Mittwoch, 17. Dezember 2014

Paralel gelişmeler

Türkiye deki gelişmeleri anlamak için Avrupa tarihini iyi anlamak gerekiyor. Avrupanın nasıl ve neden geliştiğini iyi anlamak gerekiyor. İyi bir tarihçi olmamakla birlikle olayı basite indirgersek, gelişmenin en önde kaynaklarından bir tanesi insanların kilise boyunduruğundan kurtulmak isteyişleridir.

İlk özgürlük arayışı, kabaca söylemek gerekirse, Martin Luther'ın incili almancaya çevirmesi ile olmuştur. O çeviri o zamanki yaşayan insanlar için çok önemliydi. İncili o zamana kadar yorumlama şansı sadece latince bilen bir kaç kişinin tekelinde idi. Yapılan tercüme ile incil tek yorum hegemonyasından kurtarılmış, herkese okuma ve yorumlama şansı getirilmiştir. Bundan sonra da zaten kilisenin insanlar üzerindeki hükmü gitgide azalmıştır, çünkü insanlar kendilerine söylenene inanmak yerine kendileri fikir sahibi olmak istemişlerdir.

İkinci kırılma dönemi sanatta yaşanmıştır. Kilisenin o zamana kadar tek yaratıcı tanrı diye kabul ettiği ama insanlara yaratma şansı vermediği dönemin yavaş yavaş tarihe gömülmesi ile olmuştur. Birşeyler yaratmak için o şeyin anlaşılması gerektiği herşey gizliden gizliye araştırma konusu olmuştur. Leonardo da Vinci mesela insanların anatomisini daha iyi çızabilmek için insanların iç organlarını bir cerrah gibi incelemiştir ve tıpa tıp aynısını tuvale geçirmeyi başarmıştır.

Yaratmak tabii ki o zamanın kilise düşüncesine karşı geliyordu. Yoktan hiçbirşey var edilemez görüşü hakimdi ve o ilk şeyi yerinden oynatan da tanrıdan başka birşey olamazdı. Buna göre herşey yaratıldığı gibi kalmalıydı, yaratılandan hariç başka şeyleri yaratmaya kalkışmak tanrı ile eş koşmak anlamına geliyordu ki bu da kabul edilemez bir durumdu. Bu nedenle kilise kendini tanrı koruyucusu olarak gördü ve onun yasalarının uygulanmasını sağlamaya çalıştı. Tek bir tanrı fikrini ayakta tutmak için her yaratıcı fikir baştan önlenmesi gerekiyordu.

Sanat ile başlayan bu kopma fikir bazında da sürmeye devam etti. Descartes tanrıyı kanıtlamak için yola çıktı ve fikri gövdesinden ayırdı. Böylelikle fikrin gövdesinden bağımsız yaşayabileceğini savundu ve tanrının da gövdeye ihtiyacı olmayarak da var olabileceğini iddia etti. Ne kadar tanrının var olduğunu kanıtladığını zannetmiş olsa da bilimin yolunun önünü açmış oldu. Çünkü gövdeyi incelemek, yani fizik ile uğraşmak tanrıya aykırı değil olacaktı. Tanrının varlığını kanıtlarken insanlara serbest çalışma özgürlüğü de vermiş oldu.

Böylece Avrupada kilise hegemonyası yavaş yavaş gerilemeye, insanlar daha da çok özgürleşmeye başladılar. İnsanlar kendi kaderlerinden kendilerinin sorumlu olduğunu anladıktan sonra kiliseye sırt çevirdiler ve yeni arama şekilleri türedi. Artık kendi güçlerinin farkına vardılar ve kendileri birşeyler yaratmaya başladılar. Bu gelişme ne kadar tekniğin gelişmesini tettiklemiş olsa da, en büyük ilerleme başkasının kendisi hakkında yorum yapmasını kısıtlamakla olmuştur. Bu bir özgürleşme savaşıdır.

Turkiyeyi anlamak için de yukardaki kısaca anlatılmaya çalışılan Avrupadaki gelişmeyi anlamak lazım. Türkiyedeki olaylar da Avrupanın çok yıllar önce geçirmiş olduğu özgürlük davasından başka birşey olamaz. Özgürlük vaat edip de tekrar düşünceye darbe vuranlar ile kendi kaderlerini kendileri belirlemek isteyenler arasındaki çatışma. Bu zorunlu bir mücadeledir, çünkü yukardan verilen özgürlüğün hiç bir anlamı yoktur, değeri de anlaşılmaz zaten. Ancak ve ancak alın teri ile elde edilmiş şeyler değerlidir. Avrupa özgürlüğün anlamını çok iyi biliyor ve sahip çıkıyor. Biz henüz bilmiyoruz, öğrenmemiz de biraz sancılı geçecek galiba. Temennim tarihten ders almaktır ama tarihi bu anlamda okuyan ve okutan malesef yok.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen