Samstag, 28. Februar 2015

Sosyal devlet ile dilenci

Yardıma muhtaç olana yardım etmek, kendi sınırları içersinde yaşayanlara insanca bir hayat sağlamak her devletin ana görevi olmalıdır. Bu görevi herkese eşit şekilde ulaştırmak için herkesin başvurabileceği kurumlar olmalı ki o şartları yerine getirenler hak sahibi olduğu için müracat etsinler. Hakkının verilmediği kanısına varan biri bağımsız mahkeme önünde hakkını arayabilmeli. Bu bireyin devlete karşı hakkı olmalı. Bu bilinç her bireyde yerleşmeli, hakkını aradığı zaman da dilenci durumuna düşmüş olmadığını bilmeli ve hiç kimsenin gözünde de küçük düşmeyeceğini anlamalı. O gerektiğinde hakkını arayan özgüvenle biri olur. Devlet sağ eli ile verdiğinde bundan sol elinin haberi olmaz. Devlet için bu gurur kaynağı da olmaz, çünkü bu hem devletin görevidir hem de yüz karası, çünkü her o duruma düşen bir vatandaş devletin işsizliği önlemesi yolunda başarısız olduğunu gösterir. Bu övünülecek bir durum değildir. Devlet kendi ihmalini yardım altında giderirken övünemez.

Öbür tarafta "bağış" veya "yardım" altında yapılan yardımlar vardır. Bu bağışlar hakka tabii değildir, verilmediği zaman hiç kimse neden ona verilmiyor diye hakkını arayamaz. Bu sadece keyfi veya menfaat uğruna yapılmış yardımlardır. Yardım almak isteyenlerin belli şartları yerine getirmeleri, bu şartlar da o grubun işine yaradığı sürece verilir. Aynı partiden olunması, yardım karşılığında oy vaat edilmesi veya belli projelere beklenen protestoyu önlemek amaçlı verildiğinde devletin herkese eşit davranması gerektiği ilkesi zedelenmiş olur. Çünkü bu tür yardıma "rüşvet" de denebilir. Bu tür yardım muhtaç olanı dilenci haline getirir ve olmadığı, istemediği şeyi yapmak zorunda bırakır. Sağ el verirken sol elden haberdardır. Devlet yardım alanı küçük duruma düşürür. Yardıma muhtaç olanın zor durumundan faydalanır. Devlet muhtaç olanı dilenci durumuna düşürür, bu da bir insanın onuruna yapılacak en büyük hakarettir.

Donnerstag, 26. Februar 2015

Emir ile anlatma arasındaki fark

Emir veren hiç bir zaman açıklamaz, o aldığı kararın nedeninin sorgulanmasını istemez, o sadece itaat edilmesini ister. Emir vermenin çekiciliği de itaat edenlerden kaynaklanır, bütün bir topluluğun emredenin isteği doğrultusunda hareket etmesinden kaynaklanır. Emir bir güç kaynağı olmanın yanında o bir anlaşmadır da, emir veren ile itaat eden arasında yapılmış bir anlaşma. Ne kadar emir veren kendini güçlü hissetmiş olsa bile o itaat edene bağlıdır, itaat edenin gereksinimlerini karşılamaya kendini adamıştır. Emir veren ne kadar o ihtiyaçları görebiliyor ve algılayabiliyor ise, emre o kadar itaat edilecektir.

İtaat edenlerin ne gibi gereksinimleri olabilir? İtaat edenlerin en önde gelen gereksinimleri hayati güvence olmalıdır, yani onlar kendi hayatını sürdürebilmeleri için fiziki ihtiyaçlarının giderilmesi, karın doyurma derdinden kurtulmaları gerekir. Karınları doyduğu müddetçe onlar sesini çıkarmayacaklardır.

Diğer önemli bir unsur ise kendilerine karmaşa gelen dünyanın betimlenmesidir. Anlamadıkları bir dünyanın anlayacakları dilde açıklanması durumunda, karşılığında itaat etme sözü verirler. Onlar için herhangi bir teori hiç bir teoriden daha iyidir, bu nedenle açıklama ne olursa olsun, yeterki anlayabilecekleri dilde olmasını isterler. Anlatılan şeylerin çelişkili olması pek de önemli değildir, eğer o kadar önemli olmuş olsaydı, kendisi anlamaya çalışırdı ve açıklamanın getirdiği sorumluluğu kendisi üstlenirdi. Oysa açıklamayı başkasından alan biri açıklamanın getirdiği sorumluluğu da başkasına yükleyecektir. Sorumluluk başkasına devredildiği zaman insan daha rahat yaşar.

Pekala emreden sorumluluk üstlenir mi? O da sorumluluk üstlenmeyecektir, çünkü açıklama tekeli kendinde olduğu için o da kendini suçlu duruma düşürecek herhangi bir söylemden kaçınacaktır. O da başka birilerinin suçlu olduğunu iddia edecek ve sultanatını devam ettirmek için yalan söyleyecektir. Anlaşma devam ettikçe birilerinin güvenceyi sağladığı ve açıklama getirdiği sürece, diğeri itaat edecektir. Burada doğruyu aramak diye birşey söz konusu olamaz, güvence sağlandığı sürece yalan söylemenin çok normal olduğu görülür. Karın doğru ile doyurulmuyor görüşü hakimdir. Bir de kendi hislerine hitap edecek açıklamalar gelirse, yani kendi ezikliğini unutturacak, onu büyük gösterecek söylemler gelirse, o kendinden her istenilen şeyi yapacaktır.

İtaat edenin karşıtı ise açıklama bekleyendir. Açıklama bekleyen kendi aklını başkasına devretmiş biri değildir, o sorumluluk almak isteyen biridir, bu nedenle de açıklamanın mantıklı olmasını arayacaktır, çünkü o hayatında doğabilecek herşeyin sorumluluğunu üstlenmek isteyecektir. O beklediği açıklamayı karar almak için kullanacaktır veya karar alanın yolunu anlamaya çalışacaktır. Bu nedenle emir almak yerine ikna edilmeyi ister. İkna etmek hissi anlamda değildir, o itaat eden gibi güvence de istemez, o kendi alacağı sorumluluğu başkasının da almasını ister. Yani her açıklama yapanın yaptığı açıklamanın arkasında olmasını ister. Bu nedenle açıklamaların doğru olmasına özen gösterir. Doğru olmasını ister, çünkü o bağımsız olmayı ister. Onun kendinden başkasını suçlayacak başka kişisi olmadığı için doğruyu doğru karar almak icin aramak zorundadır. O herhangi bir anlaşma yapmamıştır. Bu nedenle de doğruyu saklayarak hiç kimseye "borç" ödemez.

Dienstag, 24. Februar 2015

Güncel hayatın çekimi

Düşünce zamana ve mekana bağlıdır. Her zamanın kendine özgü düşünce yarattığı görülür. Bu biraz da modaya benzer. Bir giyimin moda olması gibi belli akımın da moda olabileceği ve düşünceyi belirleyeceği görülür. Her kimse ne kadar kendi düşüncesini ifade ettiğini zannediyor ise de o aslında içinde bulunduğu akımın ürünüdür. O ya o akım ile düşünür, ya da o akıma karşı. Her iki durumda da o yaşadığı zamanın düşüncesinin ürünüdür, çünkü o düşünce kendine özgü bir düşünce değildir. Bu düşünce dışardan ona empoze edilen düşüncedir.

Fikir sahibi olmak karşıt görüşe sahip olmak veya o görüşü desteklemek değildir, fikir sahibi olan moda dışında fikir sahibi olandır, kendine özgü fikir üretendir, kendi deneyiminden yola çıkarak kendi özüne değebilendir. Fikir sahibi olan kendinden önce söylenen fikirleri bilen biridir, bildiği için de aynı şeyleri tekrarlamaz. O ondan önce söylenen fikirlerin artısını ve eksisini bilir, bildiği için de eksik olan yerleri doldurmaya çalışır. O tekrarladığı şeye kendi fikri demez. Fikir sahibi olmak çaba isteyen bir iştir. Bu nedenle de herkes fikir sahibi olamaz. Nietzsche'nin dediği gibi, çoğu insan geviş getirmeyi kendi fikri ile karıştırır. Fikir sahibi ikinci el fikir kullanmaz.

Freitag, 20. Februar 2015

Yanlış fikirler ölmeli

Karl Popper insan öldürmek yerine fikirinizi öldürün, demişti. Hiç birşey, ama hiç birşey insan (veya herhangi bir canlı) hayatını sonuçlandırmak için bir gerekçe olamaz. Eğer söz konusu bir can ise, o fikir yanlıştır, onun peşinden gitmek yerine canı seçip fikri öldürmek en mantıklı olanıdır.

Fikir ölümü evrimsel bir olaydır, geride kalan fikir elendikten sonra elekten aşağı düşünidir. O da ebedi derecede elenmez, çünkü eleğin deliğini seçmek ile hangi teorinin eleneceğine karar vermiş olunur. Elenen fikirler doğru değildir, onlar sadece eleğin gözünden geçenlerdir. Delikler ne kadar sıkı dokunmuş ise elekten geçen fikirler de o kadar az olacaktır. Feleğin gözünün büyüklüğünü seçmekle neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar vermiş olunur. Belki de göz yapma tekniği şu anki yapılandan daha küçük delikler yapmayı elvermiyor, bu demek değil ki gelecek nesiller de daha küçük gözlü elekler yapamayacak. Bu nedenle her fikir çürütülmek için o ince işten anlayan bir ustanın gelmesini bekler. O gelinceye kadar o teori ile idare edilir, o teori doğruymuş gibi yapılır.

Bir teoriyi eleyebilmek için o teorinin elenebilir olması gerekir. Gerçekçi olmayan, test edilir olmayan bir teori çürütülür teori değildir, o aslında teori hiç değildir. Her söylenen şeyi doğru veya yanlış kılan bir teori totolojiden başka birşey değildir. O halde olsa da olur, olmasa da olur, bir teoridir  o. Öyle bir teori öldürülemez, o nedenle de o teori uğruna insan öldürülür, sırf o teori ayakta dursun diye. Bir teorinin totolojik yapıya sahip olup olmadığını anlamak çoğu gereksiz tartışmaları önler.

Mittwoch, 18. Februar 2015

En büyük problem...

... nasıl davranmamız gerektiğini henüz bilmediğimizde yatıyor. Dincilerin kalbi 1500 sene öncesinde atıyor, diğerleri ise ne yapmamak istediklerini biliyorlar ama ne yapmak istediklerini bilmiyorlar. Zamanının adamından mahrum bu zaman.

Montag, 16. Februar 2015

Olması gereken şeyler ve olan şeyler üzerine

Doktrin üzerine kurulu teoriler olan şeylerden yola çıkmazlar, onlar olan durumu teorilerine göre benzetmeye çalışırlar. Onların hayalinde olan ideal durum sürekli var olan durum ile kiyaslanır, arasında herhangi fark tespit edildiğinde var olan şey ideale uydurulmaya çalışılır, çünkü ideal her zaman aynı olması gereken değişmez bir durumdur.

Hegel'in söylediği gibi, eğer teori realite ile uyuşmaz ise, vay geldi realitenin haline. Teorinin öngördüğü birşey var olsa bile görmemezlikten gelinir veya herhangi bir cambazlık ile açıklanmaya çalışılır. Her halükarda teoriye toz kondurulmaz. Bu tür açıklamalarda açıklamanın realite ile uyuşup uyuşmadığı pek önemli değildir, amaç ne olursa olsun teoriyi kurtarmaktır. Teoriyi kurtarmak için yalan bile söylenir, önemli olan şey teorinin ayakta kalmasıdır. 

Bu tür doktrinler inanmanın ürünüdür, herhangi bilimsel yanı yoktur. Bilimsellik bir tutumdur, o sürekli kendini test etmek zorundadır. Bu nedenle de doktriner olamaz, öne sürdüğü teorinin ebedi olmadığını, geçici olduğunu bilir. O öne sürülen teorilerin test edilmesi, realite ile uyuşumlu olmasını ister, yani atıp tutar bir yanı yoktur onun.

Şimdi biri gelip, şöyle diyebilir: bilim de bir inançtır. Ama bunu söyleyen yanılıyor. Doktrin ile bilimin arasındaki fark, ilkinin inancı ebedi doğruyu söylendiğini zannetmesinde ve dolayısı ile o konuda tartışmanın anlamsız olduğudur. O açıklamaz, sadece:  bu böyledir, der. Bilim açıklayıcı ve ikna edici olmak zorundadır. Çünkü akıl ile kavranmayan birşey ikna edici olamaz. Ama ebedi doğruyu söylemediğini bildiği için de kısmen inanmak zorundadır, onun inancı daha iyi bir teorinin gelmesine kadardır. 

Relativistler üzerine

Ne söylersen söyle, herşey doğrudur modundan giden postmodern bir görüştür bu. Bu nedenle her isteyen istediği şeyi söyleyip, söylediği şeyin doğru olup olmadığını umursamayanlar tarafından benimsenen bir görüş. Bilimsel yöntemden uzak, içinde herhangi bir metodoloji barındırmayan görüş birliğidir, relativist olmak. Herşeyin doğru olduğunu sadece sözde benimseyenler, aynı toleransı başkası için tanımaz. Demokratik yapıdan faydalanarak görüş özgürlüğü altında her istediği şeyi söyleyebilmek hakkına sahip olduğunu iddia eden, ama kendi içinde bildiği doğrudan taviz vermeyen bir görüştür bu. Başkasından kendi fikrinin tolere edilmesi isteyen, ama başka fikri kendi tolere etmeyen bir görüştür bu. Herkesin kendini kendi dünyasında kral hissettiren, başkasının kendini dinlemesini bekleyen, ama kendinden taviz vermeyen, demokratik düzeni tehdit eden bir görüştür bu.

Samstag, 14. Februar 2015

Şiddet ve cinsellik üzerine

Medyada tecavüz ve öldürme olayları sıkça duyulur. Ondan sonra halktan gelen tepkiyi çok doğal karşılamak gerekir. Çoğu insan mağdurun yanında olmak ister ve suçluyu linç etmeye kadar giden ceza verilmesini ister. Suçluya duyulan öfke onu ortadan kaldırdıktan sonra herhangi bir problemi çözer mi? "Dişe diş, göze göz" ile bütün sorunlar ortadan kalkmış olur mu? Yoksa yine suçluyu cezalandırdıktan sonra hiç birşey yokmuş gibi, business as usual devam eder mi?

Ölüm cezası istenmiş olsa bile devlet böyle isteklere karşı duyarsız kalmalıdır. Devletin görevi hayat korumak olmalıdır, hayat almak değil. O kimin olüp yaşayacağına karar veren bir organ haline gelmemelidir. Devlet birey karşısında güçlüdür, gücünü can alarak göstermemelidir. Insan hakları ne kadar normal insan için olsa bile, katil için de vardır. Katil de insan olduğuna göre o da aynı hakka sahiptir, onun canı devlet tarafından korunmalıdır, alınmamalı.

Devletin birey karşısındaki gücünü dizginlemek için onca savaş verilmiştir. Insanlık hakkı işte bireyi devlete karşı koruyan haktır, ondan vazgeçilemez. Devlet güçlü olduğu için gücü sınırlanmıştır. Bu nedenle devlet tarafından yapılabilecek herhangi bir zorbalığı önlemek gerekir. Ölüm cezası verilip de tek bir suçsuzun yargılanma ihtimalini önlemek için bile olsa, böyle böyle geri dönüşümsüz bir imkan devletin eline verilmemelidir. Devlet her vatandaşı tekrar sosyal hayata kazandırmak icin çalışmalıdır.

Sosyal hayata bir insan nasıl kazandırılır? Devletin elindeki imkanlar kullanılarak teşkil eden suçun nedeni araştırılmalıdır. Suç tecavüz ise onun nedenleri bulunmalıdır. Tecavüz sadece suyun üstündeki eisbergtir. Onun altında başka nedenler yatar. Aslına bakılırsa sorun cinsellik ve şiddettir. Tabii ki bunlar bilim adamları tarafından araştırılmalı, herhangi bir önyargı olmadan sebepleri anlaşılmalıdır. Toplumun cinselliği şeytanlaması, herhangi sarkıntılık denilebilecek davranışın veya flörtün tecavüz kategorisine girmesi ve beraberinde çok yüklü cezaların gelmesi, kız ve erkek öğrencilerin ayrı okutulmasını istenmesi, o toplumun cinsellik hakkındaki görüşüne ışık tutar. Karşı cins ile irtibatın çok küçük yaşlarda kesilmesi, ona nasıl davranacağını, yaklaşacağını öğrenemeyen fertler yaratır. Ve büyüyünce de, erkekler kendi cinselliğinin farkına varınca da tatmin olmak için her yöntemi deneyeceklertir, gerekirse istediklerini şiddet ile almaya çalışacaktır. Bu, aynı çölde susuz kalan birinin ilk su görmesinde suya saldırmasını andırır. Zorbalıkla da olsa isteğini yerine getirmek isteyecektir.

Kadınlarla beraber olmayan erkekler yabanileşir, erkekleri evcil yapan bayanlardır. Erkekler kendi aralarında oldukları zaman vahşileşirler, aralarına bir bayan koymak onları daha ılımlı yapar, davranışları birden bire değişir. Erkeklerin kendi arasında olduğu en belirgin mercih askeriyedir ve söylenebilir ki orası şiddetin en doruk noktasıdır, çünkü erkekler kendilerine acımasızca şiddet kullanabiliyorlar. Bu nedenle kadına olan şiddeti önlemek için erkek ve kızların çok küçük yaşlarda birbirlerini tanıması, birbirine öcü gözü ile bakmaması gerekir. Çok küçük yaşta bayana nasıl davranılmasını öğrenmeyen, ileriki yaşlarda çok zor öğrenir.

Cinselliğin okullarda ders olarak öğretilmesi erkekleri apuk sapık porno filmlerinden eğitilmesinin önüne geçecek, karşıt cinse daha da değer vermeyi öğretecektir. Pornografi cinsellikte şiddetin en doruk noktasıdır. O kendi içgüdüsünü gidermek icin kadını kullanılması gereken bir aletmiş gibi, erkeklerin ihtiyacını karşılayan bir araçmış gibi gösterir. Ihtiyacı bitince de bir kenera atılır. Kadınların da kendi cinsiyetinin farkında, çok özgüvenli şekilde kendi isteklerini ifade etmesini öğrenmelidirler. Onları hayatın dışına atarak hiç birşey elde edilmez. Onların hayata dahil olması erkekleri biraz daha evcilleştirir, şiddetten korur.

Devletin amacı cinsleri ayırıcı yöntemler olmamalıdır. O her iki cinsin de beraber yaşayabileceği ortam sağlamalı, birbirini tanıma şansı doğurmalıdır. Cinselliği lanetlemek insanın doğasına aykırıdır ve onun doğasını her kısıtlayıcı yöntem şiddeti beraberinde getirecektir. O halde şiddeti önlemek için insanın doğasına karşı gelen yasaklardan vazgeçilmelidir.

Freitag, 13. Februar 2015

Mutluluk üretmektir

Mutluluk üzerine o kadar yorum yapıldı ki, bunların hepsinin tekrarlanmasında bir anlam göremiyorum. "Anını yaşa" gibi komutlarla mutlu olunacağı zannediliyor, ama bence yanılıyor. İnsan kafasındaki onca birikimini nasıl bir kenara atsın ki? Bence bu ya olanaksız, ya da bizim gibi "normal" ölümlü insanlara göre olmayan bir durum. O halde normal insanlar için de birşeylerin olması gerekir. Onlar da bir aziz olmadan mutlu olabilmeliler. Eğer mutlu olmak bu denli zor ise, ona ulaşması daha da zor ise, sorunun başka türlü sorulması gerekir. Belki de mutluluk yaşadığımız hayatın yan ürünüdür. Hani yediğimiz şeyin çıktısına bakıp, "biz çıktılar için yemek yiyoruz" diyemeyeceğimiz gibi. O halde mutluluk da bu çıktılar gibi bir yan ürün olabilir. O halde gerçek yediğimiz besinin sorgulanması gerekir. Biz hangi besini, doyurucu ürünleri yiyoruz? sorusu tespit edilmelidir.

Görülüyor ki olaya sonuç odaklı bakıldığında dikkat başka şeylere çekiliyor ve asıl mesele gözden kaçıyor. Asıl mesele nedir? Asıl mesele üretken olmakta yatar. Gerçek anlamda birşeyler üretmek, tanrısal bir etkinliktir. Üretim ile zaman durdurulur, çünkü o olmadığımız zaman da var olacak. Kendi varlığımızın sınırlı olduğu bir dünyada geriye tek bırakacağımız şey, geride bizden kalan tek iz, ürettiğimiz iş olacaktır. O halde üretkenlik ile ölümsüzleşme isteği işbirliği yapıyor olmalı. Insan kendini yitirme korkusundan yola çıkarak kalıcı birşeyler yapıyor ve kalıcı birşeyler yapmak için de kendini unutmak zorunda kalıyor olmalı. Ebedi bir hayat sürdürmek için insan kendini unutması gerekiyor. Aslına bakılırsa çok çelişkili bir durum bu.

İnsan çelişkili durumlarla yaşamayı çok iyi başarmış. Çelişkiyi çelişki olarak görmemek için ilk yapılması gereken şey çelişkiyi çelişki yapan şey unutulur ve hiç birşey yokmuş gibi devam edilir. Sonuçta ölümsüzlük isteğini unutulmuş olsa bile aynı istikamete gidiyor, ölümsüzlüğe doğru ilerliyor olacak. Sanki bizi daima var etmek için birseyler bizi böyle davranmaya zorluyor. Kıyaslaması ne kadar doğrudur bilmiyorum ama genlerin de hayatta kalması için insanları taşıyıcı seçtiğini söylemek mümkün olur.

Ölümsüzlüğü kavuşmanın en iyi yöntemi birşeyler üretmektir. İyi birşeyler üretmek için de insan kendi kendini unutup tüm insanlığı ilgilendiren bir ürün ortaya sunması gerekir. Herkesin o üründe kendi kendini görmesini sağlayacak birşey olduğu zaman, korumaya değer bir ürün olacaktır o. İşte öyle bir anı yakaladın mı, insan kendinden mutlu olur, çünkü o arkasında iz bırakmıştır. O iz şimdiye kadar hiç gidilmemiş bir iz olmalıdır. İşte bu anlarda insan neden yaşadığını anlar.

Üretkenlik, çocuk doğurmaya denebilir, o çocuk ebeveynin şaheserleridir. Çocuk yapılmıyor ise herhangi bir kalıcı fikir de geride bırakmak kafidir. Genlerin çocuklar sayesinde ayakta kalması gibi Mem diye adlandırılan kalıcı fikirlerin ağızdan ağıza dolaşmasını başarmak da kafidir. Sonuçta enformasyon kendine bir taşıyıcı bularak hayatta kalmayı başarıyor. İşte böyle bir başarıya imza atabilmek insanı mutlu kılacaktır. Yapılan iş bu kadar büyük olmasa bile bu doğrultuda çalışmak insanı sıradan biri olmaktan çıkarır ve olumlu adımlar atıldığı zaman insan hoşnut olur. Kendi yapamıyor ise, çocuk yaparak kendi yapamadığı şeyi çocuğundan bekler. Ne kadar çocuğun kendine göre başka hedefi olsa da, ebeveynler mutlu olmak için belirledikleri hedefin yerine getirilmesini isteyerek çocuğun hayatını zehire dönüştürebilirler. Yapmak istenilen şeyi başkasından beklemek mutluluk getireceği yerine tam ters tepki yapar, beklentiye mağruz kalanın hayatı cehenneme dönüşür. Mutlu olan kişi aktif olandır, kendi işini kendi yapandır.

Donnerstag, 12. Februar 2015

İnanıyormuş gibi yapmak

İnancı dışardan test etme imkanı bulunmaz, bu sadece inanç için deçerli değil, diğer tüm deneyimler ve hisler için de geçerli. Dışardan başka birinin nasıl hissettiğini bilmek veya test etmek imkansız olmasına imkansızdır ama yine de onun davranışından yola çıkarak iç dünyası hakkında fikir yürütmek mümkündür, çünkü davranış şekli o kişinin düşüncesinin dışa vuruş halidir. Thomas Nagel'in bu konuyu açıklayıcı bir kitabında yarasa olmanın nasıl bişey olduğunu sorguluyor.

İnançın derinliği dışardan bilinmemesine rağmen inanıyormuş gibi yapmakla çoğu doğabilecek problemlerin önüne geçilmiş olunur. Richard Dawkins' in "mem" diye nitelendirdiği olgu, ayakta durmak için tüm enerjisini mobilize eder, kendisini koruma amaçlı tüm tedbirleri alır. Tedbir alınmadığında sistemin çökeceği kanısı kısıtlayıcı tedbirleri de beraberinde getirir. O nedenle kontrol etme mekanizması çok gelişmiştir. Ayakta kalabilmesi için kendisi ile diğerleri arasında ayrım yapar ve kendini diğerlerinden daha ayrıcalıklı görür. Ya en üstün olan grup odur, ya da "seçilmiş" olan grup. Ne kadar kendini diğerlerinden ayırabilirse o kadar kendi olur. Grup içerisindekiler "biz" dışındakiler ise "onlar" olur.

"Biz" grubunun içindekiler grup sağlığını bozmamak için istedikleri gibi davranamazlar. Onlar istemeseler de, başka türlü davranmak isteseler bile kendi isteklerini bir kenara atıp istiyormuş gibi yapmalıdırlar. Aksi halde diğerleri tarafından şiddetle uyaralacaktır. Bu nasıl hücrelerin membraları gibi dışa karşı koruma görevi görüyor ise, içteki kontrol etme mekanizması dışa karşı kendini korur. Herhangi dışardan gelen bir müdahale grubun bozulma korkusu ile karşı karşıya koyacağı için yapılan müdafa ölüm kalım savaşını andırır. Direncin şiddeti kaybolma korkusuna verilen tepki diye yorumlanabilir.

Böyle dışa karşı kapalı gruplar kendi içlerinde sağlıklı bir hayat sürdürürler, ta ki kendilerini dışa açmaya başlayıncaya kadar. Dışa açılmalarında karşı tarafın da aynı görüşü paylaşacağı söylenemez. Onlar ilk defa, o zamana kadar normal zannettikleri inancı açıklamak zorunda kalıyorlar, şimdiye kadar hiç yapmadıkları şey. Bu nedenle açıklama zor gelir. Kendi grubundakilerin gördüğü gibi diğer grubun da onları görmesini ister. Oysa bu imkansızdır. Tek çare, nasıl bir birey kendi egosunu bir kenara atıp diğerleri ile irtibata geçiyor ise, grup içindekiler de grup egosunu yenip kendilerini dışa açmalılar. Grup egosu da normal ego gibi patolojik durum halini alabilir.

Belki de insanın keskin bir hedefi olması ve yaşadığı dünyanın hesaplanabilir olması ona güvence ve huzur veriyordur. Kendi içindeki kaosu yenmek için katı kurallara sarılması ve böylece tanrının riayetlerine ihtiyaç duyması onu tanrıya yaklaştırabilir. Diğer tarafta hesaplanabilir bir hayattan sıkılıp dünyaya kalıcı birşeyler bırakmak isteyenler içlerindeki kaosu çoğaltmak zorundalar. Umdukları şey, onları etkileyen şeylerin çok yönlü olması onlarda üretici gücünü yeşerteceğidir. İlk türdeki insanlar içlerindeki kaosu yendiklerinde tanrıdan uzaklaşırlar, çünkü onları inandırıcı bir neden ortadan kalkmıştır. Dışa karşı takındıkları tavır ise, inanıyormuş gibi yapmaktır. İkinci şahıslar ise ne kadar tanrıya başkaldırıyor gözükseler de, üretkenlik halleri onları tanrıya yaklaştırır, bir tanrı edabında üretirler. Belki de üretkenlik denilen şey aziz bir işlemdir. Gerçek anlamda inanmak üretkenlik ile alakalı olmalıdır.

Aldatma üzerine

Onca insan neden sevmediği veya tat almadığı bir ilişkiyi devam ettiriyor? Neden o tat almamasına rağmen evlilik ilişkisinin yanında paralel bir başka ilişki kurmaya muhtaç kalıyor? Oysa ilk bakışta hoşnut olunmayan bir ilişkiyi sürdürmenin anlamsız olduğunu düşünmek çok mantıklı geliyor olmalı. Öyle ikili bir ilişkiyi yürütmek gerçekten de anlamsız mı? Yani ilişkiye giren bu konuda ne düşünüyor? Hangi hesapları yapıyor? Bu irdeleme diğer eşi tarafının bakış acisi değil, yanlız ve yanlız aktif partnerin penceresinden olup, herhangi bir değerlendirme içermemektedir. Bu konu hassas olduğu icin bu yazının ne aldatmak için ne de onu lanetlemek için yazıldığını söylemek baştan gerekir. Bu yazı sadece olaya ışık tutma amaçlıdır.

Aldatmanın çok nedeni olabilir ama inanıyorum ki hem aldatıp hem de bozuk ilişkiyi sürdürmeyi devam ettirmek isteyenler bile konunun pek farkında değiller. O halde bozuk ilişki neden devam ettirilir? İlişkiyi devam ettirmek için iki neden görebiliyorum. Nedenlerin sayısı artabilir ama bu ikisi içlerinden en önemlisidir diye düşünüyorum.

Birinci neden ayrılmanın pahalı olduğu için bir kere alınmış evlilik kararı devam ettirilir. Boşanmak istendiğinde ne gibi yükün partnerlere geldiğini düşünmek gerekir. Evlenmek için yapılan düğün masraflarından tutun eşi o adımı atması ve ikna olması için sarf edilen zamana kadar hepsi pahalı işlerdir. Sarf edilen çaba ne kadar çok ise eşler birbirine o kadar sıkı bağlanırlar ve ayrılması da bir hayli zor olur. Ayrılmak hem maddi yönden pahalı olur, hem de manevi açıdan pahalı olur, çünkü maneviyetin parası histir ve ayrılırken verdiği acı ise değerin göstergesi. Bu anlamda ne kadar masraf yapılmış ise o kadar partnerler birbirine bağlı kalırlar, çünkü ayrılıp da tekrar aynı bir düzeni kurmak çok zaman ve masraf edecektir. Bu nedenle herşey olduğu gibi devam eder.

İkinci nedene gelecek olursak bu çiftlerin ayrılmasında el alemin gözünde nasıl bir etki yapacağından kaynaklanır. O zamana kadar iyi bir aile izlenimi verenler ve sosyal ağa sahip olanlar bu görüntüye leke düşürülmesini asla isteyeceklerdir. Dışa karşı iyi bir aile süsü verip alacakları tepkiyi önlemek için yine hoşnut olmadıkları ilişkiyi sürdürmek zorunda kalacaklardır. "Komşu bana ne der?" korkusu ilişkiyi sürdürmek için bazen kafi gelir.

İlişkiden hoşnut kalmayanlar yine de kendilerine bir kaçamak bulurlar. Onlar dışa karşı ne kadar iyi görünme çabası sarf etseler de kendi hislerini doyurucu şeyleri yapmayı da ihmal etmezler. Doktor Jekll ve Mr. Hyde gibi hiç kimsenin bilmediği gizli bir hayat yaşarlar. Dışa karşı doktor Jekll  sergilenir, herşeyin düzgün gittiği sağlam bir aile hayatı sunulur, içten içe ise esrarengiz olan Mr. Hyde, içinde vahşi duyguların barındığı ve kendini gösterdiği bir adam.

Mittwoch, 11. Februar 2015

Dax ab dem 12.02.2015 - Drei Gründe

So langsam und langsam werden die Wolken düsterer am Dax-Himmel. Ich habe drei Gründe ausfindig machen können, weshalb es etwas kräftiger nach Süden gehen könnte. Man muß das alles mit vorsicht genießen, weil der Markt immer wieder zu Überraschingen fähig ist.

Der erste Grund ist im 4H-Bereich zu sehen.

Im 4H-Zeitfenster sind wir gerade dabei, die dritte Welle nach unten zu vollenden. Die lila Linie zeigt den möglichen weiteren Verlauf.

Wenn das so eintreten sollte, wie im Bild dargestellt, dann würde eine S-K-S-Formation gebildet werden. Das ist eben der zweite Hinweis dafür, daß es dem Dax nicht danach ist, nach oben zu gehen.

Den dritten Grund finden wir, wenn wir auf der 1H-Ebene:

Auf der 1H-Ebene haben wir zwei Wellen nach unten fast gemacht. Mit dem relativ kurzen Fall bis auf 10600 Punkten sollte die zweite Welle im 1H beendet sein. Nach einigen Hin- und Herbewegungen wird auch im 4H-Bereich die 4. Welle nach unten angestoßen werden, was einen noch größeren Ansturz zu erwarten läßt, womit also die S-K-S-Formation beendet sein dürfte.

P.S.: Die vorhersage ging nur teilweise auf, daher meine neue Vorhersage (12.02.2015, um 10.30Uhr):

Sonntag, 8. Februar 2015

Dax ab 09.02.2015

Zunächst möchte ich meine Langfristprognose

angeben. Man sieht ganz deutlich, daß zwei Anstiegsspitzen und in der Mitte ein Mobs aufgebaut worden sind. Das bedeutet, daß der Dax wie die blaue Linie anzeigt, weiter verlaufen sollte. Dieser Fall könnte bis zu dem angezeigten Widerstandbereich andauern, der in dem Bereich 9250-9500 liegt. Anschließend erwarte ich noch einen Anstieg bis 11000 Punkten, wie in der Zeichnung angezeigt.

Nachdem man grobes Bild bekommen hat, sollten wir das kleine Bild für die nächsten tage im Auge behalten, das wie folgt nach meiner Einschätzung aussieht:

Also müßte man in den kommenden Tagen noch weitere fallende Kurse sehen. Im 1H-Bereich wurde bis jetzt nur eine vollständige Welle gemacht, also erwarte ich nach unten zwei weitere Wellen im 1H-Bereich. Aus diesem Grunde würde ich jeden Anstieg zum Abverkauf benutzen.

Samstag, 7. Februar 2015

Yaptığın işi sevmek

Einstein gibi zeki insanlara bakıldığında insan kendini cüce hissediyor ve hiç birşey yapası gelmiyor, çünkü ne yaparsa yapsın hiçbir zaman onun kadar başarılı olamamak insanı işe başlamadan yıldırıyor. Sonuç başarısızlık ile biteceğine göre insanın cesareti kesiliyor.

Burada sorun nerede? Bence bu düşünce tarzı en az üç sorun barındırıyor. Birincisi Einstein'i Einstein yapan son hali ile değerlendiriyor, o Einstein oluncaya kadarki emeği göz ardı ediliyor. Nietzsche'ye göre bir ormanın büyümesini görmek zor olurmuş.

İkinci sorun ise her ne kadar doğarken "iyi" genlere sahip olunsa bile o genleri dışardan etkin hale getirmediğimiz zaman o genler işlevini yitirirler. "Use it or loose it", yani "ya kullan, ya da kaybet". Gerçek potansiyelimizi keşfetmek için çaba göstermek ve çok şeyler denemek gerekir, çünkü çoğumuz önceden gerçek potansiyelimizin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu sebeble aradığımız prensesi bulmak için çok kurbağa öpmek gerekiyor.

Üçüncü sorun ise çıtayı baştan yüksek tutmanin handikap olabileceği. Birşeye başlamadan önce kendini dünyanın en zeki insanı ile kıyaslamak işe başlamadan önce baştan yenilgiyi kabul etmek demektir. Bu nedenle çıtanın yüksekliği kendi yapabileceğin seviyede olmalı.

Bu sorunların kökeninde kıyaslama sorunu yatar. İşe başlamadan önce kendinin nerede olduğunu bilmek işe devam edip etmeyeceğine karar verir. Çıta yüksek tutulduğu için de başlamanın bir anlamı kalmaz.

Kıyaslama yapmadan Çinli olduğunu zannettiğim bir atasözünün "her seyahat ilk adımla başlar" söylediği gibi, işe başlamadan önce o şeye yatkın olup olmadığımızı bilemeyiz. İlk adım atmadan önümüzdeki dağın zirvesine bakarsak, o bizi yıldırır. Seyahate koyulmadan, biter.

Neye yatkın olduğumuzu bilmiyor isek çok şeyleri denemeliyiz. Bir şeye yatkın olup olmadığımızı ancak be ancak o şeyi yaparak anlarız, yapmadan fikir yürütmek hayal ürünüdür. Yatkın olduğumuzu o şeyle meşgul olduğumuzda zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor isek anlarız, yani yaptığımız işi seviyor isek zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyiz. Bu sebeble potansiyelimizi keşfetmek sevgili aramakla eşdeğerdir. Sevgiliyi bulmak için bazen çok kurbağa öpmek gerekir olduğunu söylemiştik.

Her öpüşme ile kurbağa sevip sevmediğimize karar veremeyiz. Belki de ilk gördüğümüzde aşık olmuşuzdur ama onu yakından tanıdığımız zaman umduğumuz zevki alamayız. Bunun tam tersi de olabilir, mesela kurbağayı öpmekten çekiniyor olabiliriz. Bazen de gözümüzü yumup öpmeliyiz, çünkü ilk zamanları zevk vermeyen birşey sonraları bizi cezbedebilir.

Sevgilimizi bulacağımıza güvenmeliyiz, aslına bakılırsa sevgiliyi bulup bulmak pek de önemli değildir. Önemli olan şey sabredip yola devam etmektir. Sevgili karşımıza çıktığı zaman kendini gösterecektir, ama amaç sadece sevgili bulmak ise, yani kendimizi yola başlamadan sonuna odaklamış isek sürprizlere açık olmayacağız, seyahat ederken yolun sağını  solunu fark etmeyeceğiz ve bu da görüş alanını sınırlar. Sonuç ne olacaksa olsun, özgüven ile yola başlamak gerekir. Zaten deneyim yolda yapılır.

Freitag, 6. Februar 2015

Teslimiyet (Islam)

İslam Arapça bir kelimedir ve Türkçe anlamı ile "teslimiyet" veya "itaat etmek"tir. Özüne bakılırsa burada çok önemli bir gerçekliğe ışık tutuluyor. Teslimiyet insandan kendini unutmasını, kendi usunu bir bütün uğruna feda etmesi istenir. İşte sadece islamın değil, diğer dinlerin de insanları hangi yöntem ile kendilerinden geçirip bir grup uğruna çoğu şeyleri feda etme isteğinin irdelenmesine ışık tutma amaçlıdır bu yazı. Detaylı bilgiler için bu konu hakkında çok kaynak bulmak mümkün olacaktır ama yine de görüşümün kısıtlı olmasına rağmen görüş belirtmek istiyorum.

Birşey gerçek anlamda değer teşkil etmesi için o şeyin değer etmesi gerekir, kolay elde edilir birşey değil. Bu nedenle de örgüte giriş ve çıkışların kısıtlı, kişiler hakkında enformasyonun en doruk noktada dolaşabilmesi sağlanmalıdır. Böyle bir organizasyon içinde yer almak kişiye ne gibi bir fayda getirebilir ki? Bu soru ciddi anlamda sorulması gerekiyor, çünkü böyle bir organizasyonda yer almak pahalıdır, pahalıdır çünkü bu tür organizasyonlar için ayrılan zaman belki de kendi ailesine ayıradığından daha fazladır. İbadet etmek için yapılan binalar, organizasyonu ayakta tutmak için sarf edilen çabalar gibi onca iş "bedava" yapılır. Bir de maddi desteği işin içine sokarsak bu tür organizasyonların getirisini sorgulamadan edemeyiz. Bu tür organizasyonların ne tür faydası olabilir?

Bu kadar "pahalı" bir şeyin ederi büyük olmalı ki insanlar o şeyin arkasından gitsinler. Bu şey öyle güçlü olsun ki içine dahil olan insanları birbirine kenetlesin. Böyle güç vaat eden birşeyin bu dünyadan olması söylenemez. Vaat edilen ödül öbür dünyadan olmalı ve öyle güçlü olmalı ki insanı hayatı boyunca meşgul edebilsin, onu itaatkar yapsın. İşte cennet ve cehennem insanları hem itaatkar kılar hem de birbirine kenetlemesini sağlar. Ömür boyu itaat etmenin karşılığında cennet ödül olarak vaat edilir ki insan yolundan sapmasın.

Tabii ki itaat etmeyi şekillendirmek gerekliydi, herkesin aynı şekilde aynı ritüelleri yerine getirebilmesi için onu simgeleyen binalar inşaa edilmeliydi ve bu binaları dolduran, o kuralları koruyan insanlar kitlesine ihtiyaç vardı. Onlar neyin nasıl yapılacağını hem biliyor olacaktı hem de kuralların yerine getirilmesini takip edeceklerdi. Onlar yüce varlığa itaat etmeyi, onun sözcüsü olan vekile itaat ettirmeyi başardılar.

Kendisinden güçlü bir varlığın kudretine sığınarak ona itaat edip, karşılığında bir ödül beklemek pazarlık konusu olmuştu: İtaat etmek karşılığında cennet.

Donnerstag, 5. Februar 2015

Şaşırmak ve bilim adamı üzerine

Newton çok alışılagelmiş bir problem üzerine, hatta ve hatta herkesin kabullendiği ve normal saydığı şey üzerine şaşırdığı için yerçekimi yasasını keşfetmiştir. O zamana kadar bir çok insanın başına elma düşmüş olabilir, ama ondan hariç herkes bunu "normal" kabullendiği için araştırma gereği duymamıştır. Sadece o bu olguyu normal olarak kabul etmemiş, arkasındaki yatan yasayı araştırmıştır.

Einstein ise yine herkes tarafından bilinen ama yine de herkes tarafından kafa yormayı gerektirmeyen ve değer bulunmayan bir olgu üzerine kafa yormuştur, yani zaman üzerine ve dolayısı ile izafiyet teorisini bulmuştur.

Buna benzer örnekleri sıralamak mümkün, ama her iki bilim adamının ortak bir özelliği de, her ne var ise önünde var olduğunu kabul etmektir. Her kimse herkesin çok doğal zannettiği şey üzerine şaşırabiliyor ise, ve şaşırmanın ötesine gidip nedenini araştırıyor ise, işte o bir bilim adamıdır. Bilim adamının başka esrarengiz birşeyi yok. Hatta ve hatta onun çok zeki olmasına da gerek yok. Sadece ve sadece şaşırabiliyor olması ve şaşırtıcı olguları disiplinli şekilde araştırma çabası göstermesi yeterlidir. Sabır ile o eninde sonunda varmak istediği yere ulaşacaktır.

Mittwoch, 4. Februar 2015

Hümanist olmak

Din uğruna veya herhangi bir ideoloji uğruna başa geçenlerin zaafı olmalıdır ki, cenneti inşaa etmeye yeltenirken cehennemi beraberinde getirmişlerdir. Sözde getirmek istedikleri cenneti itaat etmek ile karıştırıyorlar, tek bir insan tipi ile karıştırıyorlar. Oysa insanlar o kadar değişiktirler ki, onlar içinde yaşadığı değişik doğa şartlarına, geliştirdikleri kültüre ve kültür değişimine ayak uydurma şansına sahiptirler. Değişik olması ve değişik ortama ayak uydurabilme yetisi ona her ortamda yaşamını sürdürebilme şansı tanımıştır. Bu nedenle dünyanın her tarafında bulunduğu çevreye ayak uydurmuş insan görülebilir. Hatta ve hatta bulunduğu yeri terk etmek zorunda kalıp da başka bir yere göç edenler bile yerleşecekleri yeni ortama kolaylıkla ayak uydurabilmişlerdir. Bu onların açık bir sisteme sahip olmasından kaynaklanır. Açıklık, değişken ortamda ona en uygun davranma seçeneğini sunar. O hazır kazanılmış bir yetiyi, çoğu hayvanlarda bu böyledir, uygulamıyor. Bu tür hayvanlar çevre değiştiği zaman yeni şartlara ayak uyduramadıklarından dolayı kaybolmaya mahkumdur.

Çevre değişimine karşı  verebilecek yanıt, genelde seçebilecek belirgin iki yöntemledir, ya değişime kendi değişimi ile yanıt vermelidir, ya da kendisi aynı kalıp çevreyi de değişmez hale getirmektir. Değişimden korkan ikinci yöntemi benimser. O aynı kalmayı tercih eder, çevresini de kendi ihtiyacına göre yönlendirmek ister. O aynı kalacağı için çevreyi değiştirmek tek çaresidir. Sadece kendisinin aynı kalmasını istemez, o herkesin aynı olmasını da ister. Herkesi aynı yapmakla problemlerin yok olacağını, cennetin de kurulacağını vaat eder. Oysa yaptığı tek şey kendi ayak uyduramamasını ödüllendirmektir.

Hümanist biri değişimi kabul eder ve dolayısı ile herkesin çevreye değişik yanıt verme yetisi olduğunu da kabul eder. Değişikliğin kazanım olduğunu bilir o. Geleceğin ne getirdiğini bilmez o, bilinmeyen geleceğe karşı en iyi hazırlık çok çeşitliliği desteklemek olacaktır, biri başarılı olamayacağı zaman başka birinin davranış şekli mutlaka aranan soruna yanıt getirecektir. Tek tip sistemde, sistemin uyuşmadığı durumda tüm sistem yok olmaya mahkumdur, oysa değişime açık sistem kendi içinde hayat sürdürebilme mekanizması geliştirir. Bu birileri tarafından öngörüldüğü için değil, birilerinin yönlendirdiği için hiç de değil, bu evrimsel bir olaydır. Bulunduğu koşula onca değişik yanıt verme mekanizmasından en az biri tutacağı için onun türü ayakta kalacaktır. Hümanist bu değeri bilir ve geliştirir.

Dienstag, 3. Februar 2015

Anlaşılmayan olgu ile güç bağlantısı

Karmaşa konuların oluşum mekanizması kavranmadığı zaman onu herhangi bir güç ile açıklamaya çalışmak, olayı pek de anlaşılır kılmıyor, sadece anlaşılmamanın yerini başka anlaşılmayan terim alıyor, mesela güç, sistem ve tanrı gibi terimler. Her ne kadar anlaşılmayan olgu bilindik terim ile açıklanmış olsa bile aslına bakılırsa pek de anlaşılır olmuyor.

Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için bir örnek vermeliyim. Borsa çok yönlü faktörlerden etkilenen bir oluşumdur. Bu oluşum o kadar değişken faktörlerden etkilenir ki, bunu tek bir güce bağlamak, tek bir varlığın herşeyi etkilediğini varsaymak, konuyu yine de anlaşılır kılmıyor. Hatta ve hatta konu hakkında hiç birşey söylemiyor. Bilinmezlik yine esrarengizliğini yitirmiyor, bilinmez hala bilinmez kalıyor, çünkü bu enformasyon ile borsada herhangi bir işlem yapmak bir yana, geleceği belirleyecek bir tahmin bile yürütülemiyor. Bu betimleme sadece insanı rahatlatıyor, bu rahatlamanın herhangi bir tutanağı yok. Çok kaygan bir zemin üzerine kurulu.

Bu tür açıklamalar hiç kimseye zarar getirmediği için doğru olup olmadığı pek önem taşımıyor. Borsada işlem yapan biri bu görüş ile borsada işlem yapmasın, çünkü sonuçta kendisinin başkaları tarafından sürüklendiği kanısı onu edilgen yapacaktır, o etken olmak yerine birileri tarafından itiliyor olacaktır. Borsada başka birinin yönü belirlemesi, karşısındaki rakibin cebinden parayı kolaylıkla alabildiği anlamına gelir. İyi bir işlemci rakiplerinden sürekli bir adım ileride olmalıdır, o olacak şeyleri olmadan görmelidir ki para kazanasın. Borsada para kazananlar başkaları kaybediyorlar diye para kazanıyorlar, o halde köpek balığı dolu bir havuzda herkesten daha iyi yüzmeyi bilmek gerekir. Yemek veya yenilmek, asıl soru budur.

Borsa her ne kadar karanlık bir kutu olsa da bazı kuralları benimseyenler veya bilenler bilmeyenlerden sürekli bir adım daha ilerde olacaktır. Bu da büyük bir avantaj sağlar. Hatta ve hatta borsa belli bir sınıra kadar açık bir penceredir, onu okumasını bilen büyük avantaj sağlar. Ve bunu bilmek mümkün. Mümkün olduğu için de herhangi görünmez bir elin borsayı yönlendirdiğini iddia etmek biraz yersiz olur. Çaba gösterip aynı silahlara sahip olmak mümkün. Çok para olanın bu konuda yeterli beyin gücünü çalıştırıyor olması veya kendi beyin gücünü kullanıyor olması borsanın bilinmez olmadığı teorisini çürütüyor. Başka birinin yapabileceği şeyi biz neden yapamayalım ki? Eğer bu gücü kendinizde hissediyorsanız, edilgen olmak yerine etken olacak ve oyunun nasıl oynandığını kavramak için bir adım ileri atacaksınız.

Edilgen bireylerin konuşması da edilgendir. Onlar kendilerine sürekli birşeylerin olduğu kanısındadır. Büyük bir okyanusta seyreden bir yelkenlinin bir oraya bir buraya atıldığı hissi vardır onlarda. Etken olmak için konuşma şeklini de değiştirmek gerekir. Etken bir görüş benimsenmelidir. Başkasının değil, kendi gücü onu varmak istediği yere götürecektir. Etken konuşma şekli bilinmeyeni bilinir kılmaz, o sadece kendi kendini kandırmaktan alıkoyar.  O bilmiyorsa, bilmiyorum deme cesareti verir. Bilinmeyen yine bilinmez kalır.

Montag, 2. Februar 2015

Dax Aktuell 03.02.2015

Das letzte Mal wurde unter dax-dow-und-gold eine Prognose erstellt. Nun möchte ich den aktuellen und den prognostierten Verlauf für die kommenden Tage des Dax hier angeben:

Wie man sieht, ist der erwartete relativ kleiner Absturz nicht stattgefunden, dafür steigen die Kurse in der angenommenen Richtung weiter.

Sonntag, 1. Februar 2015

Dax, Dow und Gold

Ich werde ohne viel Umschweife einfach meine Prognose angeben, man könnte natürlich viel Worte verlieren, aber das betrachte ich als überflüssig. Damit es nicht so aussieht, daß diese Prognosen völlig aus der Luft gegriffen sind, möchte ich nochmal betonen, daß diese Prognosen allein nach der von mir entwickelten TT-Formation durchgeführt worden sind. Diese Prognosen sollen auch dazu dienen, sowohl mein Können als auch die TT-Formation zu testen. Nach vielen Beobachtungen habe ich festgestellt, daß nicht die Formation an falschen Prognosen schuld ist, sondern daß ich selber noch viele einfache Dinge übersehe, weshalb mir immer wieder laufend Fehler passieren. Ich bin inzwischen von der Stärke der TT-Formation fest überzeugt. Auch muß man festhalten, daß es unmöglich ist, an Entscheidungsstellen den Ausgang vorwegzunehmen, weshalb es immer wieder zu Überraschungen kommen kann. Weil es diese Entscheidungsmöglichkeiten gibt, entstehen niemals gleiche Bilder, aber sie ähneln sich sehr und diese Ähnlichkeit macht sich TT-Formation zu Nutze, um eine zuverlässige Prognose zu machen.

Jetzt zu den Bildern, dax:


Dow

und das Gold: