetlenmiş kesimler gerçek yapmak istediği şeyi yavaş yavaş alıştırarak gerçekleştirmek istiyorlar.  Okullarda Osmanlıca dersinin verilmesini isteyenler de bunu açıklamaya yarayan çok güzel bir örnek olabilir. Asıl meselenin Osmanlıca olmadığını bilmesine biliyorlar, çünkü Osmanlıca hiç bir zaman halk dili değildi, büyük tabana da hiç yaygın değildi, ama yine de asıl gayeyi gizli gizli yapmak zorundalar çünkü açık seçik yapıldığı zaman büyük tepki uyandıracağını biliyorlar.  Aristokratların saraylarda konuştuğu, kendisini normal halktan ayırmak için kullandıkları bir dili tekrar canlandırmanın bir anlamını göremiyorum, en azından açıklayıcı bir nedenin ortaya atıldığını da fark etmedim. Nedeni, bu dilde yayınlanmış kaynakların incelenmesi denilse bile bu neden pek ciddiye alınmaz, çünkü bu kaynakların sayısı yok denecek kadar azdır, bu nedenle tüm halkı meşgul etmek yerine iyi uzmanlar yetiştirip bu kaynakları bu günümüze kazandırmak daha verimli olurdu. Devlet arşivlerine girildiğinde normal kitap denecek doğru dürüst kitabın olmadığı, ilk gazetenin bile çıkartıldığı 18'inci yüzyılın sonlarında hemen kapatıldığı görülmüştür. Osmanlı'da ilk romanın 19'üncü yüzyılın sonlarında yazılmış olması kitaba ve yazıya verilen önemi bu devirde çok açık ve çıplaklığı ile ortaya seriyor.

Pekala bu kadar kitap ve yazıya uzak duran bir devri tekrar yaşatmak istemenin anlamı nedir? Bu devri tekrar yaşatmakla kayıp olan kaynakları okur hale gelmeyi argüman olarak kullanmak biraz gülünç olurdu, olmayan şeyi nasıl okuyacaksın? Bu devri tekrar yaşatmak kitap aşkından da kaynaklanmış olamaz, çünkü bu devrin geri gelmesini isteyenler okumaya en uzak kesimlerdir. Kuranı bile önündeki hocanın anlattığı kadar bilen kesimin Osmanlıca arşivini okumak istediğini söylemesi biraz inandırıcı gelmiyor. Eğer söylenildiği gibi önemli kaynaklar olmuş olsaydı bunların çoktan Türkçeye çevrilmiş olması gerekirdi. Böyle birşey yapılmadığına göre gerçek amaç ne olabilir ki?

Gerçek amacın ne olduğu açık seçik konuşulmadığı için, anlatmak yerine emre uyulması gerektiği söylendiği için, bizim spekülasyon yapmaktan başka çaremiz kalmıyor. Bu spekülasyon şimdiye kadar yapılan politikaya dayanarak, yani bu kesimin gerçek amacını nasıl elde etmeye çalıştığını örneklerle göstererek kurgulamaya çalışacağız, çünkü başka çaremiz yok. İstenilen şeyi gizli yapmamış olsalardı tepki alacak olurlardı, tepkiyi önlemek için arka kapıdan isteklerini yumuşatarak, herkesi alıştırarak gerçekleştirmek istedikleri görülürdü.

Görülüyor ki birşeyi ortaya atarken yasaklayıcı olarak gelmemeyi tercih ediyorlar. Alkollü bile kısıtlarken yasaklayıcı bir tutumla gelinmedi, yasaklama önplanda bile değildi. En iyi argüman insanları ve gençleri koruma amaçlı idi. Okul ve cami çevresinde alkol içmenin sınırını genişleterek alkol satma alanını daraltıp arka kapıdan yasak getirilmek istendi. Bir de alkollü ürünlerin vergisini artırılması yasaklamanın başka yüzü idi.

Her olayda olduğu gibi Osmanlıca dersinin de okullarda öğretilmesinin diretilmesi başka amaca öncülük yaptığı kuşkusunu uyandırıyor. Pekala gerçek amaç incelemek olmadığına göre ne olabilir? Eğer incelemek olsaydı üniversitelerde belli kürsülerin açılması daha mantıklı olurdu. Tüm halka gereksiz birşeyi tekrar öğretmekle cezalandırmak ne işe yarayabilir? Sorun zaten Osmanlıca değil, sorun arapça alfabesini tekrar güncel hayata sokmaktır. Dil öğrenmek, arapça alfabesini dolaylı yoldan tekrar beraberinde getirecektir. Arapça alfabesini direk zorunlu kılmak yerine ve latince alfabesini yasaklamak yerine Osmanlıca üzerinden arap alfabesi alıştıra alıştıra güncel hayatın parçası haline getirilmek isteniyor. Gerçek amacı böyle ifade etmelerinde tepki uyandıracağını bildikleri için Osmanlıca dilini öne sürüyorlar.

Diyelim ki gerçekten herşey arap alfabesi ile yazılıyor. Arap alfabesi ile yazı yazmak neyi degistirecek? Elbisenin kılıfını değiştirmekle iyi düşünülür mü veya iyi insan olunur mu? Tarihten koptuklarını söyleyenler arapça alfabesini getirdikleri zaman kat edilmiş bu 90-100 yılı silmiş olmayacaklar mı? Geride bırakılmış bu yüz yıl içerisinde üretilmiş eserleri bir kenara atmış olmuyorlar mı?  Aslına bakılırsa onlar da şikayet ettikleri şeyin aynısını yapıyorlar. İleriye bakılarak akıllıca tasarlanmış bir öneri değil bu, bu arapça kültürünü dir etmekten başka birşey değildir.

Sonntag, 18. Januar 2015

Entelektüellerin suçu


Entellektüellerin suçu halkı belli bir beklenti içine sokup bu beklentiyi karşılayamaz olmalarında yatıyor. Kendileri için atfedilen imaj, herşeyi bilen, çalışkan, bencil olmayan ileri görüşlü insanlardı. Ama bunların hiç birini karşılayamaz olunca bu söylemlerin içi boş kelimelerden ibaret olduğu meydana çıktı. Içerilikten çok forma önem veren, şablonların arkasında gizlenen bir grup üretilmiş ve yarattıkları imajın gölgesinde yavaş yavaş tükenen bir grup üretilmiş oldu. Bu durum ne kadar iyi gidebilirdi ki? Taa ki ortaya birilerinin çıkıp "kral çıplak" demesine kadar. Tüm çıplaklığı ile ortada kalan kesim inanırlığını yitirdi, yerini yeni bir gruba teslim etmek zorunda kaldı. Her ne kadar eski gruba alternatif olacaklarını vaat etseler de onlar da kendilerine uygun şablon bulup belli bir zaman büyük bir kitleyi arkasından sürekleyeceği anlaşılıyor.

Genel hat böyle olunca gerçek anlamda suç nedir? Entellektuellerin suçu iki türlüdür. Birincisi, vaat ettikleri şeyi yerine getiremeyip onlara umut verenleri hayal kırıklığında bıraktıkları için suçlular. Eski dini betimlemeye alternatif olarak akıl ile inşaa etmeye çalıştıkları yeni bir yaşam şekli sunmayı vaat etmişlerdi. Oysa ortaya çıkan şey şekilcilikten, güzel görüntüden başka birşey değildi. Çok biliyorlar diye tüm gücün ellerine verilmesine rağmen, o güç taptıkları gücü daha da güçlendirmek icin kullanılmıştı, onları daha da erişilmez kılmıştı.

Ikinci suç diyebileceğimiz suç dışa verdikleri sinyalin yanında kendilerinin de verdikleri sinyale inanmaları ve dolayısı ile asıl hedefi gözden kaçırmaları idi. Asıl hedef aklın bireyi özgür kılmasına yaradığı idi. Özgür olmak yerine, kendisini gücün kölesi haline getirip efendi-köle rolüne bürünmesi idi. Onlar geçmişteki var olan sistemi devam ettirdiler, taa ki başka birilerinin gelip güç meselesini tekrar eski haline getirmesine kadar. Kapalı seçilde yürütülmek istenilen güç meselesinin yerini açık güç göstergesi aldı. Gücü sembol eden eski zırhlı askerlerle tören alayı düzenlemek, eski gücün garantörü olduğuna işaret etmek içindi.

Sürekli başkasından medet uman halk icin birşey yine değişmedi. Onlar kaderini başkasının eline bırakmıştı. Oysa entelektüellerin yapması gereken şey, insanları kaderinin mimari olması gerektiğine inandırıp inisyatifi eline aldırmak olacaktı. Herkesin birey olarak eşit hakka sahip olduğu, dolayısı ile fikir edinme ve belirtme özgüvenin önemine işaret etmek olacaktı. Kendisinin başkasına nasıl davranması gerektiği, başkasının kendisine nasıl davranmasını istemesi ile aynı orantıda olduğunu anlatmak olacaktı. Insanların bir arada yaşaması için herhangi bir yüce güce ihtiyaç olmadığı, sadece birbirleri ile konuşabilmenin yeterli olduğunu göstermek olacaktı. Insanı insan yerine koymak ve konulmanın ne kadar önemli olduğunu kavramak olacaktı. Insan yerine konulmayan eninde sonunda isteğini herhangi şekilde ifade edecektir, belki de şiddete bile başvurarak.

Samstag, 17. Januar 2015

Toplumsala karşı bireysellik

Bireyselliği aşağılamak için onun egoistlikle aynı olduğu iddiası edilir. Karşıt tutum olarak da toplumsallığın iyi olduğu ifade edilir. Bu gerçekten de böyle midir? Egoistliğin bireysellik ile alakalı olmadığını ve toplumsallığın da vaat edildiği kadar iyi olmadığını göstermeye çalışacağım.

Egoist biri her yaptığı işi kar amaçlı yapar, yaptığı şey kar getirici ise onu yapar, karı olmayan şeyleri yapmaz. Bireysellik ise karı önde tutmaz. Bireysellik için en önemli unsur özgürlüktür. Özgürlüğü ve bağımsızlığı geliştirici herşey riayet görür. O kendi gücüne inanan biridir. Toplumun gelişmesi için onu oluşturan fertlerin gelişmesi gerektiği kanısındadır. Gelişme kaydedemediği zaman sorumlusu kendisinden başka kimse olmadığını bilir. Başka günah keçisi aramaz. Kendini geliştirecek güç de onu yok edecek güç de elindedir.

Toplumsallığın riayet gördüğü gruplarda tek başına birşey yapılamayacağı, herkesin aynı şekilde davranması sonucunda gelişme kaydedileceği görüşü hakimdir. Bu nedenle toplumda gelişme hızı çok yavaştır, gelişme kaydedilmediği zaman da dış güçler günah keçisi olarak hazırdır. Grup ne kadar kendine sıkı kenetlenirse o kadar da diğer gruplara karşı cephe alması kolaylaşır. Gelişmeyi kendisi istiyordur ama dış güçler istemediği için de hiç bir gelişme kaydedilmez. Hem gelişmeyi önleyen sorumlu bulunmuştur, hem de bireye grup içersinde "saklanma" yolu açılmıştır. Başkasına küfür ederek kendini grup içersinde saklama mümkün olur.

Saklanmanın yanında aidiyet konusu da çok önemlidir. Bireysel takınan kişi için aidiyet konusu pek de önemli değildir. Onun dünyası sürekli değişken olduğu için uyum sağlama onun için en önemli faktördür. O hem kendi dünyasını kendisi şekillendirir, hem de bulduğu dünyaya adepte olmaya çalışır. Kendini tek birşeye veya yere bağlayacak kadar naif biri değildir.

Toplumsal takınan kişi ise kendi görüşünün içinde bulunduğu toplum tarafından kabul görüp görmediğini sürekli test eder. Toplumun kabul ettiği değerler onun davranışını belirler. Bu nedenle de toplum ile özdeşir o, toplum için yaşar. Toplum benliğini oluşturur. Topluma gelebilecek her darbe kendi kişiliğine de geleceği için toplumsal değerleri şahsi değerler gibi savunur. Hatta ve hatta o değerlerin korunması için de bireysel değerleri yok etmeye kadar gider. Onun gözünde birey hiçtir, toplum ise herşey.

Donnerstag, 15. Januar 2015

Fehlsignal

Der plötzliche Kurseinbruch gestern war der Schweizer Nationalbank geschuldet, sie hat nämlich die Bindung der Schweizer Franken an Euro aufgekündigt, obwohl der Einbruch auch meinem Szenario ganz gut passen würde. Einst zeigt aber diese Reaktion, daß nämlich die Märkte für jede kleine Nachrichte ganz sensibel reagieren.
Ich würde daher diesen Ausbruch nicht als ein Ausbruch aus dem Rechteck interpretieren. Mit dieser Bewegung erfüllen wir nun die letzte Phase der Konsolidierung. Daher dürften die Kurse nochmal Richtung 9400 oder 9200 Punkten fallen. Erst wenn die Kurse dort angekommen sind, haben wir die dritte Bewegung der seit Oktober bestehenden Konsolidierung beendet. Nach nochmaligem Anstieg erwarte ich mit der 4. Welle einen Crash. Die Gefahr ist immer noch nicht gebannt.

Mittwoch, 14. Januar 2015

Tag der Entscheidung

Das letzte Mal hatten wir uns das folgende Bild angeguckt: (crash-or-not-crash)

Der Dax hat inzwischen den ersten Pfand genommen, was aktuell wie folgt aussieht:

Wir haben in diesem Ast nun die 4. Welle gemacht. Auf dem ersten Bild hatten wir die Vermutung geäußert, daß wenn der Dax den ersten Pfad nimmt, daß dann der Weg nach oben frei sei. Wörtlich war dort geschrieben:

"Nach Beendigung der 3. Welle wird am Aufbau der 4.Welle gearbeitet. Es hängt alles davon ab, wie diese 4. Welle aussehen wird. Nimmt sie den ersten Pfad auf, dann werden rosige Zeiten in 2015 uns erwarten. "

Nun haben wir nicht nur die 4. Welle gemacht, inzwischen haben wir auch die Konsolidierungswelle, was als Trendkanal im zweiten Bild gekennzeichnet wurde, fast beendet. Die Chancen stehen zwar sehr gut, daß der erste Pfad genommen wird, aber die Möglichkeit des zweiten Pfades ist noch nicht ganz vom Tisch. In welche Richtung wir auch diesen Kanal verlassen, das wird uns entweder "Segen" bringen, oder auch "Fluch". Wenn wir uns gut positionieren, könnten wir von den enormen Potentialen profitieren, die danach folgen werden. Zur Verdeutlichung: erster Pfad steht für weiteren Aufschwung, zweiter Pfad steht für Crash. Heute ist der Entscheidungstag. Wenngleich der Weg des Aufstiegs beschwerlich und langsam sein wird, wird der Weg des Crash noch auf sich warten lassen. Wenn er genommen wird, so dürfte uns in diesem Monat noch eine schöne Überraschung erwarten. Daher bleiben Sie wachsam und warten Sie die Bewegungen ab, bis Sie eine klare Tendenz feststellen. Danach ist es Kinderspiel.

Dienstag, 13. Januar 2015

Para için okumak

Para kazanmak için okumak ile sevdadan dolayı okumak arasında fark vardır, ilki gerektiği kadardır, ikincisi ilgi olduğu müddetçedir. Birincisi amaç edilen konu ile sınırlıdır, diğeri sınırsızdır ve daha da önemlisi  farkindalık yaratır.

Montag, 12. Januar 2015

Lüks hayat ile zaman arasındaki bağ

Reklamlarda vaat edilen lüks hayat, önüne konulan seçeneklerden en prestijlisini seçmek anlamına geldiğini empoze etmektir. Reklamda sunulan ürün temin edildiğinde mutlu olunacağı hissini yaratmakla satışların artmasını sağlamaktan gerçek anlamda kimin mutlu olduğunu tespit etmek pek de zor olmayacaktır. Müşterinin kısmen mutluluğu uzun sürmüyor, o satın alıyor, aldığı anda yeni birşey keşfetmenin verdiği mutluluğu tadıyor ve ateş sönüyor. Arkada kalıcı bir iz bırakmıyor. Uzun vadede mutlu olan kasaya para girdiği zaman üretici oluyor.

Üretici satışa sürdürebilirlik kazandırabilmek için sürekli irili ufaklı yeniliklerle müşterinin merakını uyandırmak zorundadır. O müşteriye kısmi mutluluk yaratabildikce ayakta kalabilecektir, üretilen mal müşterinin keşfetme ruhuna hitap etmediği andan itibaren, üretilen mallar "eski moda" haline gelir ki bu da o firmanın yavaş yavaş batışının sinyalidir. Bunu çok iyi Nokia firmasında gözlemlemek mümkündü.

İlk önceleri inovasyon ile parlayan firma, Apple'in ürettiği yeni tip dokunmatik telefonlara geçmekte sorun yaşamıştır ve müşteriler de bu yeni gelişme karşısında Nokia'nın ısrarla üretmeye devam ettiği telefonları modası geçmiştir diye satın almamıştır. Aynı özellikler alışkanlık haline geldiği zaman müşteriye mutluluk vermiyor, bu nedenle de satışlar yavaş yavaş geriliyor. Bir firmanın büyümesi innovasyon potansiyeline bağlıdır.

Müşterinin dikkatini çekebilmek için kısa sürelerde yenilik yapmak şarttır. Bu ne kadar bir firma için iyi bir yöntem olsa da müşteri için pek kalıcı yarar sağlamıyor. Hatta ve hatta onu yanıltabiliyor da. Müşteri ne kadar kendini yeni malın peşinde koşan bir avcı gibi hissetse de, elde ettiği bu kısmi mutlulukların pek de doyurucu olmadığını anlıyor, çünkü içinde belli bir boşluk olduğunu hissediyor ama bu boşluğu ne ile doldurulacağını bilmiyor. Bilmediği için de alışkanlık haline gelmiş olan alışveriş alışkanlığını sürdürüyor.

Kısmı mutlulukları tadabilmek için, yani o malları satın alabilmek için de çok çalışması gerekiyor. Hayatının uzun bir bölümünü yanlış seçim yaptığı ve yanlış hedefler peşinde koştuğu için boşa harcıyor. Onu mutlu etmeyen malları satın alıyor, satın almak için de hayatının büyük bir bölümünü kaynak aramakla geçiriyor. Yani zamanını boşa harcıyor.

Gerçek anlamda mutlu olmak isteyen bir insanın zamanını boşa harcama lüksü yoktur. İşte bu yüzden lüks bir hayat güzel evlerde oturup, en yeni arabalara binip, en yeni telefonları kullanıp yine de mutsuz olmak değildir, lüks bir hayat kendine neyin mutluluk verdiğini keşfetmek için ayırabileceğin zamanla ilintilidir. Ne kadar kendine zaman ayırıyorsan, o kadar lüks bir hayat yaşıyorsun, demektir.

Sonntag, 11. Januar 2015

Hizmet kültürü

İhtiyacını başkası tarafından karşılanmasını kültür edinmiş bir halk çok az kişiyi "bilir kişi" ilan etmeye yarıyor ama tüm diger insanları da bağımlı kılıyor. Hizmet alanın kendisi deneyim yapmaya gerek kalmıyor, çünkü büyük bir çaba ile elde edebileceği sonucu çok ucuza veya bedavaya yaptırabiliyor. İşi görülmesine görülüyor ama kendini deneyim yapma açısından mahrum bırakıyor. Her kimse evinde hanımının sürekli yemek yaptığını bilen biri, yemek yapmayı öğrenmeyecektir. Ne kadar karşılıksız hizmet, hizmeti alan için yüzeysel iyi gözükse de o tek başına kalma cesaretini göstermeyecektir, çünkü o elinden birşey gelmiyor. Bu yüzden insanları kendi başının çaresine baktırmayı teşvik etmek için hizmet ücretini artırmak gerekir ki insanlar deneyim yapmak için bir neden olsun. Bütün sorun hizmetin bedava olacak kadar ucuz olması.

Değişime karşı direnç

Değişim efor isteyen bir uğraşıdır, neticesi hemen gözükmeyen yıllar alabilecek bir uğraşı. Değişim için değişim isteğinin de olması şarttır, aksi halde bu her yılbaşı gecesi tutulan ve yerine getirilmeyen niyet gibi olacaktır. Bir adım atıldığında ondan sonraki adımların disiplin ile gelmesi gerekir, yoksa "bugün böyle olsun, yarım devam ederim" gibi düşünceler istenilen şeyin alışkanlık haline gelmesini ve dolayısı ile ihtiyaç duyulmasını önler. Ve disiplini bozduğunu açıklayıcı gerekçeler çabuk bulunur. "Bir kereden birşey olmaz", "şeytana uydum", "ortam çok guzeldi" ...gibi açıklamalar kendini rahatlatıcı açıklamalardır, veya başka bir dil ile: değişime dirençtir.

Bireysel olarak değişime karşı gelişme olduğu gibi, toplumsal açıdan bakıldığında da benzer şeyler görülebilir. Toplumu belirleyen etkenler kadar çok, onu betimleyen teorilerin olması durumu daha da zorlaştırır. Toplumsal açıdan kendini kurban rolüne sokmak, herşeyi dış etkenlere bağlamak, kullanılıyor olduğu hissine kapılmak, komplo teorisine kurban gitmek,... gibi gerekçeler de rahatlatıcı açıklamalardır, status quo'nun devam etmesini sağlayan açıklamalar bunlar. Suçlu bulunduktan sonra herşeyin hallolduğu kanısı, değişime karşı dirençtir. Sadece direnç değil, o aynı zamanda olayda kendi payının olmadığı ve dolayısı ile değişime hiç bir gereksinimin olmadığının göstergesidir. "Ben aslında değişimi istiyorum, ama elim kolum bağlı." gibi bir ifadedir bu.

Değişim olmasını istemek böyle bir şeyin gereksinim olduğunu görmeye bağlıdır, sonra da adım adım disiplin ile yolda devam etmeye. Yukarda kısaca değinilen gerekçeler isteğin olmadığına işarettir. İsteğin olmadığı yerde de değişim gerçekleşemez.

Film: çok az kelime ile çok şey söylemek mümkün mü?

Farkına vardınız mı bilmiyorum, amerikan veya avrupai yapımı filmlerde çok fazla konuşulmaz. Konuşmayı ya vücut dili destekler veya mekan değişimi. Çoğu şeyler söylenmez bile, söylemi müzik veya gestikler destekler. Türk filmlerinin çoğunda konuşamama veya kendini ifade edememe önplandadır. O kadar konuşmaya rağmen kendisini ifade edemeyen nedenini sorgulamalıdır. Kendisinin yanlış anlaşıldığını konu eden filmler tabii ki güncel hayatın bir parçasını yansıtıyor, bu nedenle filmdeki gördüğümüz rolleri gerçek hayatın aynası olarak kabul etmek gerekir. Çok konuştuğu halde hala anlaşılmadığını ima edenler işte.

Niyet, anlamak ve bilmek üzerine

Okumak, sadece alfabeyi bilmek ile bitmiyor, insan okuduğunu da anlaması gerekiyor. "Anlamak" ile "bilmek" arasında fark vardır. Bilmek demek, eski şeyi hatırlamakla aynıdır. "Ben biliyorum" dendiğinde, aslında ifade edilmek istenilen şey "Ben o şey ile eskiden de karşılaştım" 'dır. Bu başka türlü anlaşılmaz. Tabii ki yanlış algılamalar nedeni ile bu hatırlama mekanizmasına haddinden fazla değer verildiği görülür, çünkü o anlamak ile eşdeğer tutulur. Ayrım yapılmadığı zaman büyük hataya neden olabilir.

Ansiklopedik bilginin anlamak olmadığını, anlamanın o bilgiler üzerine inşaa edildigini bilmek gerekir. Anlamak, perde arkasına bir göz atmaktır. Kelimeler ile betimlenemeyen, kelimelerin sadece bir gösterge olduğu perdenin arkasına bakmaktır. Anlamak yazılanın üstündedir veya yazılarının arkasındaki niyeti keşfetmektir. Belki de yazarın bile düşünmediği yepyeni bağlantılar kurmaktır anlamak. Belki yazar bile o anki hisleri doğrultusunda yazdığı için yazdığını görmeyebilir. Belki de o sadece anlık duygularını ifade etmek istemiştir. Duyguların ötesindeki şeyi, başka olgular ile bağlamak, okurun görevidir, yani o anlamakla mukelleftir. Bu deneyim de birdenbire edinileyemeyeceği için daha fazla anlamak için daha fazla okumak gerekir.

Samstag, 10. Januar 2015

Hegelciler ayda yaşıyor

Tek bir teorinin herşeyi kapsaması gerektiği düşüncesi Hegel düşüncesinin baş tacıdır.  Bu düşünce aslına bakılırsa Platon'a kadar iner ve tüm dinleri de kapsar. Fizikte de Einstein öncüsü sayılır, o hayatının uzun bir zamanını herşeyi kapsayan teoriyi aramakla geçirmiştir. Yaşayan en ünlü fizikçi Stephen Hawking olarak bilinir. İsimlere bakılınca gerçek anlamda hatırı sayılan bilim adamları veya filozoflardır bunlar.

Tek bir teorinin herşeyi kapsayamayacağı düşüncesi de Platon kadar eskidir ama gerçek anlamda kanıt denebilecek bulgu kuantum teorisinin yeşermesi ile elde edilmiştir ve elementlerden oluşan bir bütünün bütünü betimleyemeyeceği görüşünün ortaya atılmasından sonra.

Herşeyi üstten betimleme düşüncesi, imkansız olduğunu bir kenara atarsak, ancak ve ancak herşeyin ortalaması yapılarak gerçekleşebilir. Bu aynı aydan dünyaya bakıldığında insan denilecek her noktanın aynı olduğunu zannetmeye benzer. Oradan bakılınca insanlar arasında hiç bir ayrım fark edilmez. Görünen noktanın çinli mi, yoksa avrupai mi olduğu pek önemli değildir. Onun için o noktanın aydan aynı gözükmesi yeterlidir.

Oysa herşeyi kapsayan teorinin peşinden koşmak faraziden başka birşey değildir. Gerçek denilen şey mikro boyutta kuantumun işlediği gibi, yaşadığımız boyutta da parçalara bölünmüştür. Aslı olan şey bu bölük pörsük  parçalara uyarlı teoriler üretmek olacaktır. Bu nedenle her bilim dalı kendi gerçekliğini yaratmış ve diğerlerinden bağımsız yol izlemiştir ve her dal yine kendi içinde dallara ayrılmıştır. Bir konu yakından incelendiği zaman yeni teorilere gebe olmuştur ve yeni teoriler de yeni problemler beraberinde getirmiştir. Bu hep böyle birbirini izler gider.

Basit teorilerin çekiciliği

Basit teoriler çekici olur, çünkü o herkesin anlayabileceği dilden akla en yatkın olanıdır. Burada akıldan bahsederken konuyu biraz daha açmak gerekir. Bu akıl herşeyi sonuna kadar araştıran ve sonunda bulduğu o teoriden başka teorinin doğru olamayacağını irdeleyen bir akıl değildir. Eğer gerçekten böyle olmuş olsaydı akıl gerçek anlamda işlevini yerine getiriyor olacaktı ama buradaki akıl seçici olmayan bir akıl olduğu için akıl değildir.

Akıldan bahsederken, o topladığı tüm verilerle ve geçmişteki deneyimin yardımı ile karar vermeyi kolaylaştıran bir mekanizmadır. Mesela cep telefonu almak istiyorsunuz, burada aklın görevi gayet bellidir. Cep telefonu almanın üst amacı belli olduktan sonra, yani onu almakla neyin amaçlandığı belli olduktan sonra aklın yapacağı görev, hedef doğrultusunda en rasyonel kararı almaktır. Cep telefonu almanın statü belirlediğini düşünen, bulunduğu toplumda en rağbet gören telefonu araştırıp alacaktır. Burada fiyatı, fonksiyonel oluşu, bütçeye uygun olup olmadığı göz ardı edilir. Fonksiyonelliğin ön planda olduğu düşünce kendi gereksinimlerini en iyi şekilde hangi telefonun karşıladığını araştırır ve en az paraya en çok fonksiyonu sunan telefon alınır. Kendi bütçesi önplanda olan birinin ilk soracağı soru telefon almanın bütçesinin sınırını aşıp açmadığıdır. 

Yukardaki bahsi geçen akıl bu anlamda seçici değildir. Aslında o akıl hiç değildir. Bu sebeble o insanı kandırır. İlk hitapta karmaşık görünün bir olgu o zamana kadar ki kabul ettiği ideoloji ile zoraki açıklanmaya çalışılır. Hegel'e ait denen şöyle bir cümle olayı daha iyi açıklıyor: eğer teoriler gerçek ile uyuşmazsa vay geldi gerçeğin haline. Kendini masum ve ezilmiş gören, bu sebeble sürekli başkasının onu ezdiği kanısını güder veya o fikrini destekleyici kanıtlar arar. Şu anki durumunun öyle olması başkaları tarafından "görünmez el" ile sağlandığı kanısıdır. Başkasını suçlaması kendi sorumluluğu üzerinden atacağı için, onun yükünü hafifletir ve onu rahatlatır. İşte bu akıl kandırıcı akıldır. Ne kadar kendini rahatlatmayı başarmış olsa da kendini geliştirme açısından hiç bir öneri sunmamaktadır. O teori köreltici bir teoridir, uyutmaktan başka bir işe yaramaz.

Kendi amacına uygun olan deliller arandığı için aradığını kolaylıkla bulacaktır. İşin kolay olması o teorinin çekiciliğini artırır. Herhangi bir açıklama hiç bir açıklamadan daha iyidir mantığı. Eğer gerçek anlamda sorunun derinine inebilmek istenmiş olunsaydı o güne kadar ki edinmiş olduğu tüm alışkanlıkları değiştirmek zorunda kalacaktı. Bu da zaten başlı başına yepyeni bir hal.

Crash or not crash...

In der letzten Auseinandersetzung hatten wir folgendes Prognostiziert, siehe auch Doppelmöbse nimmt langsam Konturen an.


Und heraugekommen ist das:


Daß das Bild nicht ganz Deckungsgleich ist, liegt daran, daß der Dax nicht gern in die eigene Karten gucken läßt. Nichtsdestotrotz läßt er Spuren als Zeichen hinter, die man wie ein Fährtenleser nachspüren kann. Und dafür ist die TT-Formation ganz gut geeignet, wie man dem Beispiel entnehmen kann.

Wie wird der weitere Verlauf werden? Ich werde nun versuchen mit Hilfe von TT-Formation Licht ins Dunkel zu bringen, d.h. solange es möglich ist. So eindeutig ist die Lage jedoch nicht. Wir sind nun in der großen Bewegung, was mehrmals angedeutet wurde, an die 4. Welle angelangt. In der kleineren Einheit haben wir auch am Freitag die 3. Welle vollendet. Nun ist es interessant, diese letzte 3. Bewegung ganz genau unter die Lupe zu nehmen.


Nach Beendigung der 3. Welle wird am Aufbau der 4.Welle gearbeitet. Es hängt alles davon ab, wie diese 4. Welle aussehen wird. Nimmt sie den ersten Pfad auf, dann werden rosige Zeiten in 2015 uns erwarten. Es würde bedeuten, daß eine ganz große Welle frisch mit der Zählung anfängt, was Kurse über 11000 oder vielleicht darüber hinaus bringen würde. Nimmt der Dax jedoch den zweiten Pfad auf, so bringt er uns ein wenig dem Crash näher.

Ich bin weder Politiker noch Ökonom, um diese Daten mit den real politischen oder wirtschaftlichen Daten zusammenzubringen. Das überlasse ich denen, die mehr Ahnung haben als ich. Daß wir nun an einem Punkt angekommen sind, wo Richtungsentscheidung bevor steht, steht außer Zweifel. TT-Formation kann zwar ungefähr den Verlauf der Kurse nachspüren, sie ist jedoch außerstande, dem Dax auch diese Entscheidung abzunehmen. Vielleicht läßt sich mit den Realdaten eine Tendenz in die eine oder andere Richtung feststellen. 



Wenn wir noch detaillierter die Kurse untersuchen, bekommen wir vielleicht dann einen Anhaltspunkt oder Eingrenzung für unsere Einschätzung. Auf dem letzten Bild erkennen wir im 5 Minuten-Chart die letzten Bewegungen des Dax. Auch hier hat der Dax bereits die 3. Welle hinter sich. Es wird also darauf ankommen, wie auch hier die 4. Welle aussehen wird. Fallen wir unter 9600 Punkten, so kann man davon ausgehen, daß der obige zweite Pfad genommen wird, steigen wir über 9700 Punkten, so wird es wahrscheinlicher, daß der erste Pfad genommen wird.

Freitag, 9. Januar 2015

Olduğu gibi kabul etmek

Karşınızdakini olduğu gibi kabul edebilir misiniz? Birini olduğu gibi kabul etmek demek, ona istediği gibi yaşama şansı vermek demektir. Onun o olma ihtimaline saygı duymaktır. Yaşamak ve yaşamaya izin vermek saygıdan ibarettir. Her canlının kendi içindeki saklı potansiyeli gerçekleştirme şansına sahip olmalıdır. Her canlı kendi potansiyelini keşfetmek için çaba göstermelidir, çünkü bu yaşanan hayat yasayanın hayatıdır ve ondan başkası o hayattan sorumlu tutulamaz. O şahsı olduğu gibi kabul etmediğimizde sorumluluğu onun elinden alıyor oluruz ki bu da özgür yaşantıya aykırıdır.

Başkasına özgür bir hayat sağlamak için ona müdahale edilmemelidir. Özgür hayat özgürce verilen kararlar üzerine inşaa edilir. Müdahale edildiğinde, müdahale eden kişi kendini "bilir kişi" yerine sokar ki bu durumda hem karşı tarafın özgürlüğünü elinden almış olur, hem de onun sorumluluğunu üstlenmiş olur. Bu durumda deneyim yapma ihtimali kaybolur ve müdahale edilen sürekli müdahale edenden bağımlı kalır. Zaten müdahale etmenin anlamı da budur, karşı tarafı kendinden bağımlı kılmak.

Bağımsız olmak için hem kendine müdahale edildiğinde müdahale engellenmelidir, çünkü insan başka türlü kendini bulamaz, hem de kendisi müdahale etmekten çekinmelidir. Kendisi olduğu gibi kabul görmediği zaman, yani kendine yaşama şansı verilmediği zaman, insan müdahale edeni olduğu gibi kabul etmesi zorlaşıyor. İşte o zaman karşı tarafa müdahale ederek kendini bulma şansı yaratmak zorundadır.

Karşıdakini olduğu gibi kabul etmek bu değere saygı gösteren bir toplumda geçerli olur. Aksi halde senin saygı göstermen karşı tarafta olumlu karşılanıyormuş gibi bir his uyandırır ve o aynı tavrı sergilemeye devam eder. Saygısızlık edip de başkasının hayatına müdahale eden biri kendisinin de olduğu gibi kabul edilmesini istemesi hayal dışıdır.

Samstag, 3. Januar 2015

Doppelmöbse nimmt langsam Konturen an

In den vorgehenden Schriften (dax-prognose5-vor-12-die-kraft-der-dopplemobse) wurde auf die bevorstehende Gefahren ausführlich hingewiesen. Es deutete sich bereits Konturen der Doppelmöbse an, diese waren jedoch noch nicht mit hundertprozentiger Wahrscheinlichkeit sicher. Nach Ablauf einiger Zeit scheint es jedoch immer klarer anzuzeichnen, daß wir Doppelmöbse bekommen. 


Nach einem Anstieg bis etwa 9930 Punkten brachen die Kurse wieder langsam zusammen. Die Longies währen sich heftig einem Abfall, diese scheint jedoch halbherzig von statten zu gehen, weil sie kraftlos ist. Daher wird jede Erholung zum Abverkauf genutzt. Nach TT-Formation haben wir bereits eine vollständige Bewegung nach unten gemacht:


Ab dem 05.01.2015 wird die zweite Welle in Angriff genommen. Schon bald werden wir den Tiefpunkt erreicht haben, der bei ca. 9200 Punkten liegt. Nach einer kleinen Erholung, der wahrscheinlich bei ca. 62% des zweiten Mobses zu erwarten ist (9700), wird ein kräftiger Fall zu erwarten sein, weil hier alle TT-Wellen zu ende kommen. 


Freitag, 2. Januar 2015

Yalan dünya

Yaşanan bu hayatın yalan, öbür dünyanın ise gerçek olduğu görüşü, insanın bütün davranışını etkilediği kanısı pek de yanlış olmamalı. Yalan olan bir dünyada mücadele etmenin pek de anlamı kalmaz, çünkü her çabanın sonucu bir hiçe ulaştığı için, boşa kürek sallamak anlamsızdır. O halde bu dünyadaki hayat çekilmesi gereken bir hayattan başka birşey olamaz. Başa gelenin çekilmesi, kaderi sorgusuz sualsiz kabul edilmesi, yalan olan dünyanın başka yüzüdür. Kısacası, dünyanın yalan olması belli kesimi itaatkar haline getirir ki kesimin kullanılması da kaçınılmazdır.

Birşeyin yalan olduğunu vaat eden, başka gerçeğin olduğunu vaat eder. Ama ilan ettiği bu gerçek kafasında yarattığı bir gerçektir. O gerçek asla test edilemez, ona sadece inanmak gerekir. Bu anlamda kullanılan "gerçek" terimi ile "inanmak" terimi aynıdır. Gerçeği "görmek" için onun varlığına inanmak gerekir.

Dünyanın yalan olduğu gerçeği, insanı hayattan soğutur ve hayattan nefret ettirir. O hayat düşmanı haline gelir. Yaşamaktan çok ölmektir onun amacı. Ölmek onun için şerefli bir davranıştır. Hayatı sevmeyen, onu yıkmaktan da çekinmeyecektir. Kendisi haz almadığı gibi haz alanlara da nefret ile bakar. Haz alanların da o gerçeği görmelerini ister. Tüm çabasını ona odaklar.

Hayata bu denli yabancılaşan biri hayatı anlamak için de ugraşmayacaktır. Ona göre hayat yanlış bir oyun oynar, oyunu anlamak yerine, o oyunun kendi koyduğu kurallar çerçevesinde oynanmasını ister. Doğru olan odur, o halde diğerleri ona uymalıdır.

Tek gerçek vardır, o da yaşadığımız dünyadır. Bu dünyadan hariç başka bir gerçek yoktur. Ne varsa, herşey önümüzde durmasına duruyor ama bu gerçek o duruşta değil, duruşun ötesinde birşey. Duruşun arkasını ima etmek metafiziksel anlamda yalan dünyayı doğrulayan bir "gerçeklik" değildir. O bu dünyaya bağlı ama yine de görüntünün ötesinde birşeydir. İşte bu şey bağlantıdır.

Dünyanın yalan olduğunu ima eden bu bağlantıyı göremeyendir. Göremediği için de herşeyin kendi iradesi dışında cereyan ettiğini sanandır. Dünyanın yalan olması o şahsın hem edilgen olduğunu ima eder, hem de bu tedirginlikten sıkılıp çare bulamayışının göstergesidir o. Bundan kurtuluş hayatı tekrar eline almakla gerçekleşir. Etken olmak için, hayat onu önünde sürüklememesi için hayata anlam katabilmelidir. Doğrusunun da, gerisinin de gerekli olduğunu, bunun açıdan hariç insana güzel bir öğretici de olabileceğini bilmek gerekir. Birşey beklendiği gibi gitmemesinde, ya yapılan varsayımda bir sorun vardır, ya da öngörüde. Hata sorunu sınırlamaya yarar. Bunu fark eden için dünyanın nasıl olduğu önemli değildir, önemli olan şey onun için, o bağları kavrayabilmesi (keşfedebilmesidir).

Donnerstag, 1. Januar 2015

Dini tutumun hayata yansıması

Bazı insanlar kitap yazmanın "tek bir gerçeği ortaya sermek" gibi algılıyorlar. Bu nedenle de gördüğü herhangi bir olumsuzluğu ortaya çıkartarak "gercegi" keşfettiğini zannediyor. Üzerinde durulan bu gerçek ya yolsuzluğu gösteren türden, ya da yalan söyleyeni yalan söylerken "suç üstü" yakalarken olduğu zannediliyor. Bu tür "gercek" gösterme aslına bakılırsa ya asayiş polisinin görevi içine girer, ya da dini içerikli yaşantıya özenen birinin hayata bakış şekline.

Özünü bakıldığında "gerçek" el ile gösterilen birşey olamaz. Elmanın yeşil olması ve bu yeşili gördüğünü ifade etmek pek gerçeklikle alakalı değildir. Bu "ben bunu görüyorum"dan ibaret başka şey değildir. Asıl gerçek (kaldı ki bunun ne olduğu bile bilinmiyor) görünenin ötesindedir. Görünenin ötesinde neler olabilir ki? İlk akla gelen şey, görünenin ötesinde dini veya devlet yasasının olduğudur. Bu iki tür yasaya gerçek gözü ile bakıyoruz. Başka neler olabilir? Bunlar yeterli olabilir mi?

Bu ebedi yasa arayışının ötesinde başka bir olgu daha vardır, o da bağlantı kurabilmektir, görülen ve gerçek diye nitelendirilen olgunun başka olgularla olan bağını göstermektir. Bu tür gösterme sadece el ile işaretlemenin daha da ötesindedir. Bu tür "gerçek"  kişiden bağımsızdır, çünkü göstermek istenilen bağ kendi istekleri dışında ve herkes tarafından da onanabilir veya çürütülebilir bir "gerçektir".

Bağın gösterilmeye çalışılması ile "sarsılmayan gerçeği" açığa vurmak arasında çok büyük bir fark vardır. Bağ üzerinde yoğunlaşmanın sürekli hata payının olabileceği veya kurgulanmış ağın kendi iç dinamiği nedeniyle değişebileceği olasılığı vardır. Kurgulanan şeyin ebedi olmadığı böylece vurgulanmış olunur. Ama sarsılmayan gerçeği göstermenin tutumu çok daha değişiktir, bu tutum özü itibarı ile dinsel bir tutumdur. Gösterilmek istenen şeyin sarsılmaz olduğu kanısı, tek gerçeğe sahip olanın kendisi olduğunu ima etmeye çalışması, dini bir tutumdur. Bu tür gerçek ya kabul edilir, ya da reddedilir, başka bir seçenek yoktur.

Bağı göstermeye çalışmanın en büyük avantajlarından bir tanesi eleştiriye açık olmasıdır. O gelişmesi için eleştiriye ihtiyaç da duyar. O kendi içinde evrimsel bir dinamik yaratır, tek bir bağ kurmakla o dikkati sadece belli bir yere odaklar. Dikkati odakladıktan sonra da o bağ kendi kendini yeniler, yenilemek zorundadır.  Sarsılmayan gerçeği gösteren ise ya kendine taraftar yaratır, ya da düşman. O yapıcı olmak yerine böler, birleştirici olamaz.