Freitag, 21. November 2014

Elma yeme meselesi

Dostoyevski, insan hiç birşey yapmasına gerek kalmasa, gece gündüz pasta yemekle ve sadece nesnesini sürdürmekle zaman geçirmiş olsa bile yine de bu durumu tehlikeye atacak ve kendi deliliğini elinden bırakmak istemeyecektir, der. Adem ile Hava da hiç birşey yapmadan ebedi yaşamayı, sıhhatli olmayı, tembel tembel cennette vakit geçirmek yerine hem kendisine acı veren bir durumu seçti, hem de kendi kaderini kendisi belirlemek istedi. Yasağın konması ile bilinçlenme de ortaya çıktı. O insanlar, sınır konması ile kendi sınırının da farkına vardı. Ne paradoks bir olgu, değil mi? Aslında farkına varılmasını istenmeyen birşeye dikkat çekildiği zaman o şeyi bilinçte bir defa daha silmek imkansız oluyor. Yasak konmamış olsaydı belki de o insanlar hiç birşeyi fark etmeden ömürlerini devam ettireceklerdi. Bu aynı kapıya asılı bir yazının "bu yazıyı okumayın" konutuna benziyor. Yazıyı okumadan kağıtta neyin yazdığı bilinmez, bilindiği zaman da o yazıyı okumamak için çok geç kalınmıştır.

Onlar bilinçlenmişler bir defa, artık eskisi gibi bir hayat sürdürmek imkansız olur. Bir defa farkına vardığı şeyin farkına varmıyor muş gibi yapamazlar artık. İsteseler de istemeseler de o eski masum halini kaybetmiştir, bilinçlenmek ile sorumsuz bir hayata devam edilemez. Onlar sorumluluğu eline almak zorundadır, ne kadar hata yapsalar da, ne kadar yaşam güç olsa da kaderinin kendi elinde olduğunu bilmek onun hayatına anlam katacaktır. Anlam, yaptığı şeyi zihinde tekrar canlandırıp, yorum yapmaktır.

Bilinçlenme belli şeylere işaret edildiği zaman da gerçekleşiyor. Özellikle yasak edilen şeyler merak uyandırıyor. "Ben buyum" dendiğinde otomatikman "Sen şusun"u da doğurmuş oluruz, çünkü BENin sınırlanması ile aynı zamanda BEN olmayanı da yaratmış oluruz, yani SENi. İstenmedik şekilde BENi belirlemeye çalışırken SENi de yaratmış oluruz, oysa amaç tek bir BEN yaratmak değil miydi? Kurgulanan BENin kapsamı ne kadar geniş olursa olsun, o kendine başka bir BEN yaratarak ikiliği ortaya sokar: istenmedik durum.

Bu anlatılan durum zorunlu bir durumdur, o BEN ona kendini müdafa etmek için giydirilmiş bir BENdir. Kendini bilmek fikir bazında olmaz, öyle veya böyle demekle hiç olmaz. Kendini bilmek aynı zamanda kendini unutmak ile de alakalıdır. Kendini gerçekten unutan sağlam bir benliğe sahiptir. O ne yapılması ve nasıl davranılması konusunda çok emindir ve güveni vardır. Ne kadar kendi içine baksa da orada birşeyin olmadığını, gizli saklı hiç birşeyin olmadığını kavrayacaktır. Ne kadar çocukluk zamanına inse de fazda birşey göremeyecektir, o sadece hatırladığı gibi, kendini nasıl görmek istediği gibi kendini görecektir. Bugüne o inişin katkısı olmaz. Bir fikrin yerine başka bir fikri yerleştirmekte pek fayda görülmez, bizim olan şey sadece deneyimimizdir. Deneyimlerimiz de kendini alışkanlık ile gösterir. Kendini bulmak demek o halde kendi alışkanlıklarının farkına varıp onların kölesi olmamaktır.

Bu nasıl olacak diye sorulursa pek de kolay olmayacağı aşikardır. Birşey öğrenmek için alışkanlık ediniriz, edindikten sonra da ona alışmamak için tekrar bir savaş veriliriz, peki ne anladık bundan?  Bundan anladığımız şeyler arasında farkındalık gelir. Neyi nasıl yaptığımızın farkında olup şartın elverdiği gibi davranışta bulunmamızı sağlamış oluruz, yani biz davrandırılmak yerine kendimiz davranırız. İşte farkındalıklı bir benliğin gerçek öyküsü. Bundan başka öykü yoktur. Hayal üzerine herhangi bir kurgu da yoktur. Bu anında kendini gösterir. Olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi davranır.

Elmanın öyküsü budur: o bizi kendi öykümüzü bulmaya teşvik etmiştir. Merak edip kendi kaderimizi kendimiz belirlemeye teşvik etmiştir. O bizi tedirginlikten etkinliğe teşvik etmiştir. 

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen