Freitag, 7. Februar 2014

Abartinin dayanilmaz hafifligi



Eric Kandel kitabinda(*) 1900’lü yillar Viyana‘sini anlatirken orada yeni yeseren expresyonistlerin neden kol ve bacaklari abartili sekilde ifade ettikleri üzerine durur. Kandel’e göre yapilan resim gözlemci ile bir bütün olusturur. Ancak ve ancak gözlemci resime dahil edildigi zaman resim ve gözlemci bütün bir eser olusturur. Bunu kavrayan 1900’li Viyana’li ressamlar yeni resim yapma metodlari gelistirmislerdir. Onlar orta cagda oldugu gibi dogayi birebir resmetmekten öte gözlemciyi resme müdahil etme yollarini aramislardir. Yaptiklari calismalara göre en etkin etkileme sekli resimde gözlemcinin hissini tetikleyici ifadeler kullanmakti. Kol ve bacaklarin his tasimada önemli oldugunu kavrayan bu ressamlar, onlari öne cikartmak icin oldugundan daha büyük ve abartili ifade seklini secmislerdir. Expresyonist ressamlarinin yapitlari bu nedenle karikatür kitaplarindaki resimleri de andirir.

Gözlemci ile bir bütün olusturma istegi sadece resimde gecerli degildir, etkileyici hikaye anlatma sekli de ayni görevi tasir. Kol ve bacaklarin abartili sekilde cizilmasi ne kadar hislere hitap ediyorsa abartili hikaye anlatma sekli de ayni görevi tasir. Dinleyicinin dikkatini cekebilmek icin olaylar süslenir, püslenir ve ballandira ballandira anlatilir. Burada gaye anlatilan seyin gercekle ne kadar örtüstügü degildir, asil gaye anlatilan hikayenin dinleyicide ne gibi etki yaratacagidir. Abartinin orani istenilen etkinin orani ile aynidir.

Süslü anlatim seklinin istenilen etkiyi sagladigini güncel olaylarda gözlemlemek mümkündür. Sözlü anlatim üzerine dayali kültürlerde süslemenin etkisi fark edilmis olmali ki oralarda abartili anlatim sekli o kültürün bir parcasi olmustur. Bu bir savdir ama bunun böyle oldugundan hic süphem yoktur. Kendini disa vurma ifade etme sekli, baskalarinda etki yaratma istegi expresyonitlerde oldugu gibi iyi hikaye anlatan kültürlerde de oldugu kanisindayim. Dinleyiciyi, anlatilan hikayeye müdahil edip bir simbiyoz olusturmaktir amac.

Expresyonist sanat yapimi, orta caglarda görünen objeleri birebir resmetme istegine karsi yeni bir akim olusturmak icindi. O resimlerde gözlemcide birakilmak istenilen etki ön planda degildi, dogayi oldugu gibi resmetmek amacliydi. Hem sanatcinin kendi hislerini hitap etmesi hem de gözlemciyi resim ile bütünlestirme istegi yeni akima göre asil dogayi temsil ettigi icin gelistirilmistir, yani insan dogasi asil doga kabul edilmisti.

Bu durumda söyle bir sorun ortaya cikiyor: dogayi oldugu gibi gözlemlemek mümkün mü? Dogayi gözlemleyenin kendi görüsü ne kadar gördügü seyi etkiliyor? Yeni bulgulara göre „önyargisiz“ gözlem yapmanin imkani yoktur. Bir seyi algilamadan önce bize erisen enformasyonlar süzülür. Bunda o zamana kadar edindigimiz deneyimler rol oynar. Biz bize ulasan enformasyonlari etken halde degerlendiriyoruz ve bunu da genelde bilincdisi yapiyoruz. Eger bir cisimi görüp de ona sandalye diyorsak ondan önce sandalyenin ne ise yaradigini deneyimlemis ve onu hafizamiza yerlestirmis olmamiz gerekiyor. Bir önceki deneyimledigimiz sandalye resmini hafizamizdan cikartip yeni gözlemledigimiz obje ile karsilastiriyor ve ona „sandalyesi“ bir obje gördügümüzü söylüyoruz. Yeni gördügümüz seyler sürekli eski „önyargimizla“ kiyaslaniyor.

Pekala bu önyargi nedir? Bizim bilincimize intikal eden ve onlari tekrar su yüzüne cikartan mekanizma nedir? Enformasyonlarin tekrar hatirlanmasindaki en etken rol o enformasyonlarin hislerle yüklü olmasidir. Hislerle yüklü enformasyonlar bize ne kadar önemli olduguna isaret eder. Hislerimiz enformasyonlarin önemini belirler. O halde en degerli enformasyonlari tekrar hatirlamak bizim icin daha kolay olacaktir. Expresyonistlerin ve abartili hikaye anlaticilarin da bundan baska amaclari yoktur zaten. Onlar dinleyiciyi müdahil ederek hatirlanmak isterler. Hatirlanmak icin de karsisindakini manipule etmenin gerekli oldugunu bilirler. Iste bu nedenle her iyi hikaye anlaticisi karsisindaki dinleyiciyi iyi tanimasi gerektigini bilir, onu hangi söylemler etkileyecegini, onun hangi terimlere reaksiyon gösterecegini bilir. Istedigi etkiyi yaratmak icin de anlatacagi hikayedeki kelimeleri bilincli sekilde secmesi gerektigini bilir, cünkü o iyi bir gözlemcidir, ayni expresyonist ressamlar gibi.

(*) Eric Kandel; Das Zeitalter der Erkenntnis, Siedler Verlag; Auflage: 4 (8. Oktober 2012)

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen