Mittwoch, 31. Dezember 2014

Önyargı üzerine

Özüne bakıldığında önyargısız olunmaz. Beyne dışardan sinyaller gelmeye başlarken beyin onu kategorize etmeye başlar, sinyallerin neye benzediği ile karşılaştırır. O zamana kadar herhangi bir bilgi sahibi değil ise gördüğü şeye anlam veremez. O görür ama ne gördüğünü bilemez. Gördüğü şeye anlam verebilmesi için o zamana kadar ki edindiği deneyimlere uyması (benzemesi) gerekir, uymadığı takdirde o yeni spekülasyonda bulunmak zorundadır.

Mesela karanlıkta gezerken gölgeli şeyler hemen tanınmayabilir. Akla gelen en basit ve en kolay, o görülen şekle uyabilecek spekülatif teori ortaya atılır. "Gördüğüm şey şuna uyuyor mu?" diye sorduktan sonra uyumlu uyumsuz yerleri tartılır, benzerlik aranır. Benzerlik bulunmadığı takdirde başka alternatif görünümler test edilir. En iyi uyumlu olan teoride kalınır. İşte birşeyi görmeden önce bu anlamda bir önyargıya sahip olunması gerekir. Önyargı görülen veya duyulan şeyi sistematize etmeye, mevcut olan şablona uyum sağlamaya yarar.
Olaya evrimsel bakıldığında bu gibi uyum arayışı hayati bir tehlikeyi çok çabuk ve önceden fark etmeye yarardı. Bize doğru hızla yaklaşan bir görüntünün dost mu düşman mı olduğunu en kısa zamanda anlamak hayatta kalmanın şartı idi. Bir kıvrım kıvrım bükülen önümüzdeki şeklin yılan mı yoksa kalın ip mi olduğunu bilmekte hayatta kalmak için fayda vardı. 

Görmeden mevcut olan unsurlar başka nelerdir? Yani önyargı neden olusur? Önyargı diye duyabileceğimiz ilk önyargı çocukken ailemizden aldığımız terbiyedir. Ailenin neye önem verdiği, birbirleri ile nasıl iletişim kurduğu, ailevi alışkanlıkların neler olduğu gibi unsurlar önyargının oluşmasında etken rol oynar. Diğer tarafta dıştan da edinmiş olduğu bilgiler ailede aldığı eğitimi tamamlar. Dıştan aldığı bilgiler ideolojik olabilir, kitaplardan olabilir veya bulunmuş olduğu gruptan etkileniyor olabilir. Çeşidi sonsuzdur.

Bu etkenler çerçevesi içersinde kalan, o etkenlerin farkında değil ise göreceği şeye verdiği tepki reaksiyonel (bilinçsizce) olacaktır. Uyarılara vereceği tepki otomatik olacaktır. Bu aynı Pawlow' un köpeğine benzer, zil ile yemeğin geldiğine şartlanmış olan köpek salyalar akıtır, daha sonra sadece zil sesi duyduğu zaman yemek gelmese bile salyası akar. Şartlanmış olduğunu bilmeyen de aynı o köpeğe benzer. İşte bu bir önyargıdır.

Önyargı mekanizmasının olması yukardaki anlatıldığı gibi evrimsel ne kadar hayati önem taşımış olsa da şu anki geldiğimiz noktada bize zararlı olabilir. Birşeyi tanımadan tanıdığımızı zannetmek bizi çoğu deneyimi yapmaktan alıkoyar. Hatta ve hatta her yeni şeyi alışılagelmiş şablon ile değerlendirmek bizi köreltir bile, bildiğimizi zannettiğimiz şeyler faraziden başka birşey değildir. Ne kadar kendi kendimizi o anda memnun etmiş olsak da gerçeklerle pek alakası yoktur. O teori ile herhangi sağlıklı bir öngörü yapılamaz.

Sağlıklı öngörü yapmak için insan kendi sınırının farkında olup onu aşmak istemelidir. Bu nedenle de mevcut olan şablonları bir yap-boz gibi kullanmayı denemelidir. Sürekli yeni bağlantılar kurup, yaptığı bağlantının doğru olup olmadığını test etmeyi istemelidir. Ne zaman "bu bağlantı ebedi doğrudur" dediği zaman önyargıya zemin hazırlamış olur.

Freitag, 26. Dezember 2014

Devrim mi, evrim mi?

Bu konu hakkında karar verebilmek için bu iki terimin ne anlama geldiğini irdelemek gerekir. Devrim sürekli geçmiş ile olan bağı koparır ve yerine yepyeni birşey inşaa etmek ister. O keskin bir bıçak gibi geçmiş ile gelecek arasındaki bağlantıyı keser. Eski oluşumlardan hoşnutsuzluk duyar, bu nedenle yerine yepyeni bir düzen getirmek ister. Eskiden beri süre gelen gelenekler işlemez hale gelir.

Evrim ise değişimin başka yönüne ağırlık verir. Devrimin kaba kuvvetle ulaşmak istediği şeyi o zaman ile halletmeye çalışır. Evrim küçük adımların adamıdır. Değişimin aniden olmayacağını, küçük adımlarla gelişeceği kanısındadır. Bu nedenle de süreklilik sağlanması için geçmiş ile bağlantılı çalışır. Geçmişi iyi inceler ve olumsuz yerlerine "yamalık" yapmak ister, çünkü bütünü göremeyeceği kanısındadır. Bütünü göremeyeceği için de yaptığı değişikliklerin en az hasar vermesini istemektedir ve eskiden kendini kanıtlamış oluşumları yeni olguda kullanmayı amaçlar.

Devrim herşeyi yeniden üretmek ister, çünkü eskinin kötü olduğu ve hiç bir işe yaramadığı kanısındadır. Bu nedenle de çok riskli bir işe koyulur. Yeni denenmek istenilen şeyin başarıdan başka şansı yoktur, çünkü geçmiş ile tüm bağlantılar kapartılmıştır. Bu nedenle iyilikle başlayan şeyler sürekli çok kötü sonuçlar vermiştir. En alttakiler faturanın kesilen kesmi sürekli olur.

Türkiyede de birinci dünya savaşından sonra bir devrim yapılmıştır, bu devrim zorunlu bir devrim idi, çünkü taş üstünde taş kalmayan bir ülkenin yeniden inşaa edilmesi gerekiyordu. Yeni yazının getirilmesi eski ile kopmayı daha da hızlandırmıştı. Ama bu kopukluk pek sancılı geçmedi, çünkü okuma yazma oranı oldukça düşüktü.

Şimdi de bir devrim yapılmak isteniyor. Gelmiş geçmiş 90 yılı geride bırakmak, tarihin karanlıklarına gömmek isteniyor. Tarih kendini tekrarlıyor. Geçmişi ile barışık olmayan, geçmişi ile yüzleşemeyen bir toplum süreklilik sağlayamaz. Geçmişten ne utanmak gerekir, ne de onu yüceltmek. Geleceğe onun ışığında ancak gidilir. Onun iyi aydınlanması yapılacak olan aynı hataları önleyecektir. Onun üstüne basılır ve zıplanır (Sibel Atasoy'un değimi ile).

Mittwoch, 24. Dezember 2014

Aramak üzerine

Aramak belirsizliği de beraberinde getirir, çünkü herşeyin belirli olması merak uyandırmaz. Arayan, bulunduğu güvenceli mekanı terk etmelidir. Şimdiye kadar tanıdığı mekandan uzaklaşıp yeni etkenlere açık olmalıdır. Neyin nasıl etkileyeceği önceden belli olmadığı için belirsizlik aramayı çekicili kılar. Arayan kişi biraz da maceracı, yeni şeylere açık olmalıdır. Amaç bulmak değildir, amaç bir etkiden diğerine ilerlemektir, yol almaktır. Aslına bakılırsa arayan ne aradığını da bilmez, bilmiş olsa da aramaz. Aramayı cazibe kılan şey ortaya yeni çıkabilecek şeyin belli olmamasıdır. Ortaya çıkacak şeyin ne olduğu bilinmese bile iyi birşeyin çıkacağına güvenir o. O kendini hem belirsizliğe atmıştır, hem de belirsizlik onu taşıyacağına güvenmektedir.

Tehlikeyi sevmeyen okyanusa açılmamalıdır, karada kalmak onun için daha uygundur. Belirsizliği hayattan men edenlerin yeni birşey bulması beklenemez, çünkü yapabilecekleri herşey belirlidir. Bu nedenle sıkı kuralların olduğu yerde, "iyi" olmanın kuralları uygulamak anlamına geldiği bir yerde, geleneğin tek geçerli kural olduğu yerde, gelişme olması beklenemez. Gelişmek için biraz da "kötülüğü" hayatın içine sokmalı, yeni şeyler denemeli. Denemek tek amaç olmalı.

Bahçıvan ve ihtiyar kadın

Avni Ballıbaba'nin bloğunda gördüğüm bir hikaye üzerine düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Hikaye şöyle başlıyor:

"İrlanda asıllı İngiliz yazar Bernard Shaw, ihtiyarlık yıllarında evinin bahçesiyle çokça uğraşıyordu. Bir gün karısını ziyarete gelen yaşlı bir hanım, onu elinde çapa, iki büklüm görünce tanıyamadı. Gözlüklerini düzelttikten sonra:

-- Günaydın bahçıvan efendi. Siz Shaw'ların yanında ne zamandan beri çalışıyorsunuz?  
-- Kendimi bildim bileli.
-- Verdikleri ücret sizi geçindiriyor mu?
-- Yalnız yiyeceğimi veriyorlar. 
Yaşlı kadın, bahçıvanın bu hâline acımış olacak ki:
-- Eğer benimle çalışırsanız, size yiyecek ve giyecekle birlikte, yeterli aylık da verebilirim. 
Diye bir teklifte bulunur.
Bernard Shaw:
-- Teşekkür ederim, bayan. Ne yazık ki ben, Bayan Shaw'a ömür boyu bağlıyım. 
    Der ve bu teklifi geri çevirir.
Yaşlı bayan biraz da kızarak:
-- Ama bu tutsaklıktan, kölelikten başka bir şey değil… 
Bernard Shaw gülerek:
-- Hayır, Sayın Bayan… Biz buna evlilik diyoruz."

Yaşlı bayan halinden de belli olduğu gibi görme problemi yaşıyor. Shaw'lara ilk gelişi olmamalı ama yine de gözü bahçıvanı tanımayacak derecede bozuk veya Shaw'larda sadece Shaw'dan başka kimsenin çalışmayacağını bilmeyecek kadar unutkan biri. Her neyse, o adamın iki büklüm bahçede çalışmasına açımış olmalı ki Shaw'larda ne zamandan beri bu şartlarda çalıştığını sorar, eğer yardım etmek gerekirse yardım etmek için kollarını sıvamak istediğini belirtir. İki büklüm çalışan birine bir de para verilmediğini öğrendiği anda koruma içgüdüsü daha da tetiklenmiş olmalı ki ona kendisinde çalıştığı zaman hem para vereceğini hem de yiyecek vereceğini söyler. Shaw tabii ki bu teklifi kabul edemez. Yaşlı bayan durumun hala farkında değildir. Shaw'u hala gerçek bir bahçıvan olarak algılar ve dolayısı ile teklifinin reddedilmesine kızar ve karşılıksız çalışmanın kölelikten başka birşey olmadığını söyler. Shaw da bunun isminin evlilik olduğunu ima eder.

Bütün olay yaşlı kadının durumu yanlış değerlendirmesinden sonra, yani göz bozukluğunun sebeb verdiği yanlış algılamadan sonra başlar. Çok masum başlayan konuşma sonunda bir öğüt verme haline dönüşür. Ama hikayenin özünde öğüt yatmamaktadır. Belki de öğüt vermek Shaw'un aklının ucundan bile geçmedi. Birbirini kovalayan cümlelerin sonunda ve kıvrak zekanın da yaratıcılığı ile evliliğin kölelik gibi birşey olduğunu ima ettiğini söylemek Shaw'a haksızlık etmek olacaktır. Orada söylemek istenilen şey evlilik hakkında bir tespit değildir, Shaw'un Shaw olduğunu işaret eden bir sinyaldir o. Shaw "Ben bayan Shaw'un eşiyim." demekten başka birşey söylemez orada. Konuşmanın şekline bakıldığı zaman bundan başka birşey anlaşılamaz zaten. Konuşmanın şekline değil de içeriliğine dikkat çekenler orada verilmek istenilen bir mesaj olduğunu göreceklerdir. Ama bu yanılgısına ibarettir.

Dienstag, 23. Dezember 2014

Yalan söylemek üzerine

Yalan söylemin ahlakı ilgilendiren yönünden hariç (bu dışa karşı olan sorumluluğu temsil eder) kendisini ilgilendiren yönü de vardır. Dışa karşı duyulan sorumluluk bizim diğerleri ile olan ilişkimizi belirler. Ahlaksız diye nitelendirilen biri irtibatlı biri değildir ve dolayısı ile toplumda güvenilir biri sayılmaz. Toplumda gelişi-güzel davranılması insanlar arası ilişkiyi de olumsuz etkiler, bununla kalmayıp ticareti de derinden etkiler.

Dış etkenleri bir kenara bıraktığımız zaman yalan söylemenin söyleyeni ne gibi etkilediğini irdelemek gerekir. Buraya gelmeden önce yalan nedir ve neden söylenir üzerine durulması gerekir. Yalan, bilinen birşeyi kasıtlı olarak karşı tarafı zarara uğratma amaçlı veya kendi menfaatini kollama amaçlı çarpıtmaya denir.

Burada felsefi anlamda gerçeğin bilinip bilinmemesi söz konusu değildir. Gerçeğin ne olduğunu bilmeye gerek yok, yalan söylemek için mevcut olan enformasyonu çarpıtarak söylemek yeterli. Karşıdakini bilinçli olarak yanlış yönlendirmeye yalan söylemek denir. Bilmeyerek yanlış bir şey de söylenebilir, ama bu yalan söylemek anlamına gelmez. Kendisi çıkar sağladığı için söylenmiş bir söz değildir bu. Niyeti başkasından gelir sağlamak değildir. O halde bilinçsiz şekilde verilen yanlış ifadeler yalan içermez. Sadece söylenen şey yanlıştır.

Yalan söylendiği zaman karşı taraftan yarar sağlanır, denmişti. İnsan kendi kendini kaldırmasınin ne gibi faydası olabilir? İnsanın kendi kendinden gizlediği şey var mıdır? Su üstüne çıktığı zaman rahatsız olacağı, bu nedenle de formalite icabı en zararsız teoriyi bilmek, doğrusunu bilmekten daha çok neden yeğlenir?

Kendi kendini kandırmanın yararı, doğru ortaya çıktığı zaman kişiye zarar vermesini önlemektir. Bazen bu durum öyle travmatik hal alır ki mesela  tecavüze uğrayan biri kendini korumak için tecavüzü hak ettiğini veya tecavüz edenin başka çaresi olmadığını ima ederek olayı yatıştırmaya çalışabilir. Stockholm sendromu diye de bilinen, mağduru kaçırana aşık olunması da durumu hafifletmek için kullanılan bir teknik olabilir.

Kendini kandırmanın başka bir etkisi daha vardır, o da başkası tarafından yalanın ortaya çıkması durumunda büyük direnç gösterilmesi. Yalanın başkası tarafından ortaya çıkartılması aynı acıya sebeb olacağı için doğruyu söyleyene direnç gösterilir. Ona hatta kin bile duyulur. Doğruyu söylememesi için elden gelen herşey yapılır, çünkü doğruyu duyduğu anda o zamana kadar kurguladığı tüm dünya yıkılmak üzeredir.

Yalan ile yaşamanın getirdiği rahatlık tüm çalışmasına da yansıyacaktır. İş yaparken sürekli kendi çıkarı ne ise o yönde çalışacaktır. Az çalışarak çok para kazanılır ise hiç göz kırpmadan öyle yapacaktır. Bütün, onu ilgilendirmeyecektir. Kısa vadeli çıkar için belki de çalıştığı mekanı zarara sokacaktır. Bilim ile uğraşan biri elde ettiği değerleri isteği doğrulda "düzeltecektir". Önemli olan şey sonucun kendi çıkarı yönünde olması, gerçekten doğruyu aramak için çalışma yapmak olmayacaktır.

Yalan söylemek sadece kendi kendine zarar vermez, bu bulunduğu topluma hem ticari açıdan, hem de gelişme açıdan büyük darbe vurur. Doğru kendi dışında olan birşeydir, referans alınması gereken birşeydir. Referansın çıkar uğruna değişmesi her türlü gelişmenin de önünü tıkamış olur, çünkü referans diye birşey kalmaz ortada.

Duruş üzerine

"Eşekler köydeki semerciden çok şikâyetçilermiş. Semerci hiç iyi semer yapamıyormuş. Eşeklerin sırtları kanlı yaralarla doluymuş. Eşekler toplanıp yeni bir semercinin gelmesi için Dua etmişler.Köye yeni bir semerci gelmiş. Ne var ki bu semerci eskisinden daha beceriksizmiş.
Semerci gitmiş, semerci gelmiş. Her seferinde eşekler yeni semerci gelmesi için dua etmişler. Nihayet bir gün eşekler toplanıp ; '' Allahım bize semerci gönderme , en iyisi sen bizi Eşeklikten kurtar'' diye dua etmişler."

Bu hikayede gerçekten ne anlatılmak isteniyor? Burada hikaye dini açıdan da incelenebilir ama bunu din ile daha iç içe olanlara bırakacağım, benim irdelemek istediğim mevzu psikolojiktir.

Eşeklerin ilk duasında kötü semerciden kurtulmak isteniyor. Duanın kime edildiğini bir kenara atarsak, burada aslına bakılırsa bir duruş sergileniyor. Bu duruş: kendi kurtuluşunu başkasından ümit etmek. Semerciden nasıl kurtulacağını bilmediği için yardım isteniyor. Aslına bakıldığında bu durum çaresizliğin ifadesidir. Semerciden kurtulma yolunu bilmiş olsaydılar hemen uygulamaya geçerdiler ve kötü semerciyi başından defederdiler. Bilmedikleri için dış güçlerden yardım istiyorlar. Burada Tanrıdan yardım istemek yerine herhangi bir güçten de yardım isteyebilirdi ama ilk akla gelen şey Tanrı olduğu için en kolay yol izlenmiş.

Bakmışlar semerciden kurtuluş yok, kurtulmak için bir kere de akıl verilmesini istemişler. Görülüyor ki buradaki duruş (tutum) da ilkinden pek farklı değil. Hala aklın kendisine dışardan verilmesini umut ediyor ve kendisinin komut uygulayıcı olarak görüyor. Yani lafın kısası onlar uygulamak için komut bekliyorlar. Başkasından alınan ödünç akıl ile kendi aklının nasıl çalışacağı malum.

Aklın dışardan verildiği görüşü ile aklın oluştuğu görüşü tam birbiri ile çatışan bir görüştür. Kendisi sınamadan, başkasının tüm işleri yapıp sonucu önünü koymasını istemek ilk görüşe aittir. Diğeri ise cesaret edip kendisi denedikten sonra açıklanacağı görüşüdür. Söz konusu "akılanma" "hatadan öğrenme" ile eşdeğerdir. Ancak herşeyi kusursuz gören ve hata yapmaktan korkan biri sorumluluğu başkasına devreder. Verilen tavsiye hatalı olduğu zaman suçlu bellidir: kendisi değil, tavsiyeyi yapandır.
 

Montag, 22. Dezember 2014

Bunu kim buldu?

Bu soru sorulduğunda, insanlar bir şeyin özüne inildiği zaman o şey gerçekten anlaşılacağı kanısında olmalılar ki, veya o özün kendi grubuna ait olduğunu keşfettiği zaman gurur kaynağı haline geldiğini anlamış olmalılar ki bu nedenle öze bağlantı çok sıkı oluyor.

Özün sorunu soyut bir kelimeden ibaret olduğudur. Herkesin bir anlam yükleyebileceği, anlamın da kendisi kadar karmaşa olduğu bir terimdir bu, sevgiden herkesin başka birşey anlaması çoğu dramların kaynağı olduğu gibi. Çoğu insan özü keşfettiğini zannederek herkesin aynı düşünmesini bekler. Öz üzerine konuşulduğu zaman, onun diğer olgulardan özerk ve autark olduğu kanısı yaygındır. Öz, bulunduğu zaman değişmeyeceği görüşü hakimdir, değişken birşeye zaten öz denmez.

Böyle herkesten bağımsız, kendi kendine yeterli biri nasıl oluyor da dahi olabiliyor? sorusu da beraberinde gelir. Doğuştan gelen dahilik o buluşcuyu buluşcu yapıyor olmalı diye düşünmekten de insan kendini alıkoyamaz. Kendisi ile kıyaslama yaptığı zaman kendisinin ne kadar geride olduğu ve dolayısı ile aşağılık duygusu yaşadığı da öz teriminin getirdiği bir yan etkidir.

Özü aramak insanın elini kolunu bağlamaktan, kendini yetersiz görmekten başka bir işe yaramaz. Hiç bir buluşcu autark değildir, o da kendinden önce, o zamana kadar ortaya atılmış fikirlerden yararlanır. Kendi başına hiç kimse bir şey bulamaz. Newton bile kendinden önce Galilei'nin ortaya attığı teoriden yararlanarak üzerine birşeyler ilave etmiştir. Galilei ise kendinden önce doğru-yanlış ortaya atılmış teorilere yamalık yaparak oraya gelmiştir. Einstein ise Newton teorisinin getirdiği sorunları aşmaya çalışarak o izafi teorisini ortaya atmıştır.

Şimdi bu teorilerin özü kimdedir? Böyle bir öz var diyelim, o öz ne işe yarayacak? Yola çıkılan sorun ile kat edilmis yol hala birbirine benzeyecek mi? Mesela Newton'un boğuştuğu sorunlarla Einstein'in boğuştuğu sorunlar aynı mıydı? Newton'un teorisinin eksik olması, Einstein tarafından tamamlanması Newton'un değerini düşürür mü? Hayır, hiç zannetmiyorum. Newton olmadan Einstein'in de olmayacağı gibi olay aslında başka kulvarda cereyan ediyor.

Sorun, herhangi bir teoriyi ödüllendirmek veya herhangi birini dahi kılıp ona tapmak değildir. Asıl örnek alınması gereken nokta bahsi geçen o iki adamın ortak yani olmalı. Ortak yanı onların meraktır. Onlar karşılaştıkları sorunları mevcut olan teorilerle aşamadıkları  için yeni bir yol aramak zorunda kalmışlardır. Yeni yol aramak için ilk önce şimdiye kadar ki çözüm önerilerini bilmek lazım. Kim neyi nasıl çözmeye çalıştı? Hangi problemlerle boğuştular? O problemi çözmek için hangi önerileri getirdiler? Getirilen önerilerin zayıf noktası nedir? gibi sorularla meşgul olduktan sonra getirilen çözümün yeterli olup olmadığı anlaşılacaktır. Yeterince meşgul olunduğu zaman teorinin eksik yerleri keşfedilir ve orası daha iyi teori ile kapatılmaya çalışılır. Bunca uğraşıdan sonra ya daha iyi bir teori ortaya atılır, ya da eski teorinin yanlış olduğu ortaya çıkar.

Görüldüğü gibi teoriler sürekli evrimsel bir yol izlerlar. Onlar kendisinden önce inşaa edilmiş teorilerin üzerine konulur. Temeli olmayan ne inşaa edebilsin ki? Temel olmadan ayrım yapılamaz, hatta sorunu sorun olarak da göremez. Birşey ancak ve ancak temel karşısında ayrım edilebilir. Ayrım yapmak karşılaştırmalıdır: Ona göre daha değişik, denir. Değişiklik fark edildikten sonra değişimin nedenleri araştırılır.

Öz kavramı evrimsel bir kavram değildir. Değişmeyenlerin ve değişimin farkına vardırmayanın kavramıdır. Değişimi ve dolayısı ile ayrımı kavrayamadan o birlestirilemez. Herşey aynı denir, ama ayrım yapanın herşeyi birleştirmesi gibi değildir bu. Ayrım yaptıktan sonra birleştiren gerçek bağımlılıkların farkındadır. Ayrım yapmadan herşeyin aynı olduğunu söyleyen ise çocukluk çağını henüz aşmamıştır. O ayrıntının farkinda değildir henüz.

Sonntag, 21. Dezember 2014

Dax, S&P500, Öl, Euro/USD, TRY/Euro Prognosen ab dem 22.12.2014

Ich möchte hier kurz meine Einschätzungen über die oben genannten Werte angeben.

Dax ist gerade dabei den zweiten Mobs zu machen. In diesem Ast hat er bereits die dritte Welle gemacht, sollte eigentlich jetzt die 4. Welle bevorstehen. Diese Welle müßte dann in Richtung 9930 Punkten oder darüber hinaus gehen, um dann abzufallen.

S&P500 befindet sich in der 4. Phase. Sollte, falls der Widerstand nicht geknackt werden, müßte man auch einen Absturz erwarten. Im langfristigen Chart sehen wir:

Und im kurzfristigen Bereich ist S&P500 dabei, die 3. Welle zu beenden. Nach der 4. Wellen auch hier, würde man einen Absturz erwarten:


Beim Öl sollte der Trendwechsel bald bevor stehen. Wenn die Kurse über 64 Dolar gehen, dann sollte sich der Absturz gefangen haben, andernfalls sollte nach einem starken Fall wieder nach oben schnellen:


Auch hier durfte bald ein Trendwechsel zu erwarten sein:


Die türkische Lira sollte noch einige Zeit gegenüber Euro an Wert zulegen, der Euro könnte also bis 2,7 fallen, danach sollte aber Euro wieder fußfassen und den Anstieg wieder fortsetzen:





Samstag, 20. Dezember 2014

Doğanın tabii hali ve ahlakı değerler

Çocukluktan beri edindiğimiz ahlaksal değerler büyüdüğümüzde içselleştirilmiş olup farkına varılmaz hale gelirler. Onlar bizim sanki öz derimiz gibi, bize doğadan kalma bir mirasmış gibi gelirler. Ve farkına varılmayan şey de bir daha hiç sorgulanmaz.

Sabahleyin koşarken, koşu arkadaşımla geçen bir sohbette arkadaşının boşandığını duyduktan sonra ona yardım elini uzatmak istediğini söylemiş, arkadaşı ise bu durumdan hoşlanmamış olacak ki onu terslemiş. Boşanma durumuna gelmesinin yayılmasından duyduğu suç duygusu onun savunma mekanizmasını tetiklemeye yetmiş olmalı.

Bu reaksiyon üzerine düşünmekte fayda vardır diye düşünüyorum. Adam neden bu kadar hiddetli davranmıştı? Terslemesini etkileyen neden ne idi? Belki de kendisi bile arkadaşını neden bu denli şiddetli terslediği konusunda hiç bir fikri yoktu. Ama yine de olaya ışık tutmakta yarar var diye düşünüyorum.

Hangi değer yargılar adamı bu hale getirmiş olabilir ki? Evliliğin iyi, boşanmanın ise kötü olduğu ortamda büyüyen biri için, boşanan biri olarak kendisinin kötü biri olduğunu düşündürmüş olacak ki reaksiyonu bu denli şiddetli olmuştur. Hani, yaramazlık yapan çocuklar olur da, yaramazlıkları ortaya çıktığı zaman şiddetle kendisinin sorumlu olmadığını ima edenler ya, işte öyle birşey.

Kötü ve iyi insanın nasıl olması gerektiği içselleştirilmiş ise ve buna karşı gelen her düşünce dolayısı ile reddedilecektir. Aslına bakılırsa boşanmanın da çok normal olabileceğini, evliliğin biyolojik bir durumu yansıtmadığı ve bunun toplumsal bir anlaşmadan ibaret olduğunu görebilmiş olsa idi olaya daha sağlıklı davranabilirdi. Anlaşmanın belki de amacı insanların suçluluk duygusunu ateşleyerek boşanmayı önlemektir. Bu duygu içseleştirilmemiş ise, yani partner boşandığı zaman kendini suçlu hissetmiyor ise, ona dışardan "kötü" damgası vurularak baskı yapılacaktır. Bu baskı sayesinde boşanma önlenmeye çalışılacaktır.

Suçlu duruma düşmek ancak ve ancak evliliğin normal olduğunu kabul etmekle olur. Boşanmanın da normal olduğunu kavrayan biri için boşanma daha kolay olacaktır, çünkü ona ne iç baskı tesir eder ne de dış baskı. O istediği gibi davranacaktır. Boşanmanın iyi oldugu değeri kabul edenler için boşanma bir faciaya kadar varır. Dış baskının üstün geldiği bir toplumda, boşanmanın en kötü olaylarla kıyaslandığı toplumda, boşanmadan kötü birşey olamaz. Boşanmak yerine, toplumdaki yerini kaybetmek yerine, bazı insanlar daha şerefli bir sonu seçerler. Boşanmak yerine partneri öldürerek şerefli bir hayat sürdürmek onlar için daha cazip hale gelir.

Böyle toplumlarda erkekler şiddete daha fazla yatkındır. Şiddetin tek sorumlusu, görüldüğü gibi tek bir erkek olamaz, onu o duruma düşüren dış etkenlerin de irdelenmesi gerekir. Boşanmaya kötü gözle bakılan toplumlarda kötü duruma düşmek yerine şerefli bir yol seçmek daima cazip olacaktır. Cazibeyi ortadan kaldırmak için içelleştirilmiş o ahlaki değerler tekrar masaya yatırılmalıdır.

Bardağı taşıran son damla

Birşey öğrenmek için en iyi yöntemin bir ustadan öğrenilmesi gerektiği diye söylenir. Herşeyi kendi başına bulmak, bulunan şeyleri tekrar keşfetmek hem zaman açısından hem de yarar açısından pek değerli sayılmaz. Ne kadar ego tatmin olsa da diğer insanlara verilecek bir değer değildir bu, çünkü bu zaten bilinen bir değerdi.

Bir ustanın görevi bu durumda çok önemlidir. O kendi edindiği deneyimlerden yola çıkarak en kısa yolu veya yöntemi öğretecektir. Tabii ki çömezin efor sarf etmesi kaçınılmazdır.  Ne kadar kısa yol olsa da, ne kadar o bilgi konsentrat olsa da o hazmedilmesi gereken bilgidir. Burada çaba gösterilmesi şarttır.

Ustanın çömezden ne gibi beklentisi olabilir? O önüne her geleni almak isteyecek mi? Hiç zannetmiyorum. Bir çömezin kendi başına zamanı boşa harcayabileceği gibi bir ustanın da zamanının boşa gitme ihtimali vardır. O da kendine bir çömez seçerken o çömezin gerçekten istekli olup olmadığını test edecektir.

Test etme yöntemlerinden bir tanesi çömezin isteğinin arkasındaki gücü ölçmek olacaktır, yani çömezin ısrarlı olup olmadığı test edilecektir. Çoğu zaman duymuşsunuzdur, bir çömez ustanın kapısına dayanmıştır, usta onu kovsa da kapıdan içeri alıncaya kadar ayrılmaz. Benzer hikaye Yunus Emre için de söylenir. Ustayı ikna etmek için ustasına uzun yıllar odun topladığı söylenir. Bu ısrar ve istek denendikten sonra çömez çömez olarak kabul edilir.

Öğrenme isteğinin yanında usta kendine güvenilmesini bekleyecektir. Her söylediği talimata çömezin güvenmesini, gerçek amacın sonradan anlaşılacağı umduğu için uymasını isteyecektir. Usta, koşulsuz güven duymayan birini çömez olarak almayacaktır.

Öğrenme isteğinin yanında usta çömezin boş veya dolu olduğuna da bakar. Dolu biri birşey öğrenmek istemez, çünkü o sürekli birşey bildiğini zannedecek veya kendi bilgisini test etmek isteyecektir. Bu nedenle ustanın vereceği bilgi çömeze sığmaz, onu taşırır. Aynı hikayeyi de çoğunuz görmüşsünüzdür, usta bunu görsel hale getirmek için bardağı sonuna kadar doldurur ve sorar: son bir damlayı koyduğum zaman ne olacak, diye? İşte bu son damla o bardağı taşırır.

Yeni birşey öğrenmek isteyen yeniliğe açık olması gerekir. O içini boşaltmış olması gerekir ki yeni şeyler görebilsin. Dolu olan yeni birşey öğrenemez.

Freitag, 19. Dezember 2014

Warum die Prognosen fast immer zutreffen?

Hat sich jemand schon Gedanken darüber gemacht, warum die Prognosen an der Börse immer zu stimmen scheinen? Es gibt zwei Gründe, warum die Prognosen immer zu treffen scheinen.

1) Dass die Prognosen auch immer zutreffen, wird Vorsorge getroffen, indem man alle Möglichkeiten aufzählt, die eintreffen könnten. So bleibt man auf der sicheren Seite, weil man sich damit rausreden kann, dass man auch diese Eventualität erwähnt hat. 

2) Lässt man genügend Zeit verstreichen, so scheinen die Kurse durch den benannten Punkt durchzugehen, vorausgesetzt, man befindet sich nicht in einer starken Trendphase. In einer Seitwärtslage kommen die Kurse immer wieder durch den Prognosepunkt durch.

Aus diesen beiden Gründen können sich die Prognostiker immer wieder rausreden. Versuchen sie jedoch den genaueren Verlauf der Kurse anzugeben, da scheitern sie alle. Es gibt auch hier zwei Punkte, die einer genaueren Vorhersage entgegenwirken:

1) Die Börse ist erfinderisch, sie behält sich die Freiheit, immer wieder neue Wege ausfindig zu machen.

2) Die klassische Chartanalysetechnik ist dazu nicht angelegt, Prognosen über den genaueren Verlauf zu machen. Sie sind reaktiv. Brechen bestimmte Widerstände oder Unterstützungen, so will man daraus irgendeine Schlussfolgerung ziehen. Auch die Indikatoren sind reaktiv. Aufgrund dieser Tatsache steigen viele auf den fahrenden Zug auf, obwohl sie nicht wissen, wie lange die Reise dauern wird. Manchmal dauert die Reise ganz kurz, weil der Kurs einfach nicht in die Ausbruchsrichtung weitergehen will und zurückkommt, oder aber die Laufstrecke ist so kurz, dass sich der Einsatz nicht gelohnt hat. Das weiss man aber vorher nicht.

Es müsste daher eine Methode her, die alle diese benannten Nachteile aufhebt. So eine Methode gibt es, die heisst TT-Formation. Die TT-Formation ist weder auf die klassische Chartanalyse angewiesen, noch verwendet sie irgendwelche Indikatoren. Sie geht davon aus, dass die Kurse in vier Phasen unterteilt sind. Weisst man, in welche Phase man sich befindet, so kann man abschätzen, ob man noch auf den fahrenden Zug aufspringen soll oder nicht. Oder ob die Zeit reif ist, den Zug zu verlassen. Auch diese Formation kann nicht genau angeben, wie der tatsächliche Verlauf der Kurse sein wird, sie kann aber aufgrund des bisherigen Verlaufes und der Erfahrung des Analysten vorausgesetzt, den wahrscheinlichsten Verlauf angeben. Das warnt uns zum einen vor bevorstehenden Gefahren und zeigt zum zweiten an, wo man einsteigen soll. Denn auch wenn der eigentliche Verlauf von dem des angenommenen Verlaufes abzuweichen droht, so können die markanten Punkte nicht wegdiskutiert werden, weil sie immer auftauchen. Und auf diese markanten Punkte richtet sich TT-Formation ihre Aufmerksamkeit.

Das hat den Vorteil, dass man anfängt, nicht jede Kerze ernst zu nehmen oder die ganzen Kombinationen davon. Sicherlich haben sie auch ihre Berechtigung, es mangelt ihnen aber an Genauigkeit, die unter dem zweiten Punkt oben erwähnt wurde, dass nämlich auch sie nicht angeben können, wie lange dieser Trendwechsel stattfindet. TT-Formation ist in der Hinsicht zuverlässiger. Sie gibt einem ein Instrument zur Hand, womit man in gewissen Rahmen die Börse "bändigen" kann. Dass es eine hundertprozentige Sicherheit nicht gibt, ist dem Verfasser bewusst. Dem Verfasser ist es auch bewusst, dass es Entscheidungspunkte gibt, dessen Ausgang nicht voraussehbar sind. Da TT-Formation auf solche Stellen hinweist, kann man sich dementsprechend bewaffnen und Vorkehrungen einleiten.

Es gibt immer wieder Behauptungen, die Börse sei unvorhersehbar oder sie werde von irgendwelchen Mächten manipuliert. Solche Aussagen können zutreffen oder auch nicht. Man wird niemals im Stande sein, aus solchen Aussagen eine einigermaßen zuverlässige Vorhersage zu machen. Alle Aussagen, die dem Zufallsniveau nicht entwachsen sind, werden dem Eigentümer schwere Verluste beibringen. Daher lohnt es sich, solche Aussagen nicht weiter zu verfolgen. Eine dem Zufallsniveau nahe liegende Theorie ist nichts wert.

Alle Teilnehmer, ob sie Kleinanleger sind oder Grossanleger,  hinterlassen Fussspuren in Form von Kursen. Diese gilt zu zu entziffern. Die Indianer waren gut im Pfärtelesen. Sie haben gewusst, dass ein schwer beladenes Pferd tiefere Furchen hinterlässt als ein leicht beladenes. Sie haben aus den ganzen Informationen die nützlichen von den unnützlichen zu unterscheiden. Deshalb konnten sie ziemlich genaure Angaben über den Reiter und das Pferd machen. So ähnlich verhält es sich auch an der Börse. Es geht darum, die wichtigen Informationen von den unwichtigen zu unterscheiden. Man muss gut im Pfärtenlesen sein. Und das geht. TT-Formation bietet eine Möglichkeit das Signal-Rausch-Verhältnis zu vergrössern.

Donnerstag, 18. Dezember 2014

5 vor 12: Die Kraft der Doppelmöbse

Das letzte Mal hatten wir angedeutet, daß bereits die Trendwende stattgefunden haben könnte und daß der Weg nun nach oben frei sei. Siehe auch zusatz-zur-dax-prognose-vom-15122014 und dax-prognose-ab-dem-15122004.


 Das war der vermutete Verlauf gewesen und rausgekommen ist das untere Bild:



Es ist immer wieder erstaunlich, wie sich der dax seinen eigenen Weg wählt. Obwohl man bei der genauren Wegbestimmung Schwierigkeiten hat, kann man die Richtung einigermaßen richtig betimmen. Füe kurzfristige Anleger wird es daher schwer, den genauren Weg nachzubilden. Daher kann man ganz gut verstehen, je kleiner die Zeiteinheit ist, die man zum Traden verwendet, desto mehr Fehler werden in die Trades einschleichen.

Was ist seit Anfang des Jahres bis jetzt passiert?



Wenn man den Chart anguckt, so stellt man fest, dass es seit Jahresanfang ausser Spesen nichts gewesen ist, dass sich also der Dax kaum von der Stelle bewegt hat. TT-Formation bezeichnet solche Phasen als Konsolidierungsphasen. Sie treten nach der 4 Phase der Aufwärtsbewegung auf. Wie schon öfters betont, haben wir bereits im großen Bild die 4. Welle gesehen und stecken jetzt Mitten in der Konsolidierungsphase drin. Und die Konsoliedierungphase hat nun die dritte Bewegung hinter sich und ist dabei auch die vierte Welle zu machen. Und danach ist alles Schluss. Es geht nicht mehr weiter. Um neuen Schwung zu holen, müssten die Kurse kräftig federn lassen, und dann die abgebrochene Bewegung wieder fortsetzen. Es hätte genauso gut mit der Hausse weitergehen können, wenn die dritte Welle der Konsoliedierung weiter nach oben gegangen wäre. Da wir jetzt dabei sind, die Doppelmöbse zu generieren, bleibt dem Dax keine andere Möglichkeit als abzustürzen. Das bedeutet, wir kriegen in Bälde einen Crash. Also sollten sich die Longies gut absichern, wenn sie weiterhin an der Börse investiert bleiben wollen. Fallschirm nicht vergessen! Es wird immer gefährlicher. 

Auf diese Gefahr wurde bereits in fürüheren Schriften hingewiesen, siehe auch warum-es-zum-crash-kommen-mu. Das damals vorgestellt Bild ist zwar nicht eingetroffen, aber die Gefahr besteht auf alle Fälle.





Mittwoch, 17. Dezember 2014

Paralel gelişmeler

Türkiye deki gelişmeleri anlamak için Avrupa tarihini iyi anlamak gerekiyor. Avrupanın nasıl ve neden geliştiğini iyi anlamak gerekiyor. İyi bir tarihçi olmamakla birlikle olayı basite indirgersek, gelişmenin en önde kaynaklarından bir tanesi insanların kilise boyunduruğundan kurtulmak isteyişleridir.

İlk özgürlük arayışı, kabaca söylemek gerekirse, Martin Luther'ın incili almancaya çevirmesi ile olmuştur. O çeviri o zamanki yaşayan insanlar için çok önemliydi. İncili o zamana kadar yorumlama şansı sadece latince bilen bir kaç kişinin tekelinde idi. Yapılan tercüme ile incil tek yorum hegemonyasından kurtarılmış, herkese okuma ve yorumlama şansı getirilmiştir. Bundan sonra da zaten kilisenin insanlar üzerindeki hükmü gitgide azalmıştır, çünkü insanlar kendilerine söylenene inanmak yerine kendileri fikir sahibi olmak istemişlerdir.

İkinci kırılma dönemi sanatta yaşanmıştır. Kilisenin o zamana kadar tek yaratıcı tanrı diye kabul ettiği ama insanlara yaratma şansı vermediği dönemin yavaş yavaş tarihe gömülmesi ile olmuştur. Birşeyler yaratmak için o şeyin anlaşılması gerektiği herşey gizliden gizliye araştırma konusu olmuştur. Leonardo da Vinci mesela insanların anatomisini daha iyi çızabilmek için insanların iç organlarını bir cerrah gibi incelemiştir ve tıpa tıp aynısını tuvale geçirmeyi başarmıştır.

Yaratmak tabii ki o zamanın kilise düşüncesine karşı geliyordu. Yoktan hiçbirşey var edilemez görüşü hakimdi ve o ilk şeyi yerinden oynatan da tanrıdan başka birşey olamazdı. Buna göre herşey yaratıldığı gibi kalmalıydı, yaratılandan hariç başka şeyleri yaratmaya kalkışmak tanrı ile eş koşmak anlamına geliyordu ki bu da kabul edilemez bir durumdu. Bu nedenle kilise kendini tanrı koruyucusu olarak gördü ve onun yasalarının uygulanmasını sağlamaya çalıştı. Tek bir tanrı fikrini ayakta tutmak için her yaratıcı fikir baştan önlenmesi gerekiyordu.

Sanat ile başlayan bu kopma fikir bazında da sürmeye devam etti. Descartes tanrıyı kanıtlamak için yola çıktı ve fikri gövdesinden ayırdı. Böylelikle fikrin gövdesinden bağımsız yaşayabileceğini savundu ve tanrının da gövdeye ihtiyacı olmayarak da var olabileceğini iddia etti. Ne kadar tanrının var olduğunu kanıtladığını zannetmiş olsa da bilimin yolunun önünü açmış oldu. Çünkü gövdeyi incelemek, yani fizik ile uğraşmak tanrıya aykırı değil olacaktı. Tanrının varlığını kanıtlarken insanlara serbest çalışma özgürlüğü de vermiş oldu.

Böylece Avrupada kilise hegemonyası yavaş yavaş gerilemeye, insanlar daha da çok özgürleşmeye başladılar. İnsanlar kendi kaderlerinden kendilerinin sorumlu olduğunu anladıktan sonra kiliseye sırt çevirdiler ve yeni arama şekilleri türedi. Artık kendi güçlerinin farkına vardılar ve kendileri birşeyler yaratmaya başladılar. Bu gelişme ne kadar tekniğin gelişmesini tettiklemiş olsa da, en büyük ilerleme başkasının kendisi hakkında yorum yapmasını kısıtlamakla olmuştur. Bu bir özgürleşme savaşıdır.

Turkiyeyi anlamak için de yukardaki kısaca anlatılmaya çalışılan Avrupadaki gelişmeyi anlamak lazım. Türkiyedeki olaylar da Avrupanın çok yıllar önce geçirmiş olduğu özgürlük davasından başka birşey olamaz. Özgürlük vaat edip de tekrar düşünceye darbe vuranlar ile kendi kaderlerini kendileri belirlemek isteyenler arasındaki çatışma. Bu zorunlu bir mücadeledir, çünkü yukardan verilen özgürlüğün hiç bir anlamı yoktur, değeri de anlaşılmaz zaten. Ancak ve ancak alın teri ile elde edilmiş şeyler değerlidir. Avrupa özgürlüğün anlamını çok iyi biliyor ve sahip çıkıyor. Biz henüz bilmiyoruz, öğrenmemiz de biraz sancılı geçecek galiba. Temennim tarihten ders almaktır ama tarihi bu anlamda okuyan ve okutan malesef yok.

Montag, 15. Dezember 2014

Zusatz zur Dax Prognose vom 15.12.2014

Ich hatte eigenen gedanklichen Fehler gemacht, und zwar hatte den Ansturz zeitlich etwas später erwartet. Der markt kennt solche Fehler nicht, daher hat er und den richtigen Weg gezeigt. Da die Richtung stimmte, war das kein Beinbruch. Hier der Originalkurs und die Einschätzung von mir zum Vergleich:

Wie wird es nun wietergehen? Ab jetzt werden wir den zweiten Mobs ausbauen und das sollte wie folgt gesc
hehen:


Bis 9600 werden wir gemächlich steigen, um dort eine Pause einzulegen. Danach werden wir Richtung Höchsstände weiter marchieren....

Samstag, 13. Dezember 2014

Dax-Prognose ab dem 15.12.2004

Die Dax-prognose-ab-dem-05122014 ist nicht so eingetroffen, wie ich es vermutet hatte. Ich hatte geschrieben, daß wir nach der TT-Formation dabei sind, die dritte Welle anzusteuern. Diese würde, so dachte ich, nach einem Allzeithoch zwar etwas zurückgehen, danach aber seine Aufwärtsbewegung fortsetzen. Der Markt hat uns eines Besseren belehrt.

Die Kurse sind weiter unter die Mittellinie des Pitchforks gefallen, so daß wir einen Mobs gebildet haben, welches jetzt wie folgt aussieht:



Der erste Mobs stellt nun die dritte Welle dar. Somit hat sich die Wahrscheinlichkeit erhöht, daß die vierte Welle auch ein Mobs wird. Nach der vierten Welle sollten wir einen kräftigen Absturz erleben, denn hier endet sowohl die vierte Welle im Großbild, welches Dax-prognose-ab-dem-05122014 als erste Bild gezeigt ist, als auch die Konsolidierungswelle. Somit steht einem Absturz nichts mehr im Wege.

Wie wird es aber in den kommenden Tagen ausshen? Dazu habe ich eine Grafik vorbereitet:


Ab jetzt sollte der Dax einen Weg zur Fork- Mitte suchen, danach kleinen Absturz erleben. Anschliessend müsste man Doppelmöbse erwarten dürfen, was einen steilen Absturz den Weg ebnen wird. Bevor man sich jedoch long positioniert, sollte man auf den letzten Fall nach den Doppelmöbsen warten. Dieser letzter Fall sollte eine Vorbote für eine V-Formation sein. 

Samstag, 6. Dezember 2014

Dax-Prognose ab dem 05.12.2014


Betrachtet man den Dax längerfristig, so wird man feststellen, daß er genau die TT-Formation gemacht hat.

Wir haben seit 1988 drei große Wellen gemacht und der Dax schickt sich an, seit 2010-2011 die vierte Welle zu machen, die die mächtigste Welle unter denen ist. Diese vierte Welle besteht auch in sich aus vier untergeordneten Wellen. Nach der TT-Formation sind auf der großen vierten Welle bereits drei Wellen gemacht. Das Ende der drei Wellen wurde durch die Konsolidierung eingeleitet. Nun sind wir dabei, auch die Konsolidierung zu beenden. Mit dem Ausbruch aus dem Range von ca. 8400-10100 Punkten ist die letzte Phase eingeläutet, d.h. die vierte Welle der großen vierten Welle ist in Angriff genommen worden.

Wie sieht nun diese letzte Phase im Detail aus?


So wie das große Bild aus vier Wellen besteht, so besteht auch die Konsolidierungswelle aus vier Wellen oder Phasen. Diese sind auf der Zeichnung gekennzeichnet. Nach TT-Formation sind wir gerade dabei, die dritte der Konsolidierungswelle zu machen. Nach dieser dritten Welle sollte man einen großen Absturz erwarten, was mindestens bis zur Hälfte der dritten Welle oder bis zum Anfang der Welle bei 8400 Punkten reichen dürfte. Danach führt die vierte Konsolidierungswelle in der vierten Phase des großen Bildes seinen Weg fort.

Nun gibt es für den Verlauf der vierten Welle zwei alternative Möglichkeiten. Entweder setzt sich der Anstieg wie auf der linken Zeichnung nach oben fort, oder aber die dritte Welle geht in einer "Möbse" über, was den Verlauf der vierten Welle beeinflussen würde: Diese Welle müßte auch in einer "Möbse" enden.

Die vierte Welle des ersten großen Bildes, welche nur bis zur der dritten Phase aufgebaut worden ist, aber jetzt in kürzer die vierte Phase einläuten wird, sieht wie folgt aus:




Die dritte Welle der Konsolidierungswelle beginnt bei ca. 8400 Punkten aufwärts. Auch dieser Unterast besteht nach TT-Formation aus vier Wellen, wovon wir kurz vor der dritten Welle im Aufbau stehen. Nach einem kurzen Anstieg wird die dritte Welle auf diesem Ast in Angriff genommen werden. Anschließend sollte man einen kräftigen Abfall bis zu dem unteren Trendkanal oder weiter unten rechnen, danach wird die letzte vierte Welle gemacht. Nach TT-Formation werden diese als Übertreibunswellen bezeichnet, daher könnte der Anstieg weit über den Kanal hinaus nach oben schießen. Die kommenden Tage werden uns den richtigen Weg zeigen.

Wenn sich diese dritte Welle der Konsolidierungswelle ausgebildet hat, so werden wir in die vierte Welle, die in der mittleren Zeichnung zu sehen ist, eingeführt. Und diese vierte Welle wird die allerletzte Phase der Wellen einleiten, was sich wiederum durch einen Crash zu Wort melden wird. Chash wird also unvermeidbar sein, ob die Form auf der zweiten Zeichnung die linke Form oder die rechte Form annimmt, spielt dabei keine Rolle, weil eben die TT-Formation außer diese vier Wellen nichts mehr hergibt.


Freitag, 5. Dezember 2014

İyi konuşma nasıl olur?

İyi konuşma üzerine tonlarca kitap yazılmıştır. Bir insanı en kolay şekilde nasıl etkilemeyi öğrenmek mümkün. Böyle manipülatif teknikleri öğrenmek mümkün ama kalıcı şekilde anlaşılmak isteniyor ise manipülasyondan hariç karşı tarafın ruh ve bilgi halinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Hisse hitap eden veya coşturucu konuşma şekli ile dinleyiciyi manipüle etmek mümkündür. Ama bu konuşma şekli ikna etme amaçlı değildir, konuşmanın arkasında yatan gerçek amacı gizleyip sünni amaçlarla dinleyiciyi belli yöne çekmek içindir.

En iyi konuşma, konuşan ile dinleyici arasındaki mesafeyi en aza indiren konuşmadır. Doğası gereği ile herkes ayrı deneyim yapar ve ayrı temeli oluşturur. Ayrı temele sahip olanlar o sahip oldukları temele göre durum değerlendirmesi yapacaktır ve dolayısı ile birbiri ile anlaşması zorlanacaktır.

İyi konuşmacı anlatacağı şeyin anlaşılmasını sağlaması için ilk yapacağı şey dinleyiciyi kendi seviyesi ile aynı seviyeye getirmek olacaktır. Bu yüzden yeni birşey söylemeden önce konuşmacı durum tespiti yaparak dinleyiciyi hazırlaması gerekir, dinleyiciyi elinden tutup onunla küçük bir geziye çıkması gerelir. Bu gezi kendisinin nerden geldiğini anlatma gezisi olacaktır. Ancak ve ancak konuşmacının nerden geldiği anlaşılırsa işte o zaman konuşmaya yeni birşey eklemek daha kolay ve anlaşılır olacaktır. 

Havaalanında şöyle bir hadise yaşanmış. Küçük bir kız çocuğu xray cihazından geçerken cihaz alarm çalmış. Oradaki çalışan görevli, küçük kızı detektör ile arayabilmesi için eli ile kızın dönmesini işaret etmiş. Küçük kız ilk defa o cihazından geçtiği için, o görevlinin yaptığı hareketi eli ile tekrarlamış. Görülüyor ki küçük kızın deneyiminde havaalanında aranmak olmadığı için görevli ile aynı zemine sahip değiller, bu sebeble de küçük kız o işareti anlayamamış. Anlaşılmak için aynı zemini, temeli paylaşmak gerekiyor.

Aynı zemin veya temel tüm toplumun belli değerler ve betimlemeler üzerinde anlaşırsalar (konvensiyon) oluşur. "Beyaz" kelimesi üzerine konuşurken beyazın beyaz olduğu konusunda ve beyaza beyaz denilmesi konusunda hem fikir olunması gerekir. Biri beyaza beyaz, diğeri sarı derse konuşma bile gerçekleşemez. Anlam kargaşası çekmemek için belli konularda anlaşma yapılması gerekiyor. Bir dilin dağınık olması belki de bu konuya işaret edebilir. Dilin yöresel anlam değiştirmesi genel anlamda kargaşa yaşanacağına işaret edebilir.

Kitap, dergi ve televizyon ortak değer taşıyıcı unsurlar olabilir. Yeni terimlerin ne anlama geldiğini ve büyük kitlelere taşınmasında büyük görevleri üstlendiğini bilmedi gerekir. Bu nedenle titiz davranılması, dinleyiciyi kandırma amaçlı değil de onu aynı zemine oturtma amaçlı olması gerekir.

Donnerstag, 4. Dezember 2014

Tatil köyüne hoşgeldiniz

Hiç birşeyi ciddiye almamak, herşey ile alay etmek, hatta çocuk oyuncağına benzetip o şeylerle oynamak dışardan bakıldığında tatil köyünü andırabilir. Gözlemci herşeyin çok kolay olduğunu, alay edenlerin üstün kişiler olduğunu zannedilir. Bir de isim sahibi ise bu insanlar, sergiledikleri tavrın arkasında bilgelik olması gerektiği düşünülür. Bu tavır kendine yaklaşılmaz yapar. Herşeyi bilen, herşeyin üstesinden gelen kişilerle nasıl baş edilir ki? Ancak gıpta duyulması gerekir, diye düşünür insan.

Belki de bu tatil köyü havası bilinçli şekilde yayılmak isteniyor. Belki de hiçbirşey bilmediğini gözlemek için böyle bir hava yaratılmak isteniyor. Olayı anlamak yerine yüzeysel anlamış gibi yapmak ve anlamayanlar ile dalga geçmek belki de kendi yetersizliğini gizlemek içindir. Olay basit olmasa bile basit bir olay ile karşılaşmış gibi yapmak karşı tarafta etki yapacak ve onu gereksiz sorulardan koruyacaktır ve dolayısı ile gizli bir anlaşma yapılmış olunur: yüzeysel olan oyununu devam ettirir, diğerleri ise bu oyuna göz yumar.

Yukarda açıklamak istediğim konu ile askeriyede konferans vermek için çağrılmış üniversite öğretim görevlisinden örnek vererek göstermek isteyeceğim. Türk dilinin ne güzel olduğunu ballandıra ballandıra anlattıktan sonra Türk dilinin dünyada en güzel dil olduğunu savunmuştu. Normal sokakta bir vatandaştan bunu duymak normal gelebilir, çünkü vakti olup da dil ile meşgul olamıyor olabilir, ama bir üniversite görevlisinden böyle yüzeysel bir cümlenin çıkması anlaşılır gibi değil. Hiç içeriksiz bir cümleyi kullandıktan sonra soru sorarak kendini tastik ettirmeye çalışmak üniversitede değil de tatil köyünde olduğunun çok güzel göstergesi değil mi?

Başka bir örnek ise bir başka yazıdan alıntı yaparak vermek istiyorum:" ‘İyinin ve Kötünün Ötesinde’ başlıklı yapıtında Nietzsche adaleti şöyle betimler; ‘’….doğa gibi bir varlığı düşünün, ölçüsüzce savuran, kayıtsız, amaçsız, acımasız ve adaletsiz, hem bereketli hem kısır bir güç olarak kayıtsızlığı düşünün… buna göre nasıl yaşayabilirdiniz? Yaşamak, kesinlikle doğadan başka bir şey olmayı istemek değil mi? Yaşamak, değerlendirmeyi, seçim yapmayı, haksız olmayı, sınırlı olmayı, farklı olmayı istemek değil mi?..’’ 

Bu cümle şöyle yorumlanmış:" Burada ilk tümcede doğa adaletsiz olarak betimleniyor. Son tümcede ise, adil olmama, doğaya karşıt olma olarak betimleniyor. Nietzsche’ye göre adalet, doğaya ait bir şey olmalı, insana ait değil… Bu ifadelere göre insan, yaşamakla, varoluşuyla adil değildir. İnsan yaşamı doğaya karşıttır. Doğaya karşıt olmadan yaşamak insan için olanaksızdır."

Şimdi yazar adalet üzerine bir tez hazırlamış, Nietzsche' in de kitabının birinde adalet sözcüğü geçtiği için Nietzsche' 'nin adaletten bahsettiğini zannediyor ama yanılıyor. Burada Nietzsche doğanın herşeye kayıtsız ve herşeye aynı mesafede kaldığını yazıyor. Yaşamın ise tam tersi seçim yapmak için taraf tutması gerektiğini yazıyor. Şimdi o alıntıda adalet geçiyor diye bu cümleyi alıp da kendi tezinde destek olarak kullanmak tatil köyü anlayışı değil de başka nedir?

Bir de memurlar da rastlanır bu tavır. Belli bir makama sahip kişi kendini tatil köyünde gibi hisseder. Her tarafta hizmetçisi olan, bir dediği iki edilmeyen biri olarak kendini görmesine görür ama buna tahammül edenlere, o oyunu oynayanlara ne demeli? Hoşgeldiniz tatil köyüne!

Not: Yukardaki yazı bu likten alınmıştır: http://dusundurensozler.blogspot.de/2014/12/adalet-suc-ve-ceza-uzerine-nietzsche-1.html?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed:+blogspot/iooN+(F%C4%B0LOZOFLAR+VE+D%C3%9C%C5%9E%C3%9CND%C3%9CREN+S%C3%96ZLER%C4%B0)&m=1