Samstag, 18. Oktober 2014

Saklı öfke

İnsan neden hiç beklenmedik anda başka bir insanı linç etmek ister ki? Bir sapık erkek caddede geçen bayanları taciz ettiğini, bundan rahatsız olan bayanın yardım beklediğini ve çevrede bunu fark edenler rahatsız edenin üzerine gittiğini varsayalım. Durumu fark edip de ve müdahale etmek isteyenlerin gerçek amaçları nedir? Gerçekten yardım etmek istemiş olsaydılar taciz edeni linç etmek isterler miydi? Yoksa bayanların yardımına koştuktan sonra bahsi geçen şahsı uyarır ve bayanın yoluna rahat devam etmesini sağlamaz mıydı? Daha da ilginç olan durum şu ki o olaya müdahale etmek biraz zaman alır, hiç kimse yanlız cesaret edemez. Çevredekilerin içinden birinin öne atılmasını, ilk hamlenin gelmesini beklerler. Ilk öne atılandan cesaret alan diğer çevre sakinleri topluluğun verdiği güç ile o sapığın üzerine giderler, hem de öyle giderler ki onları durdurmak bir hayli güçleşir. Herkes öfkesini dışa vurmakta sanki yarış eder duruma gelmiştir. Yaydan çıkmış ok artık bir daha durdurulamaz. Çevredekiler linç etmek için adeta birbiri ile  yarışırlar. O zamana kadar normal bir hayat sürdüren insanlar birdenbire vahşileşir, tanınmaz duruma gelirler.

Bu öfkenin aniden çıkış nedeni nedir? Neden insanlar sürü başının etkisi ile böyle vahşileşir, böyle kendinden geçerler? Sürü başının yaptığı bir hamle, söylediği tek bir cümle bardağı taşıran son damla neden olur? İnsanlar neden kendilerini unutup normal anlarda yapmayacaklarını yapar, hatta o çapkını öldürecek duruma gelirler? İşte bu soruları cevaplamak kolay olmayacaktır. Tek bir nedeninin de olduğundan şüphe duymak gerekir. Yine de insanlarda saklı öfkenin var olduğu, şartlar elverdiğinde hemen ortaya çıktığını gözlemlemek mümkündür. Nedenini çözemesek de hangi sinyallerin koru ateşlediğini incelemek mümkündür.

Sürü içinde gizleneni ve eriyeni o sinyallerin daha kolay tetikleyeceği aşikardır. Özgüveni az olan biri sürünün belli bir yere gitmesi halinde onu takip edeceği ve sürü baskısına yenik düşeceğine kesin gözü ile bakılabilir. Sürü başının öne atılması ile diğerlerinin de düşünmeden peşinden geleceği görülür.

Diğer tarafta hayata dar pencereden bakan veya hayatın anlamını ezberlemiş birinin şablonları onu sürü peşinden gitmesini kolaylaştıracaktır. O hayata o kadar uzaktan kuşbakışı ile bakacak ki ona herşey aynı gözükecek. O ayrım yapamaz duruma gelecek, gördüğü şeyleri de sürekli aynı pencereden değerlendirecektir. Ona göre ya namuslu vardır, ya da namussuz ve namussuzların alacağı ceza da zaten bellidir. Kurallara uymayanların yaşama hakkı da olmaz, çünkü onlar bildikleri halde kuralları çiğnedikleri için kötü insanlardır, kötü insanların yeri de bellidir. Kötü insanlar için bu dünyayı cehenneme dönüştürmekte hiç bir sakınca görülmez. Onlar cezalarını hak etmişlerdir.

Herkesin, canilerin bile yaşama hakkı olduğunu anlamak için ayrım yapmanın, dünyaya daha da yakından bakmanın faydası olabilir. Her görülen şeyin görüldüğü gibi olmadığını, belki de görülen şey ile gerçekleşen sey arasında yüzseksen derece fark olduğunu ancak olaya daha dikkatli bakıldığında anlaşılır. O da tutmadı diyelim, sapıkların da yaşama hakkının olduğunu, çünkü ortam elverdiğinde herkesin sapık durumuna düşebileceğini bilmek gerekir. Herkesin içinde bir sapık vardır. Hz. İsa bile hiç günahı olmayanin ilk taşı atmasını istemiştir. Aradaki fark sadece bazı insanlar o duyguları daha az, bazıları ise daha fazla engelleyebilir olmasıdır ama sonuç irtibatı ile herkeste bulunan bir duygudur o. Zannedildiği gibi cezalandıran iyi, cezayı yiyenin kötü olduğunu zannetmek kendi içindeki duyguları da ret etmek demektir. Bu denli duygusunda ikilem yaşamak pek sağlıklı olmaz. Biz bir bütünüz. İçimizde ikisini de barındırırız.  

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen