Freitag, 13. Dezember 2013

Alcak gönüllü olmak

Insan bir göge bakar, sinirsiz ve sonsuz bir uzay, bir de asagiya bakar ayni sinirsiz ve sonsuz mikroskopik bir dünya. Ikisinin arasina sikisip kalmis bir varlik olarak insan kendisinin ne kadar önemsiz oldugunu kavrar. Bu önemsizlik duygusu hayatin anlamsiz oldugu anlamina gelmez, bu duygu kendi ufku ile sinirli olan bir varligin gercek sonsuzluk karsisinda duydugu derin bir saygidan kaynaklanir. Kendisinin ne kadar sinirli, oysa bilinmeye deger cok seylerin sakli oldugu onu biraz daha temkinli yaklasmaya iter. Iste bu durumda bildiklerinden kusku duymaya baslar. Bildigini zannettigi seylerin ne kadar emin zeminlere dayali oldugunu kavrar. Sinirli bir zihnin kavrayabilecegi seylerin boyutunu sorgular.

Iste basini göge cevirmekle hayatinda ilk serüvene de baslamis olur. Yelkenlerini bilinmeyene dogru cevirir ve yepyeni bir macera baslar: Bilme macerasi. O Dostoyevski'nin de dedigi gibi bilgi denen hastaliga yakalanmistir artik. Kapti mi o virüsü bir daha kurtulamaz. Basladi mi o arastirmaya artik corap sökügü gibi sökülür. Bir oraya el atar, bir buraya ve görür ki o zamana kadar kesin zannettigi olgular ortadan kaybolmustur. Descartes bile bunca sorgulamadan sonra kesin olanin düsünen varligin ta kendisi oldugu kanaatine varmistir. Kaldi ki son nörolojik gelismelerden sonra bundan bile kusku duyulur. Libet deneyi göstermistir ki insan karar vermeden bir kac mili saniye önce beynindeki ölcümlere göre karar verecegi görülmüstür. O halde gercekten kim karar veriyor? Beyinde bulunan nöronlar mi? yoksa daha baska bisey mi? Nöronlarin karar verdigini varsaydigimizda daha ilginc bir soru ortaya cikiyor. Nöronlar hangi kritere göre ne zaman karar vereceklerini nasil biliyorlar? Yoksa biz ici organik maddelerle dolu uzaktan komando edilen ete bürünmüs robotlar miyiz?

Simdiye kadar kesin zannettigimiz bilgilerin incelenmesinde her kapinin arkasinda binlerce kapi oldugunu fark ediyoruz. O sorulara getirdigimiz betimlemeler baska sorulara neden oluyor ve dikkatimizi simdiye kadar vermedigimiz noktalara yogunlastiriyoruz. Edindigimiz bilgi bir baska kapi acmak icin anahtar görevini yapiyor ve o kapinin arkasinda da binlerce kapi var. Nerede duracagiz? Ne zaman kendimizi yetkin bilgiye sahip olan biri olarak görecegiz? Belki de sahip olma meselesi yanlis algilama sonucundan kaynaklaniyor. Elde ettik zannettigimiz her olgunun ici bos cikiyor. Asik Veysel bunu kavramis olmali ki sahip olma yerine yolda olmayi tercih etmistir. Onun gibi biz de uzun ince bir yoldayiz, gidiyoruz gündüz gece.

Nerden geldigimiz ve nereye gittigimiz belli olmayan evren icinde özerklik kazanmis ve dolayisi ile sorumluluk tasimak zorunda olan insanlar yaptiklari seylerin degerinin önemi karsisinda alcak gönüllü olmak zorundadirlar. Alcak gönüllü olmak sadece evrene borclu oldugumuzdan degil, ayni zamanda ortaklasa yasadigimiz canlilara karsi olan duydugumuz sorumluluktan da kaynaklanir. Görülüyor ki asil olan sey birseye sahip olmak degil, herseyle acik irtibatta olmaktir. Disardan bize saniyede binlerce sinyal ulasmaktadir. Bu sinyalleri degerlendirmek ve onlari herhangi sekilde siralandirmak bizim sorumlulugumuza aittir. Bu siralamanin önemini kavradiktan sonra bu dizi gibi cok daha dizilerin olabilecegini de kavramak gerekir. Herhangi birine öncelik tanimak digerlerini bastirmak anlamina gelir. O halde onca diziden tek bir dizinin gercek oldugunu israrla savunmak bizi yanilgiya düsürür ve buda diger insanlarla ve canlilarla olan irtibati bozar. Hersey canlilar arasindadir, canlilarda degil. O arayi bulmak icin de acik olmak sarttir.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen