Sonntag, 28. Februar 2016

Kendi kendine konuşmadan hikayeye doğru

İnsan neden öykü anlatma gereği duyar ki? Neden masal uydurur, veya hikaye anlatır ki? Bunu açıklamak için ben de bir hikayeye başvuracağım. O hikaye kafamızda başlıyor. Kendi kendimizle konuşurken yaptığımız eylemlerle başlıyor. İlk hikayeleri zaten kendi kendimize anlatıyoruz. Kendi kendimizle konuşurken dış dünyanın nasıl olabileceği hakkında fikir yürütmeye çalışıyoruz. Kaotik, düzensiz ortamı kendi kendimizle konuşurken düzenlemeye çalışıyoruz, çünkü düzensizlik bir insan için en tedirgin edici şeydir.

Düzensizliğe düzen getirmektir hikaye kurgulamak. O zamana kadar kavranamayan olguya anlam yükleyerek kavrama çabasıdır hikaye uydurmak, yani anlamsızlığa anlam katmaktır hikaye uydurmak. Dolayısı ile hikaye uydurmak güvenceyi sağlamak içindir. Hayatta kalma dürtüsünün gereği güvencede olduğumuzu bilmektir, en azından çoğu insan bunu zanneder.

Her ne kadar güvencede olduğumuz duygusu ruhumuzu okşasa da, bize rahatlık getirse de fazla güven için harcanan efort bazen yaşanmaz bir ortam haline de dönüşebilir. Güvenceyi sağlamak için hareketlerin kısıtlanması, özgürlüğün feda edilmesi yaşanmaz bir ortam da yaratabilir, insanı soluk alamaz hale getirebilir, çünkü herşeyin kontrol edildiği bir ortamda gelişme potansiyeli sağlanamaz.
Her ne kadar hikaye uydurmak insanı rahatlatmak için olsa da kalıcı hikayeler insanın soluduğu havayı daraltır. Bu nedenle hikayeler kendi kendini yenileyebilir ve açık olması gerekir.

Hikaye derken aklımıza ne geliyor? En belirgin örneklerden bir kaçını saymak gerekirse, bunların içinde din, felsefe, bilim, teknik, mit, masal, tarih, coğrafya, gibi dallar gelebilir. Kısacası insan bir olguyu açıklamak için hangi yönteme başvuruyor ise onu anlatmak için bir hikaye kullanır. 
İlk kurguladığımız hikayeye henüz hikaye demiyoruz. O kafamızda olan bir taslaktır. O taslağı başkasına anlattığımız zaman karşıdan gelen etki ve tepkilerle yep yeni bir hal alır. Hikaye, kafamızdaki online taslağı offline anlattıktan sonra ortaklaşa bir çabanın ürünüdür. Hikaye bireyin olgu anlama ötesinde, bir topluluğun anlama çabasının sonucudur. Bu nedenle bir insanı veya topluluğu anlamak için onların hikayesini dinlemek en uygun yöntemdir.

Hikayelerin bir yerde hafıza edilmesi, o hikayelerin harfi harfine korunması için değildir. Zaten her nesil kendi hikayesini uyduracağı için hikayelerin hafıza edilmesi sadece gelişmeyi takip etmek içindir, gerçek hikayenin hangisi olduğunu kanıtlamak için değildir. Gerçek hikaye diye de birşey yoktur zaten, çünkü yukarda da anlatıldığı gibi hikaye ortak bir ürün olduğu için ve gerçek denen hikaye de sadece onlarca hikayenin arasında bir tanesi olduğu için, onun herhangi bir özelliği yoktur. Hikayelerin değişimini takip etmek bizi daha esnek kılması gerektirir. Tek bir hikaye yoktur, ama nesilden nesile gelişen hikayeler vardır. 

Hikayeler dil ile nesilden nesile taşınır. Sadece bildiğimiz hikayeler yoktur, aynı zamanda her kelimenin de kendine özgü bir hikayesi vardır. Kelimeler de nesilden nesile değişir, değişmek zorundadır da, çünkü her yorum kendinden de birşeyler katar, kattıkça da değişim olur. Dilin zenginliği de zaten çok değişik yorumların ortaklaşa kabul görmesindendir. 

Güvence uğruna bu gelişmeyi sonlandırmak, tek bir yorum ile yorumların yorumunu kayalara yazmak istenebilir. Bu istek de zaten hayatta kalma isteğinin başka bir görüntüsüdür. Tarihin herhangi bir yerine nokta koyarak tek bir yorum ile tüm anlaşmazlığın sonunu getirme arzusu insanoğlunun ana isteğidir. Bu nedenle iyilik altında insan kendi kendine en büyük zulümleri yapmıştır. Tek düze bir hayatın tüm sorunları ortadan gidereceği düşüncesi zulüm yapmayı haklı kılmıştır.

Tek düze hikaye anlayışı insanın doğasına karşıdır, onun doğaya anlam verme çabasına karşıdır. Hayatı anlamlı kılan unsur, o anlamı dışardan alması değildir, o anlamı kendi çabası ile keşfetmesidir veya o anlamı kendisi koymasıdır. Bu nedenle kendi hikayemiz çok önemlidir. Zaten "ben" dediğimiz olgu da bu hikayenin taşıyıcısıdır. Herkesin tek bir hikayeyi kabul ettiği toplum kişisel özerkliği de ortadan kaldırır, benliği de. Sağlıklı bir "ben" uğruna kendi hikayemizi keşfetmemiz gerekir.

Benin bir özü yoktur, onun sadece bir hikayesi vardır. O hikaye de kayaya yazılı bir hikaye değildir, zamanla değişen bir hikayedir. Bu hikaye yavaş değiştiği için biz içimizde değişmeyen bir "ben" olduğunu zannederiz. İşte yazı yazmanın başka bir anlamı da zaman içinde kendi hikayemizin degisimini, gelişmesini takip etmek içindir.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen