Samstag, 29. Oktober 2016

Ögretilmis sinirlar üzerine

Bakiyorum da, millet bir yaris icinde: vatani kim daha cok seviyor, yarisi icinde. Ne kadar dar bir düsünce. Dünya vatandan olusmuyor, dünyada o kadar vatan var ki, herkes tesadüfen o vatanin vatandasi olmus. Bir bebegin hic bir zaman "Ben Amerikan vatandasi olarak dogmak istiyorum" deme sansi yok. Bir bebegin hic bir zaman "Ben Zulu dilini konusmak istiyorum" deme sansi yok. Dünyaya gelisimiz ne kadar kendi istegimiz disinda olsa da, geldikten sonra yolumuzu bulmak kendi elimizde. Bu yol bulma tesadüflerle atilmisligi yüceltmekle olmaz, ona agitlar, siirler yazarak da olmaz. Dünyaya geldikten sonra zorunlu edindigimiz sinirlarin farkina varip, onlari asmakla olur. Sinirlar zorunludur, sinirsiz olmaz. Saadece bu sinirlarin islevini bilmek gerekir. Bu sinirlar eskiyi kayalastirmak icindir. Bu hic bir zaman bilincli yapilmiyor. Bunu biz kopyalamanin az enerji sarf ettirdigi icin yapiyoruz: Eskiden bu böyleydi, simdi de böyle olacak. Insan farkinda olmadan bu sinirlari icsellestireblir, bunlarin doga kanunu oldugunu, insanlar tarafindan degil de, insan üstü kurallar cercevesinde yapildigini zannedebilir. Ama bunda yaniliyor. O eski alisik oldugumuz semalarla sürekli ayni problemleri yaratip, ayni cözüm uyguladigimizda kendimizi kisir döngü icinde buluruz ve hayat basitlesmesi yerine karmasaya dönüsür. Yeni cözüm aramak icin eski sinirlari kirma zamani geldigini insan icinde fark etmelidir. Buna da siki bir özgüven gereklidir, güvence disinda da yasanabilecegi özgüvencesi. Bu tarz yasam sekli karsilastirmali degildir, üstünlük saglama veya kendini yerin dibine batirma felsefesi hic degildir. Bu hem herseyi oldugu gibi kabullenme, ama ayni zamanda hersey gibi olmama hayat seklidir.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen