Dienstag, 21. Juli 2015

Ben kimim?

Bu soru herkes tarafından sorulan ve değişik şekilde açıklanan bir soru. Benim açıklamam da o binlerce açıklamaya bir tanesini daha ekleyecek. Yine de bana mantıklı geldiği için, bir de hoşuma gittiği için paylaşmak istiyorum.

BEN'den bahsedince ilk önce insanın aklina Mevlana'nın bir hikayesi gelir. Adamın biri sevgilisinin kapısını çaldıktan sonra içerden bir ses gelir: Ben... diye. İçerdeki ses, "ben öyle birini tanımıyorum" der ve sonra gelmesini söyler. Adam bir sene geçtikten sonra tekrar aynı kapıyı çalar. İçerden yine aynı soru geldikten sonra, "gönlümü alan sensin" diye cevaplar. "Madem ki sen benim, ey ben gel iceriye" deyip adamı içeri alır.

Burada sevgili ilk seferinde neden içeri alınmadı? Görülüyor ki "ben" dediğimiz şey gözün önüne bir perde gibi geliyor ve karşı tarafı görmeyi engelliyor. Buna benmerkezcilik de demek mümkün. Herşey o merkez ile kıyaslanarak değerlendiriliyor. Doğal olarak karşı tarafı olduğu gibi görmeyi de engelliyor. İşte bu nedenle içerdeki ses "beni görmek için kendini unutmalısın " mesajını veriyor. Ve o adam da kendini unuttuğu zaman karşıdakini görmeye hazır oluyor. Her ne ile bir olmak için insan kendini unutmamalı ve karşı taraf ile erimeli. İşte bu anda sevgi denen şey kendini gösterir.

Bu ben dediğimiz şey görmeyi engellediği halde neden yine de ona sarılıyoruz? Neden sürekli "ben müdürüm", "ben mühendisim",... söyleme ihtiyacı duyuyoruz? Bence görülürde tek sarılacak dal bunlar var. Sağlıklı kalmak için insanlar herkesin bildiği sıfatlarla kendini avutuyor. Bir de bu sıfatlar bulunduğu toplumda değer teşkil ediyorsa, o sıfatlara uymak ve ondan bekleneni yapmak hayat gayesi oluyor. Artık kendinden beklenen şeyi yapmak ile bir amaç edinmiş ve boşluğu doldurmuş oluyor. İşte bu boşluktan kaçmak için veya korktuğu için bu tür sıfatlarla sarılıyor.

Alternatif var mıdır? Ben illüzyonunu illüzyon olarak kabul etmek ile doğabilecek sarsıntının üstesinden geldikten sonra ummadık bir özgüven geleceğinden, olayları olduğu gibi kabul ettikten sonra hiç birşey onu sarsmayacak ve aranan "mutlulugun" kendini kandırmakta değil, asıl kendini unutmakta olduğu kavranacaktır. Kendini unutmak ile daha farkındalıklı olma şansını yakalayıp, sadece özgüvenli değil herşeye güvencenin arttığını da fark edecektir. Dolayısı ile bir "hiç" olmak ile herşey olunmuş oluyor. Ama birşey olunduğu zaman hiçbirşey olunmuyor.

Tüm hayatını birşey olmak için feda eden biri, o şeyi kaybetme korkusundan ona sıkıca sarılacaktır. Herhangi bir değişiklik o sunni benliğini tehdit edeceği için savunmaya geçecek, değişikliğe en şiddetli şekilde karşı koyacaktır, çünkü o benzerlikten başka birşeyi yoktur. Ayağının altından herşeyin kaydığını gören, amacını da kaybedeceği için değişikliğe karşı gelecek, herşeyin eskisi gibi olmasını isteyecektir. Bu da herşeyi olduğu gibi değil de olması gerektiği gibi görmeyi sağlayacaktır.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen