Donnerstag, 12. Februar 2015

İnanıyormuş gibi yapmak

İnancı dışardan test etme imkanı bulunmaz, bu sadece inanç için deçerli değil, diğer tüm deneyimler ve hisler için de geçerli. Dışardan başka birinin nasıl hissettiğini bilmek veya test etmek imkansız olmasına imkansızdır ama yine de onun davranışından yola çıkarak iç dünyası hakkında fikir yürütmek mümkündür, çünkü davranış şekli o kişinin düşüncesinin dışa vuruş halidir. Thomas Nagel'in bu konuyu açıklayıcı bir kitabında yarasa olmanın nasıl bişey olduğunu sorguluyor.

İnançın derinliği dışardan bilinmemesine rağmen inanıyormuş gibi yapmakla çoğu doğabilecek problemlerin önüne geçilmiş olunur. Richard Dawkins' in "mem" diye nitelendirdiği olgu, ayakta durmak için tüm enerjisini mobilize eder, kendisini koruma amaçlı tüm tedbirleri alır. Tedbir alınmadığında sistemin çökeceği kanısı kısıtlayıcı tedbirleri de beraberinde getirir. O nedenle kontrol etme mekanizması çok gelişmiştir. Ayakta kalabilmesi için kendisi ile diğerleri arasında ayrım yapar ve kendini diğerlerinden daha ayrıcalıklı görür. Ya en üstün olan grup odur, ya da "seçilmiş" olan grup. Ne kadar kendini diğerlerinden ayırabilirse o kadar kendi olur. Grup içerisindekiler "biz" dışındakiler ise "onlar" olur.

"Biz" grubunun içindekiler grup sağlığını bozmamak için istedikleri gibi davranamazlar. Onlar istemeseler de, başka türlü davranmak isteseler bile kendi isteklerini bir kenara atıp istiyormuş gibi yapmalıdırlar. Aksi halde diğerleri tarafından şiddetle uyaralacaktır. Bu nasıl hücrelerin membraları gibi dışa karşı koruma görevi görüyor ise, içteki kontrol etme mekanizması dışa karşı kendini korur. Herhangi dışardan gelen bir müdahale grubun bozulma korkusu ile karşı karşıya koyacağı için yapılan müdafa ölüm kalım savaşını andırır. Direncin şiddeti kaybolma korkusuna verilen tepki diye yorumlanabilir.

Böyle dışa karşı kapalı gruplar kendi içlerinde sağlıklı bir hayat sürdürürler, ta ki kendilerini dışa açmaya başlayıncaya kadar. Dışa açılmalarında karşı tarafın da aynı görüşü paylaşacağı söylenemez. Onlar ilk defa, o zamana kadar normal zannettikleri inancı açıklamak zorunda kalıyorlar, şimdiye kadar hiç yapmadıkları şey. Bu nedenle açıklama zor gelir. Kendi grubundakilerin gördüğü gibi diğer grubun da onları görmesini ister. Oysa bu imkansızdır. Tek çare, nasıl bir birey kendi egosunu bir kenara atıp diğerleri ile irtibata geçiyor ise, grup içindekiler de grup egosunu yenip kendilerini dışa açmalılar. Grup egosu da normal ego gibi patolojik durum halini alabilir.

Belki de insanın keskin bir hedefi olması ve yaşadığı dünyanın hesaplanabilir olması ona güvence ve huzur veriyordur. Kendi içindeki kaosu yenmek için katı kurallara sarılması ve böylece tanrının riayetlerine ihtiyaç duyması onu tanrıya yaklaştırabilir. Diğer tarafta hesaplanabilir bir hayattan sıkılıp dünyaya kalıcı birşeyler bırakmak isteyenler içlerindeki kaosu çoğaltmak zorundalar. Umdukları şey, onları etkileyen şeylerin çok yönlü olması onlarda üretici gücünü yeşerteceğidir. İlk türdeki insanlar içlerindeki kaosu yendiklerinde tanrıdan uzaklaşırlar, çünkü onları inandırıcı bir neden ortadan kalkmıştır. Dışa karşı takındıkları tavır ise, inanıyormuş gibi yapmaktır. İkinci şahıslar ise ne kadar tanrıya başkaldırıyor gözükseler de, üretkenlik halleri onları tanrıya yaklaştırır, bir tanrı edabında üretirler. Belki de üretkenlik denilen şey aziz bir işlemdir. Gerçek anlamda inanmak üretkenlik ile alakalı olmalıdır.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen